Nazım Hikmet Ran, bir daha geri dönmeyeceği Selanik'te 1901 yılında dünyaya geldi. Babası Hikmet Bey, sonradan adı Galatasaray Lisesi olan Mekteb-i Sultani'den mezun. Zamanında ticaret yapmayı denemiş, başarılı olamayınca da Dışişleri'nde memur olarak çalışmaya başlamış. Ama memurluğu da pek sevmemiş...
Nazım Hikmet'in şairlik ruhu, annesi Ayşe Celile Hanım ve dedesi Nazım Paşa'dan geçmiş. Annesi Fransızca bilen, piyano çalan ve resim yapan güzeller güzeli bir kadın. Babasının babası Nazım Paşa da mevlevi tarikatından ve şairliğe yatkın, özgürlükçü. Valilik yapmış bir bey, son olarak da Selanik valisi.
Babası Hikmet Bey memurluğu sevmediği için bir süre işinden ayrıldı ve dedesi Nazım Paşa'nın yanına taşındılar. Orada işler istedikleri gibi gitmeyince İstanbul'a geldiler ve Hikmet Bey ne kadar istemese de memuriyete geri döndü.
Nazım Hikmet'in çocukluğunda hep bir yoğunluk ve sık sık devlet işlerinin de konuşulduğu misafirler olurmuş. Memleket kaygısı tam da burada başlamış ve ilk şiirini de 12 yaşında yazmış. Şiirinin adı da Feryad-ı Vatan... Bahriye nazırına okuduğu bu şiir çok beğenilince, Nazım Hikmet'in de Bahriye Mektebi'ne gitmesine karar verildi.
Tabii Nazım Hikmet'in aklı fikri şiirde. Askeri disipline pek ayak uyduramamış ve derslerinde de gereken başarıyı gösterememiş.
Ama okulunu bitirmiş ve Hamidiye Gemisi'ne güverte stajyer subayı olarak atandı. Ancak halk arasında Zatülcenp denilen hastalığa yakalanıp, 2 ay tedavi görmesine rağmen deniz subayı olacak sağlığa kavuşamaması sebebiyle çürüğe ayrıldığı söyleniyor. Bu bir iddia, diğer bir iddiaya göre ise aşırıya kaçan halleri sebebiyle okuldan atıldı. Hangisi doğru kesin olarak bilemiyoruz ne yazık ki.
Ama ikinci iddia şöyle dursun, Nazım Hikmet'in 1921 yılında henüz 19 yaşındayken milli mücadeleye katılmak için bir arkadaşıyla Anadolu'ya kaçıyor.
Bir süre cepheye gönderilmek için beklese de bu gerçekleşmeyince Bolu'da öğretmenlik yapmaya başladı. Aynı yılın eylül ayında da Batum üzerinden Moskova'ya geçip Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'nde Siyasal Bilimler ve İktisat okudu.
1924 yılında Türkiye'ye döndüğünde Aydınlık dergisinde yazmaya başladı.
Şiir ve yazılarından dolayı 15 yıl hapsi istenince de yeniden Sovyetler Birliği'ne geri döndü. 3 yıl sonra, 1928'de af kanunundan yararlanarak ülkeye geri döndü. Ama gelir gelmez tutuklandı...
Hapisten çıktıktan sonra bir dergide yazmaya başladıysa da hep geçim sıkıntısı çekti. Ardından 1933-1937 yılları arasında yeniden tutuklu kaldı.
Ama asıl darbeyi bundan sonra yedi. Çok sonradan kumpas olduğu anlaşılsa da, 'Orduyu ve donanmayı isyana teşvik suçundan' 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Haksız tutuklandığını bildiği için Atatürk'ten yardım istedi.
'Türk inkılabına ve senin ruhuna and içerim ki suçsuzum. Askeri isyana teşvik etmedim. Deli, serseri, mürteci, satılmış, inkılap ve yurt haini değilim ki bunu da bir an olsun düşünebileyim. Büyük işlerinin arasında seni bir Türk şairinin felaketi ile alakalandırmak istemezdim. Bağışla beni. Seni bir an kendimle meşgul ettimse, alnıma vurulmak istenen bu 'inkılap askerini isyana teşvik' damgasının ancak senin ellerinle silinebileceğine inandığımdandır. Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin. Kemalizmden ve senden adalet istiyorum. Türk inkılabına ve senin başına and içerim ki suçsuzum.'
Ama aynı dönem Atatürk ölüm döşeğindeydi. Ve ne yazık ki mektubu okuyamadan ebediyete göçtü...
Bunun üzerine Nazım Hikmet tam 13 sene cezaevinde kaldı. Yazıları ve şiirleri 30-40 dile çevrilirken, kendi ülkesinde 1938-1968 yılları arasında yasaklanmıştı.
Demokrat Parti'yle gelen af ile özgür kalması için dışarıda aydınlar, içeride Nazım Hikmet açlık grevine başladı. Sonunda, 1950'nin Temmuz ayında özgürlüğüne kavuştu.
Bu dönemde hayatındaki kadın olan Münevver'le evlendi ve Memet adında bir oğulları oldu.
Ancak kalbinden hastayken, 46 yaşındayken, yasal olarak yükümlülüğü olmaksızın askere çağırıldı. Bu, aslında onun ölüm fermanıydı. Öldürüleceğini anladı ve 2,5 aylık oğlunu ve aşkını, vatanını terk ederek yeniden Moskova'ya kaçmak zorunda kaldı. Orada, dolup taşan bir konser salonunda gelişi coşkuyla kutlandı Nazım Hikmet'in...
25 Temmuz 1951'de vatan haini ilan edilip vatandaşlıktan çıkarıldı.
Moskova'da da vatandaşlık alamadı ve annesi tarafından dedesinin kütüğüne geçti ve Polonya vatandaşı oldu.
Ardından da son aşkı Vera'yla Moskova'ya taşındı ve birlikte pek çok ülkeyi ziyaret ettiler.
Ama kalp rahatsızlığı sürüyordu ve hep ölümü düşünüyordu. Oğlu Memet'e son mektubunda şunları yazmıştı ve Anadolu'da bir köy mezarına gömülmek istemişti.
3 Haziran 1963'te bütün bu hasretlere, sürgüne, özleme, aşka ve ayrılığa dayanan kalbi daha fazla dayanamadı ve sabah gazetesini almak üzereyken vefat etti.
Kalabalık bir törenle cenazesi düzenlense de, vasiyetindeki gibi Anadolu'daki bir köye değil, Moskova'da kahramanlar mezarlığına gömüldü Nazım Hikmet.
Ölümünden bir yıl sonra Türkiye'de şiirleri okunmaya başlandı. 2009 yılında da vatandaşlığı yeniden verildi. Tam 58 yıl sonra, hasretini çektiği memleketinin yeniden bir vatandaşı oldu.
Büyük şair Nazım Hikmet’in “Kuvayı Milliye Destanı” adlı eseri en değerli eserlerinden.
Kuvayı Milliye, ölüm fermanı verilmiş bir liderin başlattığı kurtuluş mücadelesinin adıdır. Ankara’da Gazi Meclis’i kuran bağımsız iradedir. Milletin kaderinin, millet iradesine teslim edilişinin tescilidir. Kurtuluş Savaşı’nın önderi Gazi Mustafa Kemal (Atatürk) olağanüstü şartların yaşandığı o günlerde, kanun çıkarma yetkisini üç ayda bir yenilenmek şartıyla elde edebilmişti. Bu nokta cem olmaktan, toplanmaktan, cumhuriyet değerlerini savunmaktan gelen bir ince çizgidir, önemlidir. Bürokrasiyi silmek, eyleme hız kazandırmak düşünülmemiş, mevcut şartlar altında bile feda edilmemiştir. Bu bir sınır taşıdır. Sonucu da başarılı olmuştur. Osmanlı Devleti’nin II. Viyana Kuşatmasında başlayan geri çekilişi o tarihte siyasal olarak henüz tescil edilmemiş genç Türk Devletinin azim ve duyarlılığı sayesinde Sakarya Meydan Muharebesi ile sonlandırılmıştır.
Şiirinden Alıntılar
"Memleketim. Memleketimi seviyorum. Çınarlarında kolan vurdum, hapishanelerinde yattım. Hiçbir şey dindirmez iç sıkıntımı, memleketimin şarkıları ve tütünü kadar."
"Ateşi ve ihaneti gördük. Ve yanan gözlerimizle durduk bu dünyanın üzerinde"