Ermeni tehcirinde Ermeni vatandaşlara kötü muamele yaptığı iddiasıyla 10 Nisan 1919 günü idam edilen Yozgat Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in bugün şehadetinin 103. yıl dönümü. İstanbul’un işgalinden sonra gerçekleşen idam, milletin vicdanını yaraladı ve mütareke sonrası oluşan yılgınlık havasını dağıttı. Ne oluyoruz sorusunun ardından milli birlik ve beraberlik adımlarını hızlandırdı.
Bu havayı İttihatçı önderlerden gazeteci Muhittin Birgen şöyle anlatır: “O zaman bu vak'a İstanbul'da büyük bir tesir yaptı. Kemal iyi bir insandı ve kendisine isnat edilen cürümlerin çoğu uydurma ve yalan şeylerdi. Bundan müteessir olan insanlar arasında birkaç cesur Türk -bunların başlarında İzzet Paşa'nın şimdi soy adı Toydemir olan yaveri Muzaffer vardı- cenazeye bir alay ve aynı zamanda bir nümayiş tertip ettiler. Kadıköy’ünde halk cenazenin etrafında toplanarak bir nümayiş yaptı ve onun kabrine çelenkler koydu. Bu, milli duygunun ilk uyanışı, ilk hareketi demekti. Nümayişçilere ve bilhassa mürettiplerine küfür ede ede tafsilat veren gazeteleri okurken, o gün ilk defa olarak, sevinçten ağlamanın ne tatlı bir şey olduğunu öğrendim! Demek, memleket uyanıyordu, demek şu ölü zannedilen kütle, tehlikeyi göze alarak düşmana ve hıyanete karşı ayaklanmasını biliyordu! Hadise, Damat Ferit'i de İngilizleri de o kadar ürküttü ki, arkasından ikinci kurban olarak Ergani Mutasarrıfı Nusret idam edildiği zaman, onun cesedini ailesine teslim etmediler ve fakat, bundan sonra bu nevi işler için adam asmaya cesaret gösteremediler. Bu idamlarla Damat Ferit hükümeti, güya İngilizlere karşı, Ermeni meselesinden dolayı bir nevi tarziye vermek ve bununla devleti ‘lekeden kurtarmak’ istiyordu” sözleriyle anlatır. (Muhittin Birgen, İttihat ve Terakki’de On Sene, C.1, Kitap Yayınları, İstanbul, 2006, s.596-597.)
Kemal Bey de idam edilirken “Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki ben masumum. Allah şahidimdir ki ben kimsenin öldürülmesi için emir vermedim. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adalet. Üç çocuğumu milletime emanet ediyorum. Allah vatanıma ve milletime zeval vermesin” demişti.
Kemal Bey vasiyetinde de şunları belirtmişti: “Fertler ölür, millet yaşar, kabir taşım, hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve üstüne şöyle yazılmalıdır: Millet ve memleket uğrunda şehit olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in ruhuna fatiha!”
İstanbul Beyazıt Meydanında idam edilen Kemal Bey’in Kadıköy Kuşdili’nde bulunan mezarı, Mülkiyeliler Birliği tarafından yeniden yaptırıldı ve 15 Aralık 1973 günü anıt mezar olarak sade bir törenle açıldı.
Kemal Bey’in idamı Ankara’daki milli yönetimi de derinden üzdü. Büyük Millet Meclisi 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kanunla, kendisini “milli şehit” olarak kabul etti. Ailesine maaş bağlandı. 35 yaşında idam edilen Kemal Bey’in birinci eşinden olan Müzehher (7) ve Müşerref (5) isminde iki kızı ve ikinci eşinden olan kırk günlük oğlu Adnan vardı. Hayatta kalan kızı Müşerref Gürenci 4 Şubat 2008 tarihinde İzmir’de 95 yaşında vefat etti. Gürenci, babasının idamından dolayı evlerinde uzun yıllar matem havası estiğini ve bu nedenle müzik dinlenmenin yasak olduğunu belirtiyor. Babasının idamını ise ilkokulda öğretmenin baba ismi olarak “Kemal Bey” demesiyle öğrenir. O, babasını dedesi Arif Bey olarak bilir… Bunu da 2005 yılında bir dergiye şöyle anlatır:
“Çamlıca Mektebi’ne başladığım ilk gün yoklama yapılıyordu. O dönemde soyadları olmadığı için baba ismi kullanılırdı. Öğretmen Müşerref Kemal diye sesleniyormuş. Babam olarak dedem Arif’i bildiğim için hiç bakmıyordum. Öğretmenim yanıma geldi. ‘Sana sesleniyorum, neden bakmıyorsun?’ dedi. Ben ısrarla ‘Babamın adı Arif’ diyordum. Sonradan kimin kızı olduğumu, babamın yaşadıklarını öğrendim. Müdiremiz, yatılı mektepteki herkesi topladı ve bizi diğer talebelere ‘Millete emanet edilen bu yavrular bizlerle beraber. Babaları millî şehit Kemal Bey’dir. Hepinizin onlara hakiki kardeş gibi davranmanız lazımdır.’ diye tanıttı.”
Kemal Bey, hapishanedeyken arkadaşı olan Osmanlı Meclis-i Mebusan Reisi Halil Menteşe’den savunma için yardım istediği ortaya çıktı. İttihatçı olan Halil Menteşe Bekirağa Bölüğü’nde hapis yattıkları günlere denk gelen olayı anılarında şöyle anlatıyor:
“Tevfik Paşa kabinesinin Adliye Nazırı Haydar Molla idi. Divanı Harp savcılarının, sorgu hâkimlerinin vazifelerinden istifa edip durdukları bir sırada, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey tecrit edildiği hücresinden çıkarılarak bizim koğuşa getirildi. Gazeteler Kemal Bey hakkında “Katil… Yağmacı…” tabirlerini kullanıyorlardı. Hepimiz etrafını aldık. Okşadık, kendisini öpenlerimiz de oldu. Zavallı, bizim gösterdiğimiz bu hüsnü kabulden şaşkına dönmüştü.
- Aman Allah!.. Yeniden dünyaya geldim!.. diye ağlamaya başladı. Öldüğüme gam yemem, fakat çocuklarımın boynuna ‘vatan haini evladı’ levhası asılacak diye çıldıracaktım.
- Haini vatan sana bu sıfatı vermek isteyenlerdir, diye teselli ettim.
Bir hafta kadar yanımızda kaldı. Yağız çehreli, büyük ruhlu bir Türk çocuğu idi. Bir odaya tıkmışlar, aleyhinde neşriyat yapan gazeteleri hücresine doldurmuşlar.
Bir iki defa mahkemeye gitti geldi. Son muhakemesinden evvel bir gün bana:
- Aman bana bir müdafaname yazıverin, diye yalvarmaya başladı.
Yazıp verdim. Mahkemede bunu okumuş. Gelinci yanıma sokuldu, boynuma sarıldı ve:
- Müdafaamı yaptım, sesimi milletime duyurdum, tarihe naklettim. Artık asılsam da gam yemem. Divanı Harp Reisini bile ağlattım!.. dedi.
Müdafaaname hakikatten halkta büyük bir heyecan uyandırmıştı. Fakat ne çare ki, iki gün sonra Kemal Bey gözlerimizin önünde yanımızdan alınarak asıldı.
Hükümet, gaflet edip cenazesini babasına teslim etmişti. Tıbbiye talebeleri, oradaki zabitler ve büyük bir halk kitlesi, muazzam bir cenaze alayı tertip etmişler. Tabutu eller üzerinde götürmüşler. Bu manzarayı seyreden işgal kuvvetlerine (İstanbul işgal altına düşmüştü) mensup bir Fransız zabiti: Bu ne kuvvetli birliktir… diye haykırmaktan kendisini alamamıştır.
Ertesi günü bizleri ayrı ayrı odalara koydular. Kapılarımızı bekleyen Türk askerlerinin yanına birer de Fransız neferi diktiler. Benim muhafızım uzun boylu, güzel yüzlü, Bartınlı bir askerdi. Bir gün kendisine bir sigara verdim, “Nasılsın oğlum!.. diye hatırını ve nereli olduğunu sordum. “Başımızdaki gâvur dostlarına bir türlü ısınamıyoruz” dedi. (…)
Kemal Bey’in cenaze alayı halkın hükümet aleyhinde bir nümayişi tesirini yaptı. Bu sırada İzmir de Yunanlılar tarafından işgal edilmişti. İstanbul’da mitingler yapılıyordu. Nümayişler genişliyor ve büyüyordu. Milli Mücadele teşebbüsleri inkişaf ettikçe, mağlubiyet sonunda uğranılan düşman işgalinden kurtulma azmi ve imanı da biraz daha kuvvetleniyordu.
Bir gün gazetelerde Dahiliye Nazırı Ali Kemal’in işgal deniz kuvvetleri kumandanı Amiral Daltrob’u ziyaret ettiğini okudum. Hemen ertesi günü İngilizler sabah karanlığında bizleri kapalı kamyonlarla Bekir Ağa Bölüğü’nden aldılar ve rıhtım açıklarında demirlemiş olan bir gemiye doldurdular. Bekir Ağa Bölüğü’nde sekiz, dokuz ay süren mevkufiyetimiz böylelikle nihayet ermiş bulunuyordu.” (Oğlunun Kaleminden Halil Menteşe’nin Hatıraları, Hayat, 14 Mart 1968, Sayı: 12, s.37, 44.)