Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, önceki gün imzaladığı iki kararname ile Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Lugansk Halk Cumhuriyeti'ni tanıdıklarını ilan etti. Böylece Rusya-Ukrayna geriliminde ne olacak sorusuna noktayı koyan Putin, NATO'nun daha fazla genişlemesine tahammülleri olmadığını net şekilde gösterdi.
Kimileri bu hikayenin başlangıcını Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra NATO'nun “Açık Kapı” politikasıyla genişlemesine dayandırsa da, aslında yaşananların çok daha eski bir geçmişi bulunuyor.
1946 yılının soğuk bir kış gününde Rusya'da bulunan ABD'li diplomat George Kennan, Washington'a gönderdiği 17 sayfalık meşhur “Long Telegram”ı ile Soğuk Savaş'ın düşünsel temellerini attı. Kennan daha sonra Temmuz 1947’de Foreign Affairs dergisinde “X” imzasıyla “Sources of Soviet Conduct” (Sovyet Tutumunun Kaynakları) başlıklı bir makale de yayımlayarak ABD’nin “Çevreleme Politikası”nın temel parametrelerini ortaya koydu.
Çevreleme Politikası (Containment Policy), ABD’nin Soğuk Savaş’ın ilk yıllarından başlayarak izlediği ve SSCB’nin II. Dünya Savaşı sonrasında artan etkisini sınırlamayı hedefleyen doktrine verilen isim oldu. Doktrin, “yayılmacı eğilimleri durdurulduğunda komünist yönetimlerin çökmelerinin kaçınılmaz olacağını” ileri sürüyordu. Kennan’a göre, “Rus yayılmacı eğilimlerinin önü uzun erimli, sabırlı, ancak kararlı ve uyanık bir çevreleme yoluyla” alınabilirdi. Politikasının ilk somut örneği 12 Mart 1947’de açıklanan Truman Doktrini olmuş, Soğuk Savaş boyunca ABD’nin küresel politikalarına biçim vermeyi sürdürmüştür.
20. YÜZYILIN EN BÜYÜK JEOPOLİTİK FELAKETİ
ABD, Çevreleme Politikası'nı uygulamaya karar verdiğinde tarihin gördüğü en güçlü devletti. Muazzam bir ordusu, devasa bir ekonomik gücü vardı. Milli gelirinin yüzde 28’i sanayi üretimine dayalıydı. Her gün yaptığı bir çıkarma gemisi ile İngilizlere savaş kazandırmıştı. Asya’yı Hirohito ve faşist Japon askeri rejiminden kurtaran kahraman rolündeydiler. ABD cari ödemeler dengesi 38 milyar dolar fazla vermiş, II. Dünya Savaşı'nda darmadağın olan ülkeleri ayağa kaldırmaya yetişmişti. Böyle bir iklimde Winston Churchill, 5 Mart 1946'da ABD'deki Westminster Koleji'nde “Demir Perde” terimini kullanarak Soğuk Savaş'ın da startını verdi. Böylece Hitler faşizminin ardından yeni düşman bulunmuş, Sovyetler Birliği'ne karşı TransAtlantik bağ kurulmuş, 1949 yılında da NATO kurularak ittifak vücut bulmuştu. Daha sonra Mahanist yaklaşım ile kıyıbaşları tutuldu, Kenar-Kuşak ile SSCB çevrelendi. 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Varşova Paktı'nın dağılmasıyla birlikte de Putin'in deyimiyle “20. yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi” yaşandı. Bir günde SSCB topraklarının yaklaşık yüzde 40’ı, üretim kapasitesinin yarısı kaybedildi. Milyonlarca insan yurtsuz kaldı. Fukuyama'lar için “tarihin sonu” geldi. Yani Soğuk Savaş sonrası dünyada artık liberal kurumların ve düşünce yapsının hakim unsurlar olarak kalacağı, kapitalizmin alternatifsiz-kaçınılmaz-nihai bir sistem olduğu ve dolayısıyla ideolojik anlamda insanoğlunun varabileceği son noktaya vardığı tezleri ortaya atıldı.
RUSYA'NIN GERİ DÖNÜŞÜ
Rusya'nın bu jeopolitik felakete yanıt vermesi zaman aldı. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından 1992 yılında Rusya dış politika uzmanlarından Migranyan, “eski SSCB devletlerinin jeopolitik kaderinin AB veya NATO gibi kurumlara bırakılamayacağını” söyledi.
1993 yılında Kozyrev, Yakın Çevre (Near Abroad) Doktrini'ni ortaya atarak, doğuya doğru çekilme sonucu oluşan savunma ve güvenlik boşluğunun Rusya'nın rakipleri tarafından doldurulmasına karşı tedbir alınmasını istedi.
1996'da Dışişleri Bakanı Evgeniy Primakov, milli çıkarlarının Batılı devletler tarafından kabul edilmesi gerektiğini ifade ederek, NATO’nun Doğu Avrupa’ya doğru genişlemesini eleştirdi. NATO’nun yetkisinin AGİT’e verilmesi için uğraşarak, eski Sovyet devletleriyle NATO arasında ilişkilerden rahatsız olduklarını belirtti. Avrasyacı olarak da bilinen Primakov, Batı Asya'da ve eski Sovyet Cumhuriyetleri'nde ABD’nin etkisini ve gücünü zayıflatmak için bölge güçleriyle ittifaklar kurma politikası önerdi.
24 Mayıs 2000 yılında ise Rusya Güvenlik Konseyi, Rusya Dış Politika Doktrini’ni kabul etti. Putin Doktrini olarak bilinen belgede, çok kutuplu dünya düzeni için Kremlin’in çaba harcayacağı yer almaktaydı. Putin’in kendisinin ifade ettiği gibi Rusya, tarihinin son 200-300 yılında ilk defa varlığına tehlike oluşan bir dönemde yaşamakla yüzyüze kalmıştı. Genel olarak Batı’yı, özel olaraksa ABD dış politikasını eleştiren Putin, NATO’nun eski Sovyet Bloğu devletleriyle ilişkisini ve doğuya genişleme politikasına artık sessiz kalmayacağını, gerektiği halde askeri müdahale edebileceğini açık olarak belirtiyordu. Doktrin'in beş temel noktası vardı:
Rusya, uluslararası hukukun temel prensiplerini kabul ederek, diğer devletlerle ilişkilerini bu prensipler üzerinde kuruyor.
Uluslararası sistem çok kutuplu olmalıdır. Tek kutuplu dünya düzeni ortadan kaldırılmalıdır. Rusya, tek bir devletin karar vermesine neden olan uluslararası sistemi değiştirmek niyetindedir.
Rusya hiçbir devletle çatışma taraftarı değildir, aynı zamanda kendini tecrit politikasından yana değildir. Avrupa, ABD ve diğer dünya devletleriyle ilişkiler kurmaktan yanadır.
Diğer devletlerde yaşayan Rusya vatandaşlarının hukuklarının korunması; ekonomik çıkarların korunması ve Rusya’ya yapılacak herhangi bir harbi taarruza hemen cevap verilecektir.
İmtiyazlı çıkarlara sahip olduğu bölgelerde Rusya’nın ortak tarihe sahip olduğu vurgulanmakta ve Moskova’ya daha sıkı bağlı olması gerektikleri ifade edilmektedir.
NATO SÖZÜNDE DURMADI
Rusya'nın dış politika yaklaşımını giderek daha da sertleştirmesinin asıl nedeni Batı'nın tavrı oldu. Sovyetler yıkıldıktan sonra doğuya genişlememe sözü veren NATO, bu sözünde durmadı.
1994 ve 1997 arasında, NATO ve komşularının bölgesel konularda işbirliği yapması için “Barış İçin Ortaklık”, “Akdeniz Diyaloğu” girişimi ve “Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi” gibi daha geniş forumlar oluşturuldu. 1999’da üç eski Varşova Paktı devleti (Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya); daha sonra 2004'te Romanya, Bulgaristan, Slovakya, Litvanya, Estonya ve Letonya NATO’ya üye yapıldı. 2008'de NATO Bükreş Zirvesi'nde Ukrayna’nın NATO’ya üyelik süreci resmi statüye dönüştü. Aynı zirvede Gürcistan’a “Üyeliği Hedefleyen” devlet statüsü tanındı. 5 Haziran 2017'de Karadağ, Rusya'nın itirazlarına rağmen NATO'nun en yeni üyesi oldu. Bu genişleme politikasına “Çevreleme Doktrini”nin fikir babası Kennan bile itiraz etti. Kennan, o dönem genişleme kararını eleştirerek bunun, “Soğuk Savaş atmosferinin Doğu-Batı ilişkilerine yeniden yerleşmesinin, Rus dış politikasının kesinlikle kendilerinin hoşuna gitmeyecek yönlere itmesinin beklenebileceğini” ifade etti. Rusya, artık büyük oranda kuşatılmıştı.
YENİ BİR DÜNYA KURULUYOR
Estonya, Litvanya ve Letonya'nın NATO'ya alınmasıyla birlikte ön bahçesinde denizlere erişimi kısıtlanan Rusya, Bulgaristan ve Romanya'nın da NATO'ya katılmasıyla arka bahçesi Karadeniz'de sıkıştırılmaya başladı. Rusya için donmayan tek deniz olan Karadeniz'de kıstırılmak kabul edilemezdi. Rusya, dış ticaretinin yüzde 60'ını Karadeniz'den yapıyor, Akdeniz ve Afrika'daki faaliyetlerini Karadeniz Filosu ile yürütüyordu. NATO ise saldırgan davranarak Bulgaristan'da Novo Selo'ya 5 bin kişilik üs kurmuş, Romanya'ya anti-balistik füze sistemi yerleştirmişti. 2008'de çıkarılan özel Karadeniz Kağıdı ile Karadeniz'de varlığını artırma kararı aldı. Bu kadar kışkırtmanın ardından bir de Ukrayna ve Gürcistan'ın NATO'ya alınması demek, Rusya için jeopolitik bir intihardı. ABD, 2014'te düğmeye bastı.
ABD, Ukrayna'da Maidan Olayları ile bir Turuncu Darbe yaparak adeta Ukrayna'yı işgal etti. Rusya'nın, Ukrayna'nın NATO'ya alınmayacağına dair tüm garanti taleplerini geri çeviren ABD, saldırganlık seviyesini de yükseltti. Karadeniz'deki üs ve tatbikat sayılarını artırdı, bombardıman uçaklarını gönderdi. Rusya ise daha fazla tahammül edemezdi. Önce Kırım, ardından Donetsk ve Luganks ile yanıtını verdi. Böylece NATO'ya girmek isteyen çevre ülkelere de açık bir mesaj gönderen Rusya, hem NATO'nun “Açık Kapı” politikasının sonunu getirdi, hem de çok kutuplu dünyayı resmen ilan etti. 77 yıllık Trans-Atlantik bağın çözüldüğünü tüm dünyaya gösterdi.
BATI RUSYA'YA ‘GENİŞLEMEME’ GÜVENCESİ VERDİ Mİ?
Rusya, dönem dönem NATO'nun doğuya genişlemeyeceğine dair kendilerine güvence verildiğini hatırlatırken, Batılı ülkeler böyle bir güvencenin hiçbir zaman verilmediğini iddia ediyor. Halbuki geçmiş açıklamalara bakıldığında, bu konunun daima gündemde olduğu görülüyor.
Örneğin, SSCB dağıldıktan sonra Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’nde NATO’ya katılma eğilimi gelişti. Yeltsin bunu Rusya'nın bir tür “neo-izolasyonu” olarak gördü fakat “İki Artı Dört Antlaşması’nın ruhu, NATO bölgesinin doğuya doğru genişletilmesi seçeneğini engelliyor.” dedi.
1990’da Fransız Dışişleri Bakanı olan Roland Dumas, NATO birliklerinin eski Sovyet topraklarına yaklaşmayacağına dair söz verildiğini söyledi.
Zamanın ABD Moskova Büyükelçisi Jack Matlock da NATO'nun doğuya doğru genişlemeyeceğine dair "kategorik güvenceler" verildiğini ifade etti.
ABD, İngiltere ve Almanya, Kremlin'e Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerin NATO üyeliğinin söz konusu olmadığının sinyalini verdi. Mart 1991'de İngiltere Başbakanı John Major, Moskova'yı ziyareti sırasında “Böyle bir şey olmayacak.” sözü verdi.
Yine Yeltsin, NATO genişlemeye başladığında bundan duyduğu memnuniyetsizliği dile getirdi. Yeltsin, Batı'nın kendisini NATO’nun genişlemesini kabul etmeye zorladığını söyledi.
Alman Dışişleri Bakanı Hans-Dietrich Genscher 31 Ocak 1990'da, NATO'nun “Varşova Paktı'na ne olursa olsun, NATO topraklarının doğuya ve Sovyetler Birliği sınırlarına daha yakın bir yere genişlemesi olmayacak." şeklinde bir bildiri yayınlamasını önerdi. Bu; İngiltere, ABD, Fransa ve İtalya tarafından olumlu karşılandı. ABD Dışişleri Bakanı Baker da Genscher’in açıklamaları için “Şu anda sahip olduğumuz en iyi şey bu” değerlendirmesinde bulundu. Genscher, Rusya’ya şu güvenceyi verdi: “Bizim için NATO'nun doğuya doğru genişlemeyeceği kesin.”
Baker da Rusya’ya, “NATO'nun doğuya doğru ilerlemeyeceğine” dair sağlam garantiler sundu. Gorbaçov, NATO genişlemesinin "kabul edilemez" olduğunu söylediğinde Baker, “Buna katılıyoruz.” ifadelerini kullandı.
Dönemin NATO Genel Sekreteri Manfred Wörner, Batı ittifakının genişlemesine açık bir şekilde karşı olduğunu ifade etti.
Son olarak Putin de bu yıl ocak ayı sonlarında yaptığı açıklamada, “Bize 1990'larda NATO’nun doğuya bir karış genişlemeyeceğini söz vermiştiniz.” ifadelerini kullandı. Putin, bunu “güvenliğin bölünmezliği” ilkesiyle gerekçelendirdi.