7 Ekim 1571, Osmanlı Yükseliş Dönemi'nin en kötü günüydü. İnebahtı'da yaşananlar, 23 Ekim'de "Felaket, hakikatten felaket" sözleriyle sadrazama bildirilmişti.
Bir kara ordusu kumandanı olan Müezzinzade Ali Paşa komutasındaki 220 kadırga ile 60 galita, Don Juan de Austria komutasındaki Kutsal İttifak Donanması'na yenilmiş, 62 Osmanlı kadırgası batarken 113 kadırga ile 13 galita Haçlılar tarafından ele geçirilmişti.
Osmanlı cephesinde 30 binden fazla ölü ve yaralı vardı. Elde sadece Uluç Ali Reis'in maharetiyle kurtarılmış 40 küsur kadırga ve aynı miktarda galita kalmıştı. Daha bir yıl önce fethedilen Kıbrıs ise artık sallantıdaydı. İşte Sokullu ismini bugün Türk Donanması'nın kalbine yazdıran süreç, o gün başladı.
700 FERMAN YAYIMLADI
Uluç Ali Reis, İnebahtı'da gösterdiği yararlılıktan dolayı kaptan-ı derya nasbedilmiş, Kılıç Ali Paşa adını almıştı. Artık yeni bir donanma inşa etme sürecine önderlik etmesi gerekiyor, fakat devlet işlerinden pek de anlamıyordu. Derdini Sokullu'ya açtı ve şu tarihi cevabı aldı:
“Paşa hazretleri, sen henüz bu Devlet-i Aliyyeyi bilmiyorsun. Bevallah böyle itikad eyle, bu devlet ol devlettir ki, murad edinirse cümle donanmanın lengerlerini gümüşten, resenlerini ibrişimden, yelkenlerini atlastan etmekte suubet çekmez. Herhangi geminin alatını ve yelkenini yetiştiremezsen bu minval üzere benden al.”
Sokullu'nun bu cevabı, yıllarca Osmanlı'nın o dönemki ihtişamına örnek olarak anlatıldı. Fakat sadrazamın karşılaştığı zorluklar, hiç de "ol deyince olduran" cinsten değildi. Ekim 1571'den Ağustos 1572'ye kadar günbegün çıkarılmış 700 ferman yayımladı. Bütün teamülleri yıktı, imtiyazları kaldırdı, devletin zor gücünü kullandı.
Donanma inşası o kadar önemliydi ki; bizzat padişahın himayesindeki kutsal yerlerin bakım ve onarımına kuruş göndermedi. 7 Kasım 1571'de Harem-i Muhterem'in bakımı için para isteyen Mısır Beylerbeyi Sinan Paşa'ya şöyle yazıyordu:
"...Rûm'dan gönderilecek ahşab ve levâzım Tersâne-i Amire'den varmak lazım olub ve bu defa Tersâne-i Amirem'de inşaâllâhu teâlâ evvel bahar-ı huceste-âsârda gazâ ve cihâd içün gönderilmek tasmîm-i niyet olunan gemiler binasına mübâşeret olunub mevcûd olan kereste ana sarf olunmağla bu defa ol cânibe kereste gönderilmek mümkün olmayûb..."
Evvela gemilerin inşasına yönelik bir planlama yapan Sokullu, 200 geminin hangi tersanelerde inşa edileceğini belirledikten sonra, yeni donanmanın 5 ay içerisinde tamamlanmasını emretti. Başlıca finansör Osmanlı Devleti olmakla birlikte, özel teşebbüs de teşvik edildi.
Donanma inşasında malzeme kadar kalifiye işgücü de önemliydi. 26 Ekim'de Kırım'daki Kefe beylerbeyi ile Kefe kadısına, yetki bölgelerindeki bütün marangozları, delgicileri, doğramacıları ve kalafatçıları, gerekiyorsa zorla, Sinop Tersanesi'ne göndermeleri emredildi. Midye, Ahyolu, Varna'daki eksik işçiler için civar kazalardan ustalar toplandı. İstanbul, Sakarya, Samsun'da çok sayıda kişi zorla tersaneye alındı. İşgücü bir türlü yeterli gelmeyince, Sokullu çareyi orduda buldu. Yeniçeri Ocağı'ndan 495 yeniçerinin Amasra ve Bartın'daki tersanelerde 6 ay çalışmasını buyurdu.
Sokullu, bir yandan gemilerin inşası için seferberlik ilan ederken, bir yandan da mürettebat toplamaya çalışıyordu. Neredeyse 30 bin kürekçi ve asker bulunması gerekiyordu. Gemilere kaptan seçimi işini doğrudan Kılıç Ali Paşa'ya bıraktı. Forsa ihtiyacı içinse neredeyse her yere el attı. İstanbul ve Galata hapishanelerindeki mahkumları küreğe aldı. Mora'daki isyancıları kürekle cezalandırdı. Hıristiyan nüfusa istihdam yolu açtı. Makedonya'dan Diyarbakır'a kadar tüm kazalara "Kürekçi gönderin" diye yazdı. Müsellem olan Teke, Alaiye ve Hamid reayaları bile kürekle yükümlü kılındı.
Sokullu Mehmet Paşa, İnebahtı'daki hezimetten de önemli dersler çıkarmıştı. Her şeyden önce Osmanlı Donanması'nın teknolojik olarak geri kaldığını görmüş, yeni donanma inşasında 7 tane de mavuna yapılmasını emretmişti. Bunlar o dönem için gerçek birer ölüm makinesiydi. Tersane-i Amire'de mavunaları inşa eden Ahmed Bey için Ferhad Paşa'ya şöyle yazıyordu: "Ahmed Bey'e tavsiye edesin, gece oldu diye yatıya gitmeye, bir an dahi gevşemeye."
Kaynak: Tevfik Kadan - Küllerinden doğmak - Aydınlık Gazetesi