Milletçe asrın felaketini, hatta kimi bilim insanlarına göre 5 bin yılın afetini yaşadık. Sorular, endişeler, tartışmalar beraberinde geldi. Fay hattına ev yapmakla başlayıp müteahhitlerin çimento-çelik çalmasına, belediyelerin kaçak kata imar izni vermesine kadar bir dizi şüphe, şehir konumlarına kadar uzandı. Şehir ve Bölge Plancısı Prof. Dr. Çağatay Keskinok’a bu konudaki değerlendirmesini, depremlerle kent planlaması arasındaki ilişkiyi sorduk.
ŞANLIURFA
Belediyeler Dergisi'nin 1935 tarihli sayısında çıkmış olan bir yazıyı hatırlattı. Fransız bir şehirci Rene Danger'e ait yazıyı Belediyeler Dergisi'nin Yazı İşleri Müdürü Mühendis Alaattin Cemil Topçubaşı çevirmiş. Yazı “Şehirci olarak, üç konuyu çok önemli gördüğümü söylemek isterim. Birisi güvenlik, diğeri düzenlik, sonra güzellik” diye bitiyor. Prof. Çağatay Keskinok, yazıya ilişkin olarak “Sorunun özeti burada. Bu bir kentte olması gereken ve birbirini izlemesi gereken bir sıralama. Önce güvenli kent olacak; düzeni olacak, sonra da güzelliği olacak. Bu üç temel kavramdan vazgeçmeden kentlerin ve yerleşmelerinin planlamasına yaklaşmamız gerekiyor. Kentlerimizi bunlardan vazgeçmeden tasarlamak ve planlamak zorundayız.” yorumunu paylaşıyor.
ADIYAMAN
Çağatay Hoca’nın, depremler ve kent planlamasına ilişkin değerlendirmesi, bugünlerde eline bir değnek alan pek çok kişinin, her konuda bilirkişi gibi konuşmasına karşı bir uyarı gibiydi. Değerlendirmesine şöyle başladı:
“99 Depremi sırasında o tartışmalar içindeydim. İnşaat mühendisi değilim, yapı denetçisi de değilim. Ben bir şehirciyim, şehir plancısıyım. Kendi meslek alanımda öncelikli konu, afetler bölgesinde deprem bölgesinde yaşıyor olmamız. Güzel bir ülkeyiz, riskleri de var. Böyle bir ülkede yerleşimleri planlarken bölgesel yoğunlukları belirlerken, hangi kent hangi yoğunluklarda, hangi nüfus büyüklüklerini taşıyor, gibi konuları dikkate alırız, almak zorundayız.”
Prof. Çağatay Keskinok, yaşanan afetin uzun süreli birikimin, imar ve yapılaşma ile ilgili sürekli yanlışlıkların sonucu olduğunu belirtiyor: “Bölgesel düzeyde risk etmenlerini dikkate almayan yığılmaların, kentlerde de kentin riskli bölgelerinde dikkatsiz yoğunluk tercihlerinin sonucu. Yapı ile ilgili inşaat yanlışları, yapı denetimi konuları bu tercihlerle birlikte ele alınmalıdır. Afet görmüş kentlerimizin çoğu büyük kentlerdir, bir milyonun üzerinde ya da bir milyona yaklaşan kentlerdir. Bu kentlerimizin planlamalarını gözden geçirmekte yarar var. Bütünsel bir plan anlayışından uzaklaşıp kentleri parça parça gelişmeye açıp yüksek yoğunluklu yapılaşmada ısrar edince, riskli alanlarda da yoğunluklar konusunda dikkatsiz davranınca felaketlerle karşılaşıyoruz.”
ANTAKYA
Prof. Keskinok’un açıklamaları, konuyu tarım alanlarında yapılaşmaya getirdi. “Plansız yapılaşma, tarım arazilerini de yuttu mu?” diye sorduk. “Kapsamlı planlamanın” önemini vurguladı ve şu açıklamayı yaptı:
“Tarım arazisi kalmayacak demek benim işim değil. Doğrusunu tarımcılar söyleyecektir. Ancak değerli tarım topraklarını gelişmeye açınca kayıplar yalnızca tarım toprağı ile sınırlı kalmıyor, riskli zeminlerde yapılaşmanın sonucunda karşılaşılan yıkımlar en büyük kaybı oluşturuyor.
Maalesef en kolay yapılaştığımız yerler ovalar! Tarımsal alanı koruyunca afet riskleri açısından riskleri azaltarak bir toplum yararı elde ediyorsunuz. Tarihi kent merkezlerini bir kenara bırakıp kentlerin dışında yeni yerleşim alanları yaratmanın da belirli sorunları bulunmakta. Yeni sağlıklı yerleşme alanlarını planlarken tarihi kentle bağlantılarını ilişkilerini düzenlemek zorundayız. Riskli bölgelerde ise yoğunlukları düşürmek, eski yoğunlukları terk etmek, sağlıklı yapılar inşa etmek, hasar görmemiş yapı stokunu gözden geçirmek gerekir.
Tam da bu noktada, o değişmeyen soru gündeme geldi: “İnşaat kalitesi ne kadar belirleyici? Yani, her şey, her inşaat yönetmeliğe uygun olarak yapılırsa deprem yıkımı önlenecek mi?” Prof. Keskinok, inşaat kalitesine “önemsiz” demedi elbette, ama diğer etmenlere dikkat çekti:
“İnşaat kalitesinde iyileştirme gereklidir ve önemlidir. Ancak bununla yetinemeyiz. Öncelikle, doğru zeminlerde yapılaşma olmalı. Risk taşıyan bölgelerde yapılaşmaktan kaçınmalıyız. Konuyu yalnızca bina konusuna indirgememeliyiz. Riskli bölgelerde çok dayanıklı inşaat yapılabilir tabi ki. Bu mühendisliğin konusudur. İnşaat kalitesi ve yapı denetimi konularından vazgeçmeyelim. Ama çok riskli alanlar üzerinde yapılaşmanın maliyeti de düşünülmelidir. Tarihsel bir sürü kentin hemen yanında verimli tarım alanları vardır. Ve gelişme genellikle bu alanlara kaydırılmak istenir kentlerimizde. Antalya, Mersin, Muğla, keza İzmir, Adana, Malatya, keza Antakya. Hepsinde böyle bir durum var. Oysa tarihsel kent merkezleri yamaçlardadır.
Peki bu tarım alanları ne saman ve niçin istilaya uğradı? Nerede kâr, oraya yüklen ilkesiyle palazlanan kapitalist sistemin sonucu mu? Prof. Keskinok, kestirme yanıtlardan kaçınarak, raporların henüz çıkmadığını hatırlattı:
“Türkiye uzun bir süredir inşaat sektörüne ağırlık veren bir sürece girmiştir. Ama bu inşaat ve yapılaşma ne kadar sağlıklı bir yapılaşmaya yol açtı? 99 sonrası yapılan yapılarda ne kadar denetim gerçekleşebildi? 99 sonrasındaki yapılaşmanın son depremle birlikte sonuçları ne oldu? Ne kadar yıkım var? Bu deprem bölgesindeki incelemeler ve tespitler sonrasında ortaya çıkabilecektir. Ezbere söylenemez. Ancak acı olan bir şey var ki, mühendislik açısından kaynaklarımızın ve inşaat sektörümüzün bu denli gelişmişliğine karşın, yani üretimden çekilişimiz ve inşaat sektörünün sanayiye göre asimetrik gelişmesine karşın riskli yapı stokumuzun boyutları üzerinde düşünmemiz gerekir!
GAZİANTEP
Ama ‘çok yapılaştık o nedenle çok yıkıldık’ diye bir sonuç çıkartamam. Kimi yerde gereğinden fazla yapı stoku üretildi, doğru ama buna karşın riskli yapı stoku da aynı oranda yenilenemedi! Kentsel dönüşümde öncelikler olmalı. Afet yaşamış yerler ile yüksek riskli bölgeler öncelikli olmalıdır. Düşük riskli bölgelerde kentsel dönüşüm maalesef ekonomik ömrünü doldurmamış yapıların yıkılıp artırılan yapılaşma koşulları ile yenilenmesine yanı kentsel rantlara yönelik bir yenilenmeye yol açıyor. Oysa kentsel dönüşüm afet risklerinin ortadan kaldırılmasına yönelik bir kavram olarak mevzuatımıza girmiştir.”
HATAY
Söz kentsel dönüşüme gelince, hangi illerimiz öncelikli olacak, diye sorduk şehir planlama uzmanı Prof. Çağatay Keskinok’a. “Öncelikle afet yaşamış illerimiz. Sonra, deprem bekleyen İstanbul” diye yanıtladı ve şu önermeyi dile getirdi:
“AFAD tarafından hazırlanmış İl Risk Azaltma Planları esas alınarak öncelikle afet görmüş kentlerimizde yapılaşmaya yönelik geçmiş planlama kararları gözden geçirilmelidir. Gaziantep’te tarihi merkezde yaşanmadı deprem! Etkisi şüphesiz olmuştur ancak ölümcül sonuçların nerede olduğunu dikkatle incelemek gerekir. Kentleri risksiz alanlara taşımaktan söz edilir genellikle bir deprem olunca. Tabi ki yeni gelişme alanları risksiz uygun arazilerde olmalıdır. Ancak kentler de lego değil ki oradan oraya taşıyalım! Konu, yeni iskan alanlarının yer seçimi konusu ile sınırlı değildir. Konu, afeti yaşamış kentlerin nasıl ayağa kaldırılacağı konusudur. 1999 sonrasında Adapazarı deneyiminde inşa edilen oldukça büyük bir yerleşim bölgesi belki sağlam zeminde gerçekleştirildi ama başka başka sorunlar ortaya çıktı. Kentleri planlamak demek, kendi başına konut alanları açmak demek değildir. Şehir planlaması konut, sanayi ve diğer çalışma alanlarıyla, yeşil alanlarıyla, kentsel merkezlerle ve ulaşım sistemi ile bir bütün ile ilişkilidir. Afet görmüş kentlerimizin iyileştirilmesi, yani güvenli, düzenli ve güzel hale getirilmesi için konunun kapsamlı biçimde değerlendirilmesi gerekir. Bölgesel gelişme düzeyinde yine bir deprem beklerken İstanbul 30 milyon olacak mı? Ona karar verelim. Ülkenin üçte biri ülkenin en deprem beklenen şehrinde olabilir mi? Nasıl bir gelişme stratejisi izleyeceğiz? Bugünkü uygulama, riskli bölgelerde yığılma iktisadına dayalı bir iktisat politikasına dayanır. Bu değiştirilmelidir.”
“Planlamak bir düzen kurmak demektir; hem günümüze dair bir düzen hem de geleceğe dair bir düzen. Ama bir şeyi belirtmeliyiz; gelecekte ne olacağı bilinmeyen bir şeyi planlamıyoruz. Biz bugünün sorunlarından çıkarak geleceğe yönelik olarak bazı düzenlemeler yapıyoruz. Planlama böyle bir şeydir. Bugün bir afetle karşı karşıyayız ve bunun acılarını çekiyoruz. Bu sorunu çözmeye çalışıyoruz bugün. Çözümlerimiz geleceğe dönük sonuçlar yaratacaktır şüphesiz. Bu da ileriye dönük olarak uzun erimde kaynakların bu amaca yönelik olarak nasıl tahsis edileceği konusu ile ilişkili olacaktır. Afet sakınımı, afet giderimi konularını üstün kamu yararı kapsamında görmemiz gerekiyor; öyle bir dönemden geçiyoruz. Kanal İstanbul mu daha önceliklidir, önemlidir yoksa afet önleme konusu mu? Bugünkü seçimlerimiz 20 yıl sonra bugünkü gibi bir kayıp ve acıyla karşılaşıp karşılaşmayacağımızı belirleyecek. Türkiye bir afet bölgesindedir. Deprem risklerinin olmadığı yerlerde de sel riskleri bulunmaktadır. Onların bulunmadığı yerlerde de karşımıza orman yangınları çıkıyor. Tümünü akılcı çözümlerle önlemekten başka çaremiz gözükmüyor. Bunu dikkate alarak planlamamızı gerçekleştireceğiz.”
KAHRAMANMARAŞ
MERSİN