Sabahattin Ali'nin başyapıtı olarak kabul edilen ve otobiyografik unsurlar içeren İçimizdeki Şeytan tartışılmaya devam ediyor. Peki İçimizdeki Şeytan gerçekte var mı ve Sabahattin Ali bu romanıyla bize ne anlatıyor?
İçimizdeki Şeytan romanında farklı karakterlerde olan iki insanın aşk hikayesi anlatılır. İkinci Dünya Savaşı koşullarında, baskıların ve yoksulluğun arttığı bir dönemde geçmektedir. Romanın baş karakterleri Ömer, Macide, Bedri ve Nihat'tır. Roman Ömer'le Nihat'ın vapurda yaptığı bir sohbetle başlar.
Roman İkinci Dünya Savaşı koşullarında yazılmış. Romanın esas ana karakteri Ömer ve Macide. Onlarla birlikte Nihat ve Bedir karakterleri de romanda merkez konumdalar. Ömer'in Sabahattin Ali olduğu öne sürülüyor. Tahir Alangu Sabahattin Ali'nin yarattığı bütün karakterlerin aslında tek olduğunu ve akıbetlerinin de yazarla benzer olduğunu vurguluyor:
"Buradaki Yusuf, Kürk Mantolu Madonna'nın târiki dünyası Râif, İçimizdeki Şeytan'daki Ömer, hepsi bir tek insandır, 'atını sürüp dağlara doğru gider.' Yarattığı kişiliklerin sonları ile sanatçının akıbeti arasında ne derin ve düşündürücü bir benzerlik var!"
Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan adlı eserinde bir diğer dikkat çeken karakter ise Nihat. Nihat'ın idealizmi, Nihal Atsız'ı çağrıştırıyor. Sabahattin Ali'nin de bir dönem Nihal Atsız'la olan arkadaşlığı söz konusu.
Bedri ise en yakın arkadaşlarından biri konumunda Ömer'in. Bedri karakterinin de aslında Bedri Rahmi Eyüboğlu olduğu ya da ondan esinlenerek yaratılmış bir karakter olabileceği düşünülüyor.
Roman, Sabahattin Ali'nin hayat öyküsüyle birlikte okunduğunda karakterlerin gerçeğe uygun olduğu görülüyor.
Sabahattin Ali bu romanında bir dönemin baskılarını, yabancılaşmalarını, insanın iç dünyasındaki çelişkileriyle birlikte anlatıyor. Ömer'in bunalımı, parasızlık ve bu parasızlıkla birlikte bir saplantıya dönüşen idealizm. Ömer ve Macide'nin çarpık ilişkisi ve yabancılaşma. Sabahattin Ali İçimizdeki Şeytan meselesini şöyle açıklıyor:
“İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticede aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimî bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var”
Kitabın önsözünü yazan Selim İleri İçimizdeki Şeytan'ın bir ibret kitabı olarak okunması gerektiğini söylüyor.
Bugün, roman sanatının, 'kurmaca'dan ötesiyle değerlendirilemeyeceğini bildiğimden; ne Sabahattin Ali'nin eserinde Peyami Safa'yı ya da Atsız'ı görüyorum, ne de Atsız'ın eserinde Sabahattin Ali'yi. Tam tersine, hem Atsız'ın hem Sabahattin Ali'nin, gerçek yaşamda birer trajedi kişisi olduğuna inanıyorum. Dönemin müthiş baskısında, düşünsel inançları dolayısıyla handiyse cinnete sürüklenmiş kişiler... Üstelik yalnızca ikisi de değil!.. İçimizdeki Şeytan bu açıdan bir ibret kitabı gibi okunabilir