19. yüzyılın sonlarına doğru İngiliz mimarlarının kullanmaya başladığı Indo-Gotik stilinde inşa edilen bu istasyon günümüzde artık ana tren istasyonu değil, şehir içi trenlerinin uğradığı bir istasyon olarak kullanılsa da yolcuların hala binanın görkemli beyaz cephesini izleme şansı bulunuyor.
Hepimizin bildiği gibi Sirkeci İstasyonu bir zamanlar ünlü Doğu Ekspresi’nin son durağı görevini görüyordu. 1890’da inşa edilen Oryantalist Gotik stilindeki bina, vitraylı pencereleri, ışıltılı avizeleriyle o günlere göz kırpmaya devam ediyor. Artık Marmaray seferleri için kullanılan istasyona yolunuz düştüğünde istasyonun tarihine ve Doğu Ekspresi’ne adanmış tek odalı müzeyi ziyaret etmeyi unutmayın.
Belki listedeki diğer istasyonlar kadar büyük ve ihtişamlı bir binaya sahip değil ancak Bangkok’tan tren ile 4 saat uzaklıktaki bu istasyon capcanlı renkleri ile aradan sıyrılıyor. Tay ve Viktorya dönemi stillerini buluşturan istasyon sarı, beyaz ve kırmızı renkleriyle göz alıyor. Bir zamanlar kraliyet ailesi üyelerinin bekleme odası görevini gören Phra Mongkut Klao adlı minik köşk, istasyonun hemen karşısında yer alıyor. Binanın içine girilmese de önünde duran buharlı lokomotifle beraber, güzel fotoğraflar çekmek için harika bir fırsat yaratıyor.
Burası yılda 82 milyon yolcunun geçip gittiği bir istasyon. Hem New York’un dışına giden trenler hem de şehir içi metro ulaşımı için bir istasyon görevi gören Grand Central, turistler için de harika bir destinasyon. Beaux Arts tasarımı, ana yolcu salonunun ikonik yeşil tavan rengi ve saati çok çekici. İstasyon aynı zamanda yıllardır ev sahipliği yaptığı Grand Central Oyster Bar gibi ünlü restoranlarıyla da size bambaşka deneyimler yaşatıyor.
1919’da inşa edilen istasyonun ön cephesinde, kapının iki yanlarında bulunan dört büyük heykel yer alıyor. Heykeller ellerinde tuttukları küre biçimli ışıklarla aynı zamanda aydınlatma görevi de yapıyor. İstasyon St. Petersburg, Lapland gibi yerlere yolculuk yapan binlerce yolcuyu ağırlıyor.
Slumdog Millionaire filminden de hatırlayabileceğiniz Bombay'daki bu görkemli istasyon aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası listesinde. 1890’ların sonunda Kraliçe Victoria’nın tahttaki ellinci yıldönümünü kutlamak amacıyla inşa edilmişti.
Burası hem hızlı trenlere, hem şehirler arası trenlere ve hem de metro hatlarına ulaşabileceğiniz bir istasyon, öte yandan da Güney Afrikalı kuşlardan Brezilya kauçuk ağaçlarına ve kakao bitkilerine kadar çeşit çeşit tropik canlıyı görebileceğiniz dev bir bahçeye sahip. Bahçenin etrafında ise kafeler, restoranlar ve bekleme alanları yer alıyor.
Antwerp’in 116 yaşındaki istasyonu 2. Dünya Savaşı bombaları dahil pek çok yaşanmışlığa karşın hala ayakta. 1980’lerde yapıdaki hasarlar için bir restotasyon sürecinden geçirilen bu değerli yapı girişindeki dev kubbesiy ve çelikle camdan inşa edilmiş peron alanıyla size büyüleyici bir zaman yolculuğu yaptıracak. Buraya yolunuz düşerse en az istasyonun kendisi kadar muhteşem görünen kafe bölümünü ziyaret etmeyi de sakın unutmayın.
Beaux Arts tarzında inşa edilmiş bu mint yeşili istasyon Afrika’nın Güney Batısındaki ülkeleri birbirine bağlayan bir merkez. Vintage cam kapıları ve ferforje kafes süslemeleriyle dikkat çeken istasyon aynı zamanda içinde iki antika treni de barındıran bir müzeye sahip.
Deniz seviyesinden 3350 metre yüksekte bulunan bu küçük istasyon Avrupa’nın en yüksekteki tren istasyonu ünvanına sahip. Buraya varmanız için Interlaken’den trene binip Alplerde yaklaşık iki saatlik bir yolculuk yapmanız gerekiyor. Buraya vardığınızda ise yaşayabileceğiniz en unutulmaz deneyim asansöre binip seyir teraslarına ve dağın tam zirvesinde bulunan, fotoğrafta da gördüğünüz rasathaneye çıkmanız olacak.