İslam öncesi bozkır kültürü, temel olarak göçebe uygarlığı ile ifade edilirse, bu uygarlığın içindeki en önemli unsurun “at” olduğu söylenebilir. Bilindiği üzere Türkler, bozkır kültürü denilen kültürün temsilcileridir. Bozkır kültürüyle beraber, at ve başka birçok hayvanın da tasvirlerini yaparak eşyalarına aktarmış olan Türkler, hayvan üslubunun da doğmasına neden olmuşlardır.
Birçok tarihçi, atın Türkler için önemini, eski dönemlerde yazdıkları eserlerle günümüze aktarmıştır. MS 4-5. yüzyıllardaki batı kaynakları, Avrupa Hunları hakkında şu tespitleri yapmışlardır: “Henüz ayakta durabilecek bir Hun çocuğunun yanında eyerlenmiş bir at bulunurdu. At üstünde yerler, içerler, alışveriş yaparlar, sohbet ederler ve uyurlar. At başka kavimleri sırtında taşıdığı hâlde, Hunlar at sırtında ikamet ederler.” Çinliler ise, Türklerden söz ederken: “hayatları atlara bağlıdır.” derler.
Laszlo Rasonyi (Macar Türkolog- Türkiye’deki Hungaroloji Ana Bilim Dalı’nın kurucusu) ise, Tarihte Türklük adlı kitabında Koppers’in analizlerine yer vermiştir. Koppers’e göre: “Atın ilk ehlileştirilmesini ve bununla ilgili karakteristik atlı çoban kültürünün yaşatılmasını, kesin olarak İç Asya’da yaşayan eski Türklere kadar dayandırmak gerekir. Bu, başlı başına kendine has tarihi bir başarı olup, dolayısıyla kavimlerin ve kültürlerin gelişmesinde özel durumlar ve önemli sonuçlar yaratmıştır. Atı ve umumi olarak çoban kültürünün esas unsurlarını, ilk indogermenler eski Türklere borçludurlar.”
Kâşgarlı Mahmud’un Dîvânü Lugati’t-Türk adlı eserinde ise, “At Türk’ün kanadıdır.” sözünden anlaşılacağı üzere at, konar-göçer Türklerin yaşamının ayrılmaz bir parçası olmuştur. Schmidt ve Menghin’e göre de, Ural-Altay kavimlerinin dünya tarihi bakımından iki önemli rolleri olmuştur. Bunlardan biri, “hayvan yetiştiriciliği”; ikincisi de, “devlet kurma” kabiliyetleridir.
Kurban (Yağış), Iduk ve Saçı
Türk dilinin en eski ve değerli sözlüklerinden Dîvânü Lugati’t-Türk‘te, kurban karşılığı olarak yağış kelimesi geçmektedir. Yağış, İslam’dan evvel, “Türklerin adak için, yahut Tanrılara yakınlık elde etmek için putlara kestikleri kurban” olarak anlamlandırılmıştır. Yine aynı eserde, ıdhuk/ıduk kelimesi geçmektedir. Idhuk “kutlu ve mübarek olan her nesne. Bırakılan her hayvana bu ad verilir. Bu hayvana yük vurulmaz, sütü sağılmaz, yünü kırkılmaz. Sahibinin yaptığı bir adak için saklanır.” şeklinde tanımlanmıştır.
Türklerde kurban uygulamaları, kanlı ve kansız olarak ikiye ayrılırdı. Kanlı olarak nitelendirilen kurban türünün içine at, geyik, sığır, koç-koyun vb. hayvanlar girmektedir. Kurban sunumlarından bağımsız olarak yapılan diğer kurban törenlerine de, kansız kurbanlar denilir. Bunların başında, Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası olan saçı ve ıduk gelmektedir. Türk boylarında saçı terimi, Moğollarda da saçu olarak geçer ve saçmaya saçılga veya çaçılga denir. Saçı, göçebe Türk kavimlerinde, hayvansal ürünlerle (süt, kımız, yağ vs.) yapılmaktaydı. Göktürk ve diğer Türk kavimlerinde kımız; yere, ata, ocağa ve dört bucağa saçılırdı.
Idık/uduk (salıverilmiş, gönderilmiş) ise, ruhlara bağışlanarak başıboş salıverilen hayvanlardı.
Kurban merasimleri için seçilen yerler, özellikle dağ, su kenarı, mağaralar veya ağaç altlarıdır. Türkler, bir taş dibinde kurban sunduktan sonra, bölgeye çiçekli sazlar, ağaçlar dikerler ve kutsal orman meydana getirirlerdi.
Kurbanın Amacı ve At Kurban Etme
Kanlı kurbanlarda akla Türkler için önemi büyük olan at gelmektedir. Bütün göçebe topluluklarda olduğu gibi Türklerde de en önemli hayvanlardan biri olan at, Tanrı’ya sunulacak en değerli kurban olarak görülmüştür.
Atın, cenaze ve defin törenlerinde kurban edilmesinin birden fazla amaca hizmet ettiği düşünülmektedir. Özellikle ölen kişinin ikinci hayatında kullanması için bu kurbanlar gerçekleştirilirdi. Türkler, ikinci bir hayatın var olduğuna inanmışlar ve bu hayatın da dünya hayatına benzediğini düşünmüşlerdir. Bu nedenle yaşamları boyunca beraber oldukları atları olmadan ikinci bir hayatı düşünememişlerdi. Bunun yanında, ölen insanın ruhunun teskin edilmesi maksadıyla yapıldığı da anlaşılmaktadır. İbn Fadlan, Oğuzların ölümden sonraki hayatında yaya yürümemesi için, ölüyle at kurban takdim ettiklerini kaydetmektedir.
Kurban edilen hayvanların sayısı, ölenin ve ailesinin zenginliğine göre değişir, bazen de yüzleri bulurdu. Kurbanları, şamanlar ve kabilenin büyükleri yönetir, biri ölünce hemen çadırının yanında hayvan kurban edilirdi.
Rouxs’un belirttiğine göre Türkler, gök ve göğün kutsallığında kendini gösteren diğer ruhlar için kurban verdiklerinde kurbanlık hayvanın bir damla kanının yere akmamasına büyük özen gösterirken, yer ve yerle ilgili diğer kutsal varlıklar mevzubahis olduğu durumlarda kan, özellikle toprağa akıtılmakta idi.
Kurban edilen atın hangi renkte olduğu da, son derece önemlidir. Bu renklerin başında ak, boz, sarı renkler gelmektedir. Beyaz renkteki kurbanlar, iyi ruhlara/Tanrılara sunulurdu. Sarı at, inek veya devenin kesilmesi de, Türk mitolojisinde görülen uygulamalardır. Ancak sarı renkteki hayvanların etlerinin daha iyi vasıfta olduğundan mı, altın gibi sarı renklerin kutsal oluşundan mı yoksa soylu tabakayı simgelediğinden dolayı mı kesildiği kesin olarak bilinmemektedir.
Bozkır topluluklarından olan İskitlerde, at kurban etme adeti, farklı yöntemlerle ve zamanlarda uygulanmaktaydı. İskit toplumundan bahseden Herodotos, kralın cenaze töreninde mezarın içinde boş kalan yerlere, kralın atlarının boğulup konulduğunu belirtir. Yine Herodotos, İskitlerde kral gömüldükten sonra geçen bir yılın sonunda, en güzel atlarından elli tanesinin boğulup, bağırlarının çıkartıldığını, içlerinin temizlenerek saman doldurulduğunu ve dikildiğini nakleder.
Sırıklara At Geçirme
İbn Fadlan ve Rubrouck, kurban edilen atın başı ve ayakları hariç eti yendikten sonra, derisinin ölünün mezarının başındaki kazıklara geçirildiğini söylerler. İbn Battûta, bir kağanın cenazesine katılmış ve bu konuda şöyle demiştir: “Daha sonra dört at getirdiler. Yorulup duruncaya kadar mezarın çevresinde koşturdular. Kabir üzerine bir direk diktiler. Atları da bu direğe astılar. Ama evvelce her atın arkasından bir kazık sokulup ağzından çıkarıldığını ve bu şekilde asıldıklarını söylemeliyiz! Kaanın yakınları da, silahları ve evlerindeki kap kacaklarıyla başka navuslara(yeraltı evi) konuldular. Onlardan ileri gelen on kişinin mezarlarına üçer adet, geri kalanların mezarlarına ise birer adet at asıldı.”
Ricoldo de Monte Croce ise: “Onlar iyi bir at alıp üzerine ölünün uşağını bindirirler. Sonra onu koştururlar. Daha sonra başının üzerine çok makbul şarap dökerler. Ve atı öldürürler. Bundan sonra, iç organlarını boşaltırlar. İçine saman doldururlar. Daha sonra bir kazığı alıp atı bu kazığa geçirirler.” der.
Hun topluluklarında, mezara at kurban etme adetinin yanında, bu hayvanların kafatasını sırığa geçirip dikme adetinin de olduğu bilinmektedir. Kurban edilen atların derilerinin, mezarın başında sırıklara geçirilmesi veya içlerine saman doldurulması, bugünkü Altaylar ve Yakutlarda, merasimin mühim bir kısmını teşkil eder. Yakutlar, bu derilere tabık; Altaylılar ise, baydara demektedir.
Yararlanılan Kaynaklar
Selahaddin Bekki – Türk Mitolojisi’nde KurbanDr. Mustafa Aksoy – Türklerde At Kültürü ve KımızDr.İbrahim Onay – İslamiyetten Önce Türklerde, Cenaze ve Defin İşlemlerinde Uygulanan Gelenekler ve Bunların AmaçlarıEngin Akgün – Şamanist Türk Halklarında Kurban Sungusu ve Kendine Kurban Sunulan VarlıklarRamazan Şeşen – İbni Fazlan’ın Seyahatnamesiİbn Battuta Seyahatnamesi II – Çeviri İnceleme ve Notlar: A.Sait AykutProf. Dr. Laszlo Rasonyı- Tarihte TürklükKayrat Belek – Eski Türklerde At ve At Kültürü (Dünden Bugüne Kırgız Kültürel Hayatı Örneği)