Yıllar önce “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.” diyen Atatürk’ün hatırası fikirlerini, duygularını anlayan ve hisseden milyonlarca insan tarafından yaşatılıyor…
Yüreği ülke ve insan sevgisiyle dolu büyük kahraman, yaşamı boyunca milletini ve ülkesini ileriye taşımak için mücadele etmişti. Başta bizzat Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisi ve değerleri olmak üzere, ömrü boyunca attığı tüm adımların arkasında bu büyük gaye yatıyordu. Bununla birlikte Atatürk şahsi ve gündelik yaşamında karşılaştığı olayları ve durumları da ülkesine ve insanlarına duyduğu büyük sevgiyle birlikte değerlendiriyor, son derece önemsiz ve sıradan gibi görünen olaylarda bile ulusuna liderlik ediyor, yol gösteriyordu. İşte Ulu Önder Atatürk’ün ülkesine duyduğu büyük sevgiyi gözler önüne seren hatıraları…
1. Atatürk, Türk milletinin ve devletinin cumhuriyetle birlikte çağdaş bir geleceğe hazırlanmasını arzu ediyordu…
Türk milleti, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde sürdürdüğü uzun ve yorucu savaşlardan zaferle ayrılmıştı. Bu zaferlerin ardından Türk milletinin geleceği inşa etme çabaları başlamıştı. Elbette, tarihin gördüğü en büyük liderlerden birisi olan Atatürk bu zorlu mücadelede de milletine önderlik ediyordu. Bu çaba doğrultusunda en büyük adımlardan biri atılmış, cumhuriyet ilan edilmişti. İşte cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün bizzat yaşadığı bir olay, ülkesine ve genç cumhuriyete verdiği önemi gözler önüne seren bir hatıra, Ahmet Hulusi Köymen tarafından nakledilmişti…
“Cumhuriyetin ilan edilmesinin üzerinden birkaç sene geçmişti. Atatürk, beraberindeki heyet ile Mudanya yolu üzerinden Bursa’ya gidiyordu. Şehrin girişinde Atatürk’ü büyük bir kalabalık bekliyordu. Kalabalığın içerisinden bir kadının, elinde bir kâğıtla Atatürk’e yaklaştığı görüldü. Atatürk’e iyice yaklaşan kadın şu sözlerle hitap etti: “Beni tanıdın mı oğul? Ben sizin Selanik’te komşunuzdum. Bir oğlum var, Devlet Demir Yollarına girmek istiyor. Siz onu alsınlar dediniz fakat müdür dinlemedi. Oğlumu yine işe almamışlar, ne olur bir kere de siz söyleseniz… Kalabalığın gürültüsünden, kendisini kadına duyurmak için sesini yükselten Atatürk, “’Oğlunu almadılar mı, ben tavsiye ettiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş. Çok iyi yapmışlar. İşte Cumhuriyet böyle anlaşılacak…” dedi. Atatürk beraberindeki heyetle birlikte kalabalıktan uzaklaşırken yanında bulunanlara, “İşte cumhuriyetten beklediğimiz netice,” diyerek yaşanan bu olay karşısındaki memnuniyetini de ifade etmişti…”
2. Atatürk, yaşamının her alanında olduğu gibi, devletin idaresinde de Türk milletinin çıkarlarını öncelik haline getiriyor, bu konuda da ulusuna örnek olmaya gayret ediyordu…
Atatürk’ün bu husustaki hassasiyetini gözler önüne seren bir örnek, büyük liderle uzun süre çalışma arkadaşlığı yapan Hikmet Bayur tarafından naklediliyor: “Eleştirici yaradılışta olduğumdan Genel Sekreterliğim sırasında bu “hastalığım” çok teperdi. Sabırlı olan Atatürk bu işlerdeki ilkesini şöyle özetlemişti: “Ben işleri sorumlusuna bırakır ve elde edilen sonuca göre hüküm veririm. Eğer bir işin behemehal yapılması gerektiği halde yapılmadığını görürsem işe karışır ve yol gösteririm. Normal olarak hükümet işleri iyi gitmezse başbakanı, ordu işleri iyi gitmezse genelkurmay başkanını değiştiririm.”
3. 1938 yılına gelindiğinde Mustafa Kemal Atatürk’ün sağlığı iyiden iyiye bozulmuştu. Hatta zaman zaman komaya giriyor, günlerce istirahat etmek durumunda kalıyordu…
Doktorlar, bu büyük kahramanın ciddi meselelerle ilgilenmesini, kendisini zorlamasını katiyen yasaklamıştı. Ancak ne hastalık, ne koma ne de doktorların telkinleri Atatürk’ün ülke sevgisinin önüne geçemiyor, onu durduramıyordu. İşte böyle bir süreçte dönemin başbakanı Celal Bayar önemli bir konuda Atatürk’ün fikrini almak için Dolmabahçe’ye geldi. Doktorlar, yalnızca 5 dakikalık bir görüşme için müsaade ettiler… Sonrasını Celal Bayar anlatıyor:
“Sanki hasta değil, rahat bir uykudan yeni kalkmış gibiydi. Elimdeki dosyanın ne olduğunu sordu: ‘Üçüncü beş yıllık planın son şekli Atatürk, dedim. Eliyle işaret etti. ‘Şöyle, yanıma otur anlat.’ Şezlongunu yükseltmelerini ve arkasına bir yastık konulmasını istedi. Göreceği yakınlıkta oturdum. Dinledikçe alakası artıyordu. Verilen beş dakika geçmişti. Genel sekreteri Hasan Rıza’nın bana bunu hatırlatmak için içeri girdiğini hissetti; ‘Gel Soyak, sen de dinle, başbakan çok güzel şeyler anlatıyor,’ dedi. Sadece başlıkları okuyor, birkaç cümle ile o bahsi tamamlıyordum. Öğrenmek istediklerimi de öğrenmiştim. Yakın gelecekleri okurcasına: ‘Ufukta yeni bir dünya savaşının bulutları var. Acele edin. Bunların çoğu ordu ve halk ihtiyaçları için şart olan tesisler, Allah muvaffak etsin acele edin,’ dedi. Bunları söyleyen insan birkaç gün önce komadan çıkmıştı. Sağlığı ile ilgili bir tek kelime etmedi…
4. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte yurdun dört bir yanında kalkınma hamlesi başlatılmıştı. Atatürk, bu eşi görülmemiş kalkınma hamlesine de önderlik ediyor, ülkesine ve milletine duyduğu sevgiyle memleketin her karış toprağındaki gelişmeleri yakından takip ediyordu…
Ancak kalkınma ve medeniyet için yapılsa dahi, bazı hamlelerin yeni cumhuriyete ve modern Türk insanına yakışır şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğine inanıyordu. Atatürk’ün bu konudaki hassasiyetini gösteren önemli bir örnek, Kemal Arıburnu’nun “Atatürk’ten Anılar” isimli kitabında yer alıyor:
“Atatürk, cumhuriyetin ilanından sonra çıktığı yurt gezilerinden birinde Karadeniz’e de uğrar. Rize’deki yolların düzgünlüğü ise büyük liderin ayrıca dikkatini çeker. Bu nedenle şehrin valisine, “yolları nasıl bu hale getirebildiniz?” diye sorar. Vali, yakınlarda yaşayan köylülerin jandarmalara toplattırıldığını ve yol onarımında çalıştırıldığını söyler. Valinin bu cevabı üzerine hiddetlenen Atatürk, biraz da sert bir şekilde şu karşılığı verir: “Vali Bey, ‘Corvee’ nedir bilir misin? Vali, “ Bilmem Paşam.” dedikten sonra Atatürk devam eder: “Öyle ise ben söyleyeyim, angarya demektir. Ve şu anda bilmeniz lazım ki, kanunsuz hiçbir vatandaşı işten alıkoyamaz, onu çalışmaya zorlayamazsınız. Cumhuriyet’te angarya diye bir şey yoktur.”
5. Atatürk’ün ülke sevgisi soyut bir kavram olmaktan çok uzaktı. Onun vatan ve millet sevgisi eylemlerinde, tavırlarında ve düşüncelerinde rahatlıkla görülebiliyordu
Bu doğrultuda söylediği “Vatanının en çok seven, görevini en iyi yapandır.” sözü de bu durumun güzel bir örneğiydi… Ahmet Gürel’in Atatürk ve Unutulmaz Anıları isimli kitabında yer verdiği bir hatıra, Atatürk’ün hem ülkesine hem de hem de cumhuriyetin adalet anlayışına verdiği değeri gösteriyor:
“Atatürk bir sabah Florya’dan Dolmabahçe’ye dönüyor. Yeşilköy istasyonunun önünden geçerken birdenbire otomobilini durduruyor ve yaverine, “Sorunuz, tren var mı?” diye emir veriyor. O sırada tren hemen hareket etmek üzeredir. Hep birlikte otomobilden inip trene biniyorlar. Karar ani verildiği ve uygulandığı için trene biniş hemen hemen kimsenin dikkatini çekmiyor. Bir müddet sonra her şeyden habersiz olan kondüktör Atatürk’ün bulunduğu kompartımana geliyor. Kafileyi görünce çekilmek istiyor. Atatürk hemen sesleniyor: “Görevini yap.” Yanındaki ekibi göstererek, “Bu efendilere niye bilet sormuyorsun?” Yanındakiler cevap veriyor: “Paşam biz milletvekiliyiz. Tren bileti almayız, parasız seyahat ederiz. Atatürk hayretle: Bu ayrıcalığı hiç de beğenmedim, diyor. Bu çok ayıp ve acayip bir kural. Çok güzel halkçılık!”
6. Mustafa Kemal kısa ömrünün neredeyse tamamını mücadele ile geçiren büyük bir liderdi. Üstelik bir ömrün sonunda yorgun, bıkkın ve umutsuz bir insan topluluğunu uygar ve egemen bir devlete sahip özgür yurttaşlara dönüştürmeyi başarmıştı
Bununla birlikte her adımını vatan sevgisiyle atan Atatürk’ün bu sevgisi, elbette ülkesinin tüm insanlarına duyduğu sevgiden bağımsız değildi. Kemal Arıburnu, “Atatürk’ten Anılar” isimli kitabında, Hasan Reşit Tankut’un ağzından bu hususta önemli bir hatıra aktarıyor:
“Gazi Hazretleri, sizi bugünün yazarları ve şairleri, edipleri kalplerinin en samimi köşesinden kaynayıp çıkan sevgi ve takdir kelimeleri ve cümlelerle anarlar. Kimi Gazi der, kimi Kurtarıcı der, kimi milletin en büyüğü olarak anlatır. Bunların hepsi gerçeği anlatan nitelikler olmakla beraber, benim anladığım Gazi Hazretlerinin tam kendisini anlatamazlar. Bence siz her fert gibi kullanmasını istediği ve hak bildiği bütün zevklerini, hazlarını ve tutkularını önce vatanseverlik odağında toplayıp süzdükten sonra uygulama alanına koyan bir insansınız. Sizde her şeyden önce millet sevgisi vardır...”
“Büyük adamın gözleri yaşardı. Ve gönüllerimizi, hareketlerine sonsuz olarak bağladığı zarif jestini yaparak: Evet! Mustafa Kemal’in gerçek tanımı budur. Ve sönmez heyecanının tanrısal bir dalgası görkemiyle ekledi: “Her şeyden evvel millet ve daima millet…”
Büyük Önderimizin ülkesine ve insanlarına duyduğu sevgi yalnız şahsi yaşamındaki olaylara yaklaşımını belirlemiyordu…
Ulu Önder hemen her konuşmasında da ülkesine duyduğu sevgiyi, bağlılığı ve güveni açıkça dile getiriyordu. İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk milletine ışık tutuna, ülke sevgisiyle dolu bazı sözleri…
“Ben batı milletlerini, bütün dünyanın milletlerini tanırım. Fransızları tanırım, Almanları, Rusları ve bütün dünyanın milletlerini şahsen tanırım ve bu tanışmam da harb sahalarında olmuştur, ateş altında olmuştur. Ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek size temin ederim ki, bizim milletimizin manevî kuvveti bütün milletlerin manevî kuvvetinin üstündedir.”
“Mazinin kararsız, çürümüş zihniyeti ölmüştür. Bütün dünya bilmelidir ki, Türk milleti hakkını, haysiyetini, şerefini tanıtmaya kadirdir. Türk vatanının bir karış toprağı için bütün millet bir vücut olarak ayağa kalkar.”
“Bu dünyadan göçerek Türk milletine veda edeceklerinin çocuklarına kendinden sonra yaşayacaklara, son sözü bu olmalıdır: “Benim Türk milletine, Türk cemiyetine, Türklüğün istikbaline ait ödevlerim bitmemişti, siz onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz.”
“Memleket ve millet hizmetlerinde baş olmak isteyenlerin ilham kaynağı, milletin hakikî hisleri ve emelleridir.”
“Millet sevgisi kadar büyük mükâfat yoktur…”
“Benim için en büyük korunma noktası ve şefaat kaynağı milletimin sinesidir.”
“Ben gerektiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim.”
“İki Mustafa Kemal vardır. Biri, ben, fâni Mustafa Kemal; diğeri milletin içinde yaşattığı Mustafa Kemaller idealidir. Ben onu temsil ediyorum. Herhangi bir tehlike anında ben ortaya çıktımsa, beni bir Türk anası doğurmadı mı? Feyiz milletindir, benim değildir.”