Hürriyet yazarı Fatih Çekirge bugünkü köşesinde jandarmanın evlat operasyonunun detaylarını yazdı. İşte o hikaye:
Yine isim veremem. Çünkü isimsiz kahramanların hikâyesidir bu...
Anlatayım...
Uzun süren araştırmalardan sonra Jandarma’da yeni bir ekip yaratıldı...
“İkna uzmanları...”
İkna uzmanları, silahtan çok psikoloji eğitimine yoğunlaşmış donanımlı subaylar...
Görevleri:
“Örgüte dönme ihtimali olan teröristlerin tespit edilip onlarla bir şekilde bağlantıya geçilmesi ve ailelerinden yardım alarak ve psikolojik olarak destek verilmesi.”
Yani:
“Artık bu yolun yol olmadığını hisseden ama bunu örgüt içinde kendine bile fısıldamaya cesareti olmayan isimleri ikna etmek...”
Peki nasıl bir yöntem izlenecek?
Önce İHA’larla bölgesel tespitler yapılıyor.
Sonra kara istihbaratı devreye giriyor. Jandarma istihbarat timleri samanlıkta iğne arar gibi bu isimlerin yerlerini belirliyor.
Teröristin örgüt içindeki umutsuzluğu, rahatsızlığı analiz ediliyor.
Bu sırada Jandarma’nın “ikna uzmanları” teröristin ailesiyle bağlantıya geçiyor. Çocuklarının hayatta olduğunu anlatıyor...
Özellikle anneler doğal olarak “Yavrum için ne yapabilirim?” diyor.
Kara istihbaratından gelen bilgiler üzerine, teröristlerin bulundukları yerlere anne babalarının isimleriyle evlatlarına göndermek istedikleri mesajlar atılıyor...
Sonra bir bekleme süresi var...
Takip ediliyorlar.
Pişman olan çok sayıda PKK mensubu, TSK’nın ikna çabalarıyla teslim olup ailelerine kavuştu.
İşte şimdi asıl hikâyemize geliyoruz...
Uzun değerlendirmelerden sonra ortaya şöyle bir fikir çıkıyor:
“TRT FM gibi dünyanın her yerine yayın yapabilen güçlü bir radyo var. Anneler bu kanaldan evlatlarına seslenseler. ‘Gel artık yavrum’ deseler acaba nasıl bir etki yapar?”
Fikir anında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya iletiliyor.
Ve yine anında “onay” geliyor...
Bakan Soylu bu gelişmeyi birebir takip ediyor.
S.Ç küçük yaşta dağa kaçırılmış ve uzun yıllar orada kalmış bir terörist...
Son yıllarda yaşadıklarından öylesine bezmiş ki... Ama korkuyor. Türkiye’ye gitse başına kötü şeyler geleceği söylenmiş. Aile zaten zorda.
Ve bir sabah kampın dışındaki bir yerleşimde gezerken havadan atılan o kâğıtlardan birisini görüyor.
Gözlerine inanamıyor:
Yıllardır görmediği annesinin fotoğrafı ve “Yavrum ne olur dön” diyen o çığlık gibi bakışı...
Gözyaşlarını tutamıyor.
Ne yapmalı?
Nasıl kurtulmalı?
İçi içine sığmıyor. Önce kâğıdı alıyor. Tam cebine koyacak...
“Aman ha... Ya bir gören olursa?”
Bir daha bakıyor annesinin yüzüne... Siliyor gözyaşlarını... Orada bir ağacın dibine gömüyor annesinin bakışlarını...
Böyle bir süre geçiyor. İçten içe kahrolduğu günler.
Bu sırada Türkiye’de neler olduğu FM kanalından dinleniyor.
Ve bir sabah yayın sırasında yine bir şok...
Radyoda annesinin sesi...
Önce inanamıyor.
Örgütte “Anneleri zorla konuşturuyorlar” diye bir propaganda var.
Ama bu öyle mi?
Annesi nasıl candan “Oğlum dön ne olursun” diyor.
İşte o an “Artık yeter, ne olursa olsun buradan kurtulacağım...” diyor.
Ve beklemeye başlıyor. Zamanı kolluyor.
Gece mi gitse, gündüz mü?
Nasıl yardım alacak... Kimle bağlantı kuracak?
Arkadaşlar, buradan sonrasındaki detayları öğrenemedim.
Ancak bildiğim şey şu:
“S.Ç. bu yöntemle geçtiğimiz hafta annesine teslim edildi...”
Geçen hafta S.Ç. annesine sarıldı.
Gerisi tam anlamıyla bir “devlet sırrı”...
Nasıl bağlantı kuruldu?
S.Ç. nasıl bir yoldan getirildi? Nerede buluşuldu?
Bunları bilemiyorum ve sizlerin hayal gücüne bırakıyorum.
Ama sonuçta...
Jandarma muhteşem bir yöntemle...
Harika bir yaratıcılıkla bir evladı daha annesine kavuşturdu.
Öyle ya...
Jandarma denilince yalnızca “yüzleri komando boyalı”, ellerinde tüfeklerle genç kahramanlar gelmesin akla.
Kalplere giden yolu bulan bir Jandarma da var artık.
Öldürmeden kazanan Jandarmalar...
Kutluyorum sizi, isimsiz kahramanlar...