1. Huzuru bozmak
Huzuru bozmak, kavga etmekten tutun alkollü eğlence ve şiddetli tartışmayı da kapsayan geniş bir suçtu. Kırsal kesimde statükoyu bozan her şey huzuru bozmak olarak görülebilir ve suçla orantılı olarak ceza verilirdi. Basit bir alkollü eğlence ve sarhoşluk, şehrin merkezinde boyunduruğa vurulmanızla sonuçlanabilirdi. Boyunduruk cezasının süresi huzurun ihlalinin ne kadar şiddetli olduğuna bağlı olarak bir saat, yarım gün veya tam gün sürebilirdi.
Bu cezada kişinin baş öne eğik olacak şekilde eller ve baş bir tahtaya kilitlenir ve halkına insafına bırakılırdı.
Hakaret ve alay etmek yaygındı ve bazen suçlulara çürük sebzeler de fırlatılırdı. Huzuru bozdukları için güçlü bel ağrısı eşliğinde aşağılanmaya maruz kalıyorlardı da diyebiliriz. Bazı yerler tahta boyunduruğa benzer bir direk kullanıyordu ancak sadece ayaklar kelepçeleniyordu ve suçlular kasaba için sergileniyordu. Çoğu zaman huzuru bozmak küçük sayılan bir suçtu ve cezası da daha hafifti ancak bazı durumlarda daha kötü cezalar verilebiliyordu.
Örneğin, Kral Barışının İhlali'nin durumunda ki bu durum vergi kaçakçıları, kalpazanlar ve iftiracıları kapsıyordu, infaza kadar giden çok daha sert cezalarla karşılaşılabiliyordu.
Kasaba icra memuruna bağırmak huzuru bozmak olarak kabul edilebilirken, kasaba icra memuruna kendilerinin veya hiç kimsenin krallığa vergi ödememesi gerektiğini bağırmak, Kral Barışının ihlali olarak değerlendiriliyordu.
2. Hırsızlık
Hırsızlık geçmişte en çok işlenen suçlardan biriydi. Çiftlik evleri arasındaki büyük mesafeler, ormanda kaybolma durumu ve genel çaresizlik birçok insanı hırsızlık yapmaya yöneltiyordu. Çoğu hırsızlık ise genelde ufak tefek hırsızlıklardı. Bu küçük hırsızlıklar genellikle basit bir para cezasıyla halledilirdi ancak para cezaları genellikle büyüktü ve hırsızlığın kendisi ile orantısızdı. Örneğin, İngiltere'nin Danimarka kontrolündeki bölgelerinde yarım mark çalmanın cezası kırk marktı. Yani bu, bugün yirmi dolar değerinde bir şey çalarsanız, cezanın bin 600 dolar olacağı anlamına gelir.
Hırsızlık genellikle farklı hükümdarlar tarafından farklı şekilde cezalandırılırdı, aynı bölgede hüküm süren hükümdarlar bile hırsızlığı farklı şekilde değerlendirirdi.
Bazen bir hükümdar, bir kişinin hırsızlık yaparken yakalandığını dünyaya göstermek için bir kulağını veya elini keserdi. Diğerleriyse hırsızları direkt ölüme mahkum ederdi. Bazı krallar, yarım markın üzerindeki herhangi bir miktarın hırsızlığın ölümle cezalandırılabileceğini düşünüyorlardı.
Bazı hırsızların, çaldıkları topluluğun önünde çıkarılır ve belirli sayıda halka açık kırbaçlara katlanmaları emredilirdi.
Genelde, mallar iade edilir ve kasaba kefaret olarak kırbaçlamayı izlerdi. Hırsızlığı kontrol altına almak, her Orta Çağ hükümdarının en önemli önceliklerinden ve mücadelelerinden biriydi. Bildirilmesi, harekete geçilmesi ve önlenmesi zor bir suçtu, bu nedenle de suça karşı bu kadar geniş bir tepki yelpazesi vardı.
3. Kaçak avlanma
Orta Çağ'da toprakların çoğu yerel lordlar ve yüksek krallar tarafından sahiplenilmiş ve yönetilmişti. Feodal beyler, piskoposlar ve krallar yüzbinlerce dönüm araziye sahipti ve bu arazilerdeki her şey sahibinin mülkü olarak kabul ediliyordu. Bu, sıradan insanların, köylülerin ve gezginlerin izin almadan veya özel bir ücret ödemeden kralın sahip olduğu topraklarda avlanamayacağı veya bir şey toplayamayacağı anlamına geliyordu. Bu nedenle izniniz olmadan bu arazilerde hayvanları avlamak kaçak avlanma olarak kabul ediliyordu. Neredeyse tüm Orta Çağ yetkilileri, kaçak avlanmayı son derece ciddiye alıyordu ve bunu yapmanın cezası genellikle ölümdü.
Bu cezanın bu kadar sert olmasının nedeniyse oldukça büyük arazileri insan gücüyle korumanın zor olması nedeniye en baştan caydırıcı bir ceza verilmek istenmesiydi.
Kralın kraliyet bahçelerinden bir şeyler toplamak, size ait olmayan bir araziye ait ağaçları kesmek veya topraktan hammadde toplamak da birer suçtu. Kaçak avlanmanın cezası her zaman ölüm değildi ancak idam edilmeyenler genellikle sakat bırakılıyordu. Kraldan çalmak ve gelecekte avlanmayı zorlaştırmak için hırsızlar genellikle bir elini kaybederlerdi. Kaçak avlanmaya yönelik güçlü caydırıcılığa rağmen, kralın adamları tarafından hırsızlık yaparken yakalanmak son derece zor olduğu için birçok insan bundan paçayı sıyırabilmişti.
4. Dine küfretmek
Katolik kilisesi Orta Çağ Avrupa'sına egemendi ve birçok yargı bölgesinde düzeni sağlamayı amaçlayan standart yasaların yanı sıra dini yasalar da bulunuyordu. Bu dini kuralların en katılarından biri de küfürle ilgiliydi. Kilise hakkında kötü konuşmak, Tanrı'yı veya kiliseyi yüce olarak kabul etmeyi reddetmek veya kiliseninkinden farklı fikirler ileri sürmek küfür olarak kabul edilirdi.
Bu, hem Ortaçağ Hıristiyanlığında hem de Ortaçağ İslam'ında birçok dini lider tarafından sürdürülen ortak bir görüştü.
Çoğu zaman, küfür edenler dillerinin kesilmesiyle cezalandırılırdı. Bu korkunç suçtan suçlu bulunan biri bağlanır ve hayatının geri kalanında konuşamayacak şekilde sıcak maşa veya pense ile dili çıkartılırdı. Diğer cezalar ise Eski Ahit'e göre recm ve idamı içeriyordu. İngiltere'de en son küfür nedeniyle asılma ise 1697'de genç bir adam Mesih'in mucizelerinin gerçekliğini ve Eski Ahit'in bütünlüğünü inkar ettiği için asıldığında meydana geldi.
5. İhanet
İhanet, kralın kendisi tarafından ilgilenilen çok yaygın bir suçtu. Orta Çağ, toplumsal değişim, savaşlar, devrimler, isyanlar, dini değişimler ve diğer huzursuzlukların damgasını vurduğu çalkantılı bir dönemdi. Çoğu kez bu olaylardan birinin sonunda kaybeden taraf vatana ihanetle suçlanıp idam cezasına çarptırıldı. Bazen bu önde gelen tek bir lider olabilirken bazen çok sayıda insan olabilirdi. Neredeyse her durumda vatana ihanetten suçlu bulunmanın cezası ölümdü.
Üstelik bu herhangi bir ölüm değildi. Vatana ihanet, genellikle akla gelebilecek en acımasız infazlarla sonuçlanırdı.
Çekerek vücudu dörde bölünmek, kazıkta yakılmak ya da diri diri yavaşça yüzülmek gibi korkunç infazların hepsi hainlere uygulanırdı. Bu, hükümdarın halk üzerinde tam kontrolünü sağlamanın yanı sıra nihai caydırıcılık işlevi de görme girişimiydi aynı zamanda. Yani hainler sadece idam edilmeyecek, sonsuza kadar cehennemde kalmadan önce mümkün olan en acı verici ve aşağılayıcı şekilde öldürüleceklerdi.
Orta Çağ şairi Dante Alighieri, cehennemin dokuzuncu ve en derin çemberinin hainler için ayrıldığını yazmıştı.
Vatana ihanet, herkes tarafından en kötü suçlardan biri olarak görülüyordu ve her Orta Çağ insanının en çok korktuğu suçlama buydu. Buna rağmen birçok kişi vatana ihanetle suçlandı. Krala karşı komplo kurmak, monarşiye zarar vermek, yabancılarla işbirliği yapmak, bir isyana öncülük etmek veya kralın adaletine engel olmak, hepsi vatana ihanet suçlamasına dahildi.