Takvimler 2007’nin Haziran ayını gösterdiğinde Amerika, Türkiye’de alçakça bir harekâta başladı. Bu harekât Amerika’nın bölgemizdeki emellerinin karşısında en büyük engel olan iki kuruma; Türk ordusuna ve Vatan Partisi’ne karşıydı. Kemalist Devrimi yıkma, Türkiye’yi bölme ve “Kürdistan” adı altında İkinci İsrail’i kurma amacı taşıyan bu harekata Türk milletini tarihsiz ve köksüz bırakmak amacıyla kasıtlı olarak Ergenekon adı verildi. Fethullahçı Gladyo tarafından vatansever, şerefli ve onurlu insanlar asılsız ve hukuksuz iddianamelerle hapse atıldı.
Her şey FETÖ tarafından önceden planlanmıştı; gizli tanıklar bulunmuş, sahte deliller üretilmiş, sanıkların evlerine uyuşturucular yerleştirilmiş ve Poyrazköy’de yapılan kazıda el bombaları bulunmuştu. Yarbay Ali Tatar da bu suç şebekesini korumak, himaye etmek ve sözde Ergenekon Terör Örgütüne üye olmakla suçlanıyordu.
FETÖ, Ergenekon sürecinde Türk ordusunu itibarsızlaştırmak ve Türkiye’nin milli güçlerinin direncini kırmak için her türlü ahlaksızlığa başvurdu. Özel görevlendirilmiş mahkemelerde hukuk ve vatanseverlik ayaklar altına alındı. Yapılan suçlamalar akıl ve mantık dışıydı. Soruşturma ve kovuşturma aşamalarında iddiaların asılsız ve delillerin uydurma olduğu ortaya kondu. Ama bu mahkemelerde hakikatin bir değeri yoktu. Uydurma olduğu kanıtlanmış suçlamalar Amerikan devleti görevlisi savcılar tarafından iddianamelere konuldu. Bu iddialar gazetelerde manşetlerden verildi ve yazılar yazıldı. O bembeyaz üniformalar kirletilmek isteniyordu ve yapılan savunmaların hiçbir değeri yoktu. Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek, 13 Nisan 2008’te yazdığı bir yazıda Ali Tatar’a tutuklatma emri veren yargıç Metin Özçelik (24 Nisan 2017’de FETÖ üyeliğinden 10 yıl hapis cezası almıştır) için şunları söylemişti:
“Beşiktaş’ta bir yargıç kürsüde, yüzüme bakamıyor, göğsü daralmış, derin derin soluklanıyor. O’na nasıl yardım edebilirim, vicdanına oksijen mi çekmek istiyor diye düşünüyorum. Hayır, tersine vicdanına oksijen gitmesin istediği için göğsü sıkışıyor. İnsanın vicdanına direnmesi zor iş!”1
Ali Tatar, 5 Aralık 2009’da gözaltına alındı. Aynı gün özel yetkili savcı Süleyman Pehlivan (21 Şubat 2019’da FETÖ üyeliğinden 13 yıl 6 ay hapis cezası almıştır) tarafından sorgulandı. Tatar, suçlamaları reddetti; iddiaların yalan ve iftira olduğunu, herhangi bir toplantıya katılmadığını ve terör örgütleriyle bir ilişkisinin olmadığını söyledi. Fakat FETÖ’cü Süleyman Pehlivan için bunların bir önemi yoktu. Tatar’ı “Silahlı terör örgütü üyesi” olduğu gerekçesiyle mahkemeye sevk etti. Yine aynı gün Nöbetçi hâkim Davut Bedir (Meslekten ihraç edilmiştir. Tutuklama emri vardır ve FETÖ firarisidir) tarafından tutuklandı. 16 Aralık 2009 günü 11. Ağır Ceza Mahkeme Yargıcı Bülent Akasma “Dosya kapsamı, mevcut delil durumu göz önüne alınarak” Ali Tatar’ın tahliyesine karar verdi.
Ancak Pehlivan, Tatar’ın peşini bırakmadı. Emir Amerika’dan gelmişti ve Tatar’ın tutuklanması gerekiyordu. Tahliyeden bir gün sonra Pehlivan karara itiraz etti. Özel yetkilerle donatılmış İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 18 Aralık 2009 günü itirazı görüşmek üzere toplandı. Mahkeme başkanı Şeref Akçay, üyeler FETÖ’cü Metin Özçelik ve Oktay Açar’dı. Mahkeme 2’ye karşı 1 oyla Tatar hakkında yakalama emri çıkartılmasına karar verdi.
Tutuklanmasının ardından 10 gün geçmişti. Sonunda evine ayak basmıştı ama psikolojik olarak yıkılmıştı, tutuklanışını onuruna yediremiyordu. Ailesiyle kutlama yapacaklardı. Saat 19.00’da bir telefon geldi, Kurmay Başkanlığı’na çağrılmıştı. Eşi Nilüfer’e “Hayra alâmet değil” dedi, gerildi ve yüzü asıldı. Gitti, geldiğinde ise çok üzgündü. Yeniden tutuklama kararı çıktığını söyledi. Saat 10-11 gibi teslim olması gerekiyordu. Dostlarının çabasına rağmen bir türlü sakinleşmedi.
Herkesle birlikte aşağıdaydı. Kimseye görünmeden yukarı çıktı. Doğruca banyoya gitti. Yaşananları sindirememişti. Belki bu süreç altı ay, bir yıl sonra geçecekti. Ama onun artık dayanacak hali yoktu. Bu hukuksuzluğu yaşayamazdı. Yaşananları ikinci kez kaldırması mümkün değildi. O deliğe bir daha dönmektense, mezara girmeyi tercih ederdi. Aynaya baktı, silahını şakağına dayadı.
“Şunu bilin ki, en küçük suçu ve günahı olmayan ben, bu yapılan haksızlığa isyan ve bu karanlığa bir nebze ışık olabilmek için hayatıma son veriyorum.”
Ardında bıraktığı mektubun son satırlarında bu cümleler vardı. Ali Tatar onuru için canına kıydı. Vatanseverlik ve bağımsızlık bayrağını bizlere miras bıraktı.