Sabahattin Ali 25 Şubat 1907’de Eğridere’de doğar. İsmi adem-i merkeziyetçilik fikrinin Türkiye’deki kurucusu Prens Sabahattin’den alır. Kardeşi ise hürriyet şairi Tevfik Fikret’in ismini alacaktır.
Yedi yaşına geldiğinde Füyûzâtı Osmâniye Mektebine başlar. Ancak babasının tayininin Çanakkale’ye çıkmasının ardından Çanakkale İptidai Mektebinde okula devam eder.
İçe kapanık bir çocuk olan Sabahattin Ali, daha ilk yıllarında kitap okur, resim çizer. Başarılı bir öğrencidir. 1922-1923 öğretim yılında Balıkesir Muallim Mektebine kaydolur. İlk edebi eserleri de bu yıllarda çıkmaya başlar. Gazete ve dergilere yazılar gönderir ve okulun ikinci yılında bir de okul gazetesi çıkarır.
Tiyatroya, sinemaya daha sık gider, günlük tutmaya başlar Sabahattin. Okuldan kaçtığı için müdür tarafından tehdit edilince intihar teşebbüsünde bulunur. Aslında bu bir blöftür. Okul müdürünün de desteğiyle İstanbul’un yolunu tutar.
Edebiyat öğretmeni ve şair Ali Canip Yöntem’in desteğiyle Çağlayan ve Akbaba gibi dergilere şiir ve hikâyeler gönderir.
Sabahattin Ali 21 Ağustos 1927’de öğretmenlik diplomasını alır ve yepyeni bir macera onu beklemektedir.
Ankara’da baştabip yardımcısı olan dayısının yanına gider. Dayısı Rıfat Ali Ertüzün’ün tayini Yozgat’a çıkınca Sabahattin Ali’yi de yanına alır. Çevresi genişlese de henüz Yozgat’ta onun yazdıklarını okuyacak, anlayacak bir okur kitlesi yoktu. Çünkü yıllarca savaşmış, açlık ve sefalet içinde kalmış bir halk belini ancak doğrultuyordu. Yozgat’taki durumu Nahit Hanım’a yazdığı mektuplarda belirtir. Nahit Hanım’la olan bu arkadaşlık tek taraflı bir âşka dönüşecek ve Sabahattin Ali “Melankoli” şiirini ona yazacaktır.
Yine 1928’de yazdığı ve Servet-i Fünun dergisinde yayınlanan “Bir Macera” şiiri Nahit Hanım’a ithaf olunacaktır.
Yozgat’ta geçen bu uzun bir yılın ardından Sabahattin İstanbul’a dönmek ister. İstanbul yolunda Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı’na uğrar. Tanıdıklarıyla görüşür ve Almanya’ya gönderilir. On beş gün kadar Berlin’de kaldıktan sonra Potsdam’a yerleşir. Almaya öğrenimi dört yıllık olarak düşünülse de ancak iki yıl dayanabilir. İstanbul’u özlüyordur ve elbette Nahit Hanım’ı. Üstelik 1929 yılbaşında gönderdiği şiirlerden cevap alamamanın üzüntüsünü de yaşayarak.
1930 yılının Mart ayında Almanya’dan döner. Bu dönüşle ilgili farklı iddialar vardır. Sabahattin Ali'nin Nihal Atsız'a anlattığına göre, "Bu parazit Türkleri buradan atmalı!" diyen Alman öğrenciyi dövmüş olduğu veya Alman öğrencilere komünizm propagandası yaptığı şeklindedir. Türkiye’ye geldikten sonra Nihal Atsız, Pertev Naili Boratav, Orhan Şaik Gökyay, Nihad Sâmi Banarlı gibi arkadaşlarının yanında kalır. Arkadaşlarının yardımıyla Bursa Orhaneli’ye öğretmen olarak atanır.
Aynı yılın Eylül ayında Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Almanca yeterlilik sınavına girer ve Aydın Ortaokulu'na Almanca öğretmeni olarak atanır. İlk soruşturmayla da burada karşılaşacaktır. Mayıs 1931’de soruşturma için İstanbul’a sevk edilir ve iki gün sonra tutuksuz yargılanmasına karar verilir. Ancak daha sonra tutuklanacak ve 9 Eylül 1931’e kadar Aydın hapishanesinde tutuklu olacaktır. Serbest kaldıktan 21 gün sonra bu sefer Konya yolları gözükür.
22 Aralık 1932’de okuduğu “Memleketten haber” şiirinde Atatürk’ü ve İsmet İnönü’yü tahkir ettiği iddiasıyla bir yıla mahkum olur. Temyizde ise bu cezaya 2 ay daha eklenir.
Sabahattin Ali Konya Cezaevi'nden yakın arkadaşı Ayşe Sıtkı'ya gönderdiği bir mektubunda bu olaylardan şöyle bahsetti:
"Benim mesele, senin zannettiğin gibi fiyakalı bir zamanımda ağzımdan kaçırdığım sözlerin neticesi değildir. Aramın açıldığı bir iki namuzsuz başıma bu işi getirdi. Geçen sene Mayıs'ında falanca yerde Gazi'yi ima ve telmihen tahkiri tazammün eden bir şiiri falan yerde okudu, dediler. Adli safahat lehimde olduğu halde, müdde-i umumi yaranmak için mahkûmiyetimi talep etti, hakim de korktuğu için mahkûm etti. Temyiz, cezayı aleyhimde nakseti, cezama iki ay daha ilave edildi. Şimdi 14 aya mahkûmum ve aşağı yukarı üç ayını yattım. 11 ayım kaldı demektir”
29 Nisan 1933 tarihinde kaydı silinir ,artık devlet memuru değildir. Üstelik Konya’dan Sinop Cezaevi’ne gönderilir.
Tutukluluğu bittikten sonra önce İstanbul’a ardından da Ankara’ya gelir. Yeniden atanabilmek için dönemin Orta Öğretim Genel Müdürü Reşat Şemseddin Sirer ve Müsteşar Vekili Rıdvan Nafiz Edgüer'e danışır. Konu Hasan Âli Yücel’e kadar gelir ve Atatürk için bir kaside yazması istenir. “Benim aşkım” adıyla yazdığı bu şiir 1934 yılında Varlık dergisinde yayınlanır.
Aynı yıl Orta Tedrisat Şube Müdürlüğüne, ardından da asli olarak Milli Talim ve Terbiye'ye atanır.
1935 yılında Aliye Hanım’la evlenir ardından ise askere gider. 1937 yılında kızları Filiz Ali doğar. Musiki Muallim Mektebi'ne Türkçe öğretmeni olarak atandı ve Ankara'ya yerleşir.
Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Mediha (Berkes) Esenel ve Niyazi Ağırnaslı gibi isimlerle yakın ilişkiler kurar.
1939’da çok tartışılan “İçimizdeki Şeytan” kitabını yazar. Bu esere karşı cevap dönemin Türkçü-Turancı hareketinin ideoloğu ve bir dönem arkadaşlık yaptığı Nihal Atsız’dan gelir. Atsız, Sabahattin Ali'nin hayatı hakkında çeşitli bilgiler de içeren İçimizdeki Şeytanlar adlı eserini yayınlar.
İkinci Dünya Savaşı nedeniyle ikince kez askere alınır ve bu zaman zarfında Kürk Mantolu Madonna’yı yazar.
ÖLÜMÜ
Sabahattin Ali’nin ölümüyle ilgili birçok iddia bulunmaktadır. Bunlardan ilki Avrupa’ya kaçmaya çalışırken Kırklareli’nde MİT mensubu olduğu iddia edilen ve ordudan atılmış bir subay olan Ali Ertekin tarafından öldürüldüğü iddiasıdır. Ertekin savcıya verdiği ifadede komünist olduğu gerekçesiyle öldürdüğünü söylemiştir.
Rasih Nuri İleri ise Sabahattin Ali'nin sınırı geçtiğini sandığını, bir yerde yakalanıp ardından da Kırklareli'nde yargılandığı sırada işkenceden öldüğünü öne sürdü.
Buna karşın Yalçın Küçük Sabahattin Ali’nin kaçakçı şebekesine karşı emniyetle işbirliği yaptığını ve sınırda çıkan bir çatışmada öldüğünü iddia etti.
Aziz Nesin ise Sabahattin Ali'yi MİT'in öldürmediğini iddia ederek Ali'nin "kişisel kusurları yüzünden" ölüme gittiğini söyledi.
SİYASİ GÖRÜŞLERİ VE HAKKINDAKİ TARTIŞMALAR
Sabahattin Ali fikir hayatına Türkçü-Turancı görüşleriyle başladı. Ziya Gökalp’i “Milliyet aşkını gönüllere serpen nebi” diye niteleyen Yazar, daha sonra sosyalist fikirleri benimsedi. Markopaşa’daki yazılarında Türkiye’nin ikinci kapitülasyonlar dönemine gireceğini ve Türkiye’nin bağımsızlığını etkileyeceğini belirtti. Bu konudaki görüşünü şöyle ifade eder:
“Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun. (...) Biz istiyoruz ki, bu topraklar ve onun üzerinde yaşayan insanlar, hiçbir yabancı devletin oyuncağı olmasın. (...) Dünya işlerinde politikamız, şunun bunun kölesi gibi peşinden gidilerek değil, bu milletin selametini en iyi sağlatacak yolları müstakil olarak seçmek şeklinde kendini göstersin.”
Samet Ağaoğlu ve arkadaşı Mehmet Ali Cimcöz’ün eşi Adalet Cimcöz de onun gerçekte komünist olmadığını, alkışı ve gösterişi seven biri olduğunu söyledi.
Ağaoğlu ölümünün ardından şu ifadeleri kullanacaktı:
"Böylece hiçbir zaman gerçek bir komünist olamadı. (...) Hikayelerinin aksine realitede burjuva manzarası gösteriyordu.
Sabahattin Ali sağ ve sol tarafından sürekli olarak eleştirildi. Türkçü Turancı fikrin ideoloğu Nihal Atsız Orhun dergisinde Şükrü Saracoğlu'na atfen yazdığı yazıda Sabahattin Ali’yi vatan haini olarak niteledi.
Hasan İzzettin Dinamo ise, onun için “Hasan İzzettin Dinamo, Sabahattin Ali'nin tutukluluğu hakkında "Konya'daki bu şiir ihbarı olmasaydı onun solculuğu tatlı bir gevezelik olarak kalacaktı." diyecekti.
Türk şiirinin ustası Nâzım Hikmet ise onun edebi yönüyle ilgili "Türk edebiyatında hikayeci olarak yalnız sen varsın!” ifadelerini kullanacaktı. Sabahattin Ali'nin Resimli Ay'da yayınladığı hikâyeler sosyalistler ve halkçılar tarafından büyük ilgiyle karşılanmıştı.