Şimdi çok daha açık ve net olarak biliyoruz ki bu muazzam molekülün bilinen marifetleri dışında “akla ziyan” görevleri ve faydaları da var.
Zaten böyle olduğu içindir ki son yılların en popüler vitamin desteklerinden biri hatta birincisi oldu. Özellikle pandemide muazzam bir D vitamini furyası esti.
İsterseniz yaklaşan yazla birlikte daha da sık gündeme gelecek olan D vitamini gücü ve üretimi meselesini ve bu vitamine ilişkin doğru bilinen yanlışlar ile yanlış bilinen doğruları yeniden hatırlamaya çalışalım. Dosyamızın ilk bölümünü bugün açıyoruz, hazırsanız buyurun...
İYİ BİLGİ 1
ONU SADECE BESİNLERLE KAZANMAK MÜMKÜN DEĞİL
D vitamini yağda eriyen bir vitamin. Ama ne yazık ki zannedildiğinin aksine yağlar dahil besinlerin tamamında çok az -mini minnacık miktarda- D vitamini var.
Balık yağı, yağlı balıklar, karaciğer, süt ürünleri ve yumurtada bir miktar D vitamini bulunsa da bu besinlerin hiçbiri bize bedenimizin ihtiyaç duyduğu miktarda D vitaminini kazandıramaz. Bedenlerimizi D vitamini zengini yapmanın tek yolu var: Akıllıca, sık sık, yıl boyu güneşlenmek.
İYİ BİLGİ 2
GÜNEŞLENMEK ŞART
SAHİP olduğumuz D vitamini rezervinin yüzde 90’ından fazlası güneşteki ultraviyole ışınlarının (290-320 nanometre aralığı) derimizle temasından sonra üretiliyor. Güneş ışınları aracılığıyla deride üretilen bu öncül -ve etkisi sınırlı- D vitamininin önce karaciğerde sonra böbrekte ardı ardına 2 ayrı işlemden geçmesi gerekiyor. Bu iki işlemden sonra D vitamini ancak gerçek ve güçlü D vitamini olabiliyor(!).
İYİ BİLGİ 3
ETKİLİ D VİTAMİNİ HANGİSİ
AKTİF yani etkili D vitamini, tıp terminolojisinde “1.25 Dihidroksi Vitamin D3” olarak biliniyor. Bu aktif vitamin, serumda özel bir proteine bağlanarak organ, doku ve hücrelerimize taşınıyor. Hücrelere ulaşan D vitamini ise süratle “kendine özel reseptörlere/almaçlara” bağlanıyor. Bu reseptörlere “D vitamini reseptörleri” adı veriliyor. Tekrarlayalım: D vitamini hücrelere ulaştığında ancak bu reseptörlerle temasa geçtiği takdirde etkisini gösterme imkânı bulabiliyor. Bir hatırlatma daha: D vitamini ile ilişkiye giren bu çok özel reseptörler hücrelerimizin duvarında, içinde, çekirdeğinde yani her yerinde mevcut. Kısacası D vitamininin kendisi kadar “reseptörlerin gücü” de önemli bir ayrıntı.
İYİ BİLGİ 4
RESEPTÖRE BAĞLANMADAN ETKİLİ OLAMIYOR
D vitamini reseptörleri/almaçları hemen her hücrede var ama en çok deri, kemik, böbrek ve bağırsak hücrelerimizde yer alıyor. Bununla birlikte aynı reseptörlerin bağışık hücrelerinde, beyinde, göz, kalp, tiroid, paratiroid ve adrenal (böbreküstü) bezlerinde ve kas hücreleri ile pankreasın insülin üreten beta hücrelerinde de bulunduğu biliniyor. Ve zaten bu sayede de D vitamini sadece kemik ve diş bütünlüğü ve gelişiminde değil beyin gelişimi, kalp sağlığı, bağışıklık gücü ve daha birçok alanda fonksiyonlarını/becerilerini gösterme şansı buluyor.
İYİ BİLGİ 5
BAĞIŞIKLIĞIN ANA OYUNCUSUNDAN BİRİ DE ‘O’DUR
D vitamini rezerviniz yetersizse eğer bağışıklık sisteminizin kolu kanadı kırık, gücü kuvveti de yetersiz demektir. Zaten böyle olduğu içindir ki COVID-19 pandemisinde ölümler en çok D vitamini rezervi düşük kronik hastalıklı kişilerde görüldü. Prensip olarak güçlü ve yeterli bir bağışıklık fonksiyonuna sahip olabilmemiz için D vitamini seviyemizin 50’nin üzerinde olması lazım.
İYİ BİLGİ 6
İDEAL SEVİYE 50-100 ARALIĞIDIR
OPTİMAL bir sağlık için optimal D vitamini düzeyinin ne olması gerektiği konusunda hâlâ ortak bir fikir birliği olmasa da son zamanlarda tamamlanan pek çok bilimsel araştırma İDEAL SEVİYENİN 50-100 NG/ML ARALIĞI OLDUĞUNU gösteriyor. Prensip olarak 50’nin altına düşmemek, 100’ün üzerine çıkmamak en doğru yaklaşım gibi görünüyor. Bana göre, 60-80 aralığı idealdir. Rakamın 40’ın altına düşmesi uyarıcı olmalı, 30’un altına düşmesine asla müsaade edilmemelidir. 20 ve altındaki değerlerde ise “acil durum” ilan edilmeli, eksiklik süratle yerine konulmalıdır. Önemli bir hatırlatma da şudur: D vitamini seviyelerinin belirlenmesinde yarılanma süresi 2 hafta olan 1.25(OH)2D3 düzeyi ölçümlerinden faydalanılmaktadır.