Tarık Akan, asıl adı Tarık Tahsin Üregül. Mühendislik öğrencisi... Bu yıllarda bir yandan harçlığını çıkarmak için plajlarda cankurtaranlık ve işportacılık yapıyor. Toplumun içinden gelen, halkı çok iyi tanıyan bu genç adam Ses dergisinin müsabakalarını kazandıktan sonra hızla Yeşilçam'da ismi duyuluyor ve kısa sürede oyunculuk kariyerinde zirveye çıkıyor. Beyoğlu Güzeli (1971), Sev Kardeşim (1972), Delisin (1974) ve Hababam Sınıfı serisi gibi hafızamıza işleyen pek çok filmde ana rollerde yer alıyor
Akan, Ertem Eğilmez filmlerinin yıldızı iken, sektörde bu kadar sözü geçen bir yapımcı, yönetmene itiraz edebilmiş, bunun bedelini ödeme pahasına kendi inandığı sinemanın, oyunculuğun izini sürmüş bir isim. Sektörden dışlanacağını, işsiz kalacağını bilmesine rağmen 1977'de kariyerinde keskin bir viraj yapıyor ve Maden (1978), Sürü (1978), Yol (1981) gibi Yeşilçam kalıplarını kıran, o dönemin sinemasını başka bir yere taşıyan pek çok filmin başrolünde yer alıyor. Tarık Akan Yeşilçam'da çok özel bir konuma sahipken bütün bu imkanlara sırtını dönebilen nadir bir oyuncu. Kariyerinin başlangıcındaki rollerden bambaşka rollerde adeta farklı bir kimliğe bürünerek filmler çekmiş olmasına rağmen izleyiciden yine aynı takdiri görmesi, sahiplenilmesi ise büyük bir başarı."
Tarzıyla 1970'li yıllara damgasını vurarak, Yeşilçam'ın jönleri arasına giren ve her rolün altından başarıyla kalkan Akan, 1977'de Zeki Ökten'in yönetmen koltuğuna oturduğu "Sürü" filminin ardından politik filmlerde rol almaya başladı.
Tarık Akan, salon filmlerinde oynamamaya karar verip, sinemada farklı bir yola girmesinin ardından, Cüneyt Arkın ile "Maden" filminde başrol oynadı. Büyük ilgi gören 1978 yapımı filme ilişkin verdiği bir röportajda Akan, şu ifadeleri kullanmıştı:
"(Maden) O dönem Türkiye'nin en çok seyredilen filmi ve benim de en çok para kazandığım filmdir. O dönemde tüm sendikaların, işçi sendikalarının her yerinde, dağ başlarına kadar çıkarılıp oynatılan bir filmdir. Görevini çok güzel yerine getirmiştir. Sendikacılık, işçilik, işçi olmak, emek, sermaye nedir, açık ve net olarak altı çizilmiş olarak veren filmlerden biridir."
Usta oyuncu, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından 1981'in başlarında, Almanya'da yaptığı bir konuşma yüzünden Türkiye'ye dönüşünde tutuklandı. 12 yıl hapis istemiyle yargılanarak 2,5 ay hücre hapsi cezası alan sanatçı, suçsuzluğunun ispat edilmesi üzerine beraat etti. Akan, hapishane günlerini ve darbe sürecini 2002'de yayımlanan "Anne Kafamda Bit Var" kitabında kaleme aldı.
Libya yapımı "Leyla ile Mecnun" filminde oynayarak uluslararası sinemaya da açılan Akan, 1991'de Bakırköy'deki Taş Mektep İlkokulu'nun ortaklarından biri oldu, 1995'te Aziz Nesin'in vefatından sonra "Nesin Vakfı" başkanlığını devraldı.
Usta oyuncu, 1973'te "Suçlu", 1978'de "Maden", 1980'de "Adak ve Sürü", 1984'te "Pehlivan", 1989'da "Üçüncü Göz", 1990'da "Karartma Geceleri", 2003'te ise "Gülüm" filmindeki rolüyle Altın Portakal'da "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü kazandı. Böylece 7 kez Altın Portakal ödülü alan tek erkek oyuncu oldu.
Sanatçı, 1985'te Berlin Uluslararası Film Festivali'nde mansiyon, 1992'de Adana Altın Koza Film Festivali'nde "En İyi Erkek Oyuncu", 1996'da Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde "Yaşam Boyu Onur Ödülü", 2006'da Sinema Yazarları Derneği "Onur Ödülü", 2007'de ise Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği'nde "Sinema Emek Ödülü" kazandı.
Vefatından kısa süre önce verdiği bir röportajda, yaşamı boyunca 120 filmde oynadığına vurgu yapan ünlü oyuncu, şunları anlatmıştı:
"120 film az bir rakam değil. Bir de bu filmlere baktığınız zaman, çoğu Anadolu'da, Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde çekilmiş. Müthiş baskılar, zorluklar, parasızlık, sefalet ve büyük uğraşlar içerisinde çekilmiş, büyük yapıtlar ortaya çıkmış. Oynadığım hiçbir film için 'Neden bunu yaptım', 'Neden bunu oynadım' diye bir şey asla söylemedim."
Tarık Akan'ın 17 Nisan 2011’de Aydınlık’ta, Tuncer Cücenoğlu ile söyleşide söyledikleri:
“Solcu arkadaşlar kızacak ama 27 Mayıs ve 28 Şubat darbe değildir. Birincisi önümüzü açtı. Yeni düşüncelerle tanışmamızı sağladı. 28 Şubat da bir darbe değildir. Çünkü laik cumhuriyetten uzaklaşmamızın önünü kapadı.”
“1971 ve 1980, faşist darbelerdir. Türkiye’yi bugünkü noktaya taşıyan hareketler. 1980 son vuruştur emperyalizm için. Şunu söylemek zorundayım; bu olumsuz gidişi dışarıdan bir güç tasarladı ve kurguladı. TSK bu ülkenin her şeye rağmen en önemli kurumu. 12 Mart ve 12 Eylül’de yanlış yaptı ama giderilemeyecek yanlışlar değil. Bizim gibi insanlar bunu bile anlayışa karşılayabildiler. Çünkü TSK bizim gözbebeğimiz.”
“Mustafa Kemal Atatürk’e gelince; beni oluşturan onun eylem ve gerçekleştirdiği dönüşüm ve değişimler oldu.”
“Babamın mesleği gereği Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bulunmuştum. Zengin aile çocuklarını oynuyordum. Ama yabancılaşıyordum kendime. Çünkü ben bir halk çocuğuydum. Yılmaz Güney’in sinemasından daha çok etkileniyordum. ‘Maden’ filminden sonra da bu gerçekçi çizgimi böyle sürdürdüm ve salon filmlerinde asla oynamadım.”
13 Ekim 2011: “Ergenekon... Balyoz... gençlik. ‘AK’ mı? ‘KARA’ mı?”
14 Kasım 2011 Silivri çadırını ziyaret: “Biz bu ülkede her dönemi yaşadık. Bu dönem hiçbir döneme benzemiyor. Her şey farklı, her şey hesaplı... Bazen gözlerim doluyor, bazen kahkaha atmak geliyor içimden.”
5 Nisan 2013: “Her şey Atatürk için, her şey Cumhuriyet için.”
Posta yazarı Nedim Şener, Tarık Akan'ın 1. ölüm yıl dönümüyle ilgili geçen yıl yazdığı yazıda, Akan'ın 15 Temmuz darbe girişimi sırasındaki tutumuna ilişkin şöyle yazmıştı:
"Türkiye sevdalısı sanatçı Tarık Akan vefatının birinci yılında cumartesi günü Bakırköy’de mezarı başında anıldı. Ailesi adına oğlu Barış Üregül ve dostları duygu dolu konuşmalar yaptı.
Hepsi önemliydi ama beni etkileyen iki konuşma, askerlik arkadaşı İbrahim Öz ile çocukluk arkadaşı Zeki İrfanoğlu’nun yaptıkları oldu.
İbrahim Öz, Tarık Akan ile askerlik anılarından bahsederken sözü 12 Eylül 1980 darbesinin yapıldığı o geceye getirdi. Tarık Akan, Denizli’de yedek subay olduğu halde kaldıkları orduevinde, darbecilere küfür edince arkadaşları elleriyle onun ağzını kapatmış.
İbrahim Öz, “Nasıl yaptık bilmiyorum ama o dev gibi adamı ancak yere yıkarak susturabildik. Darbenin, darbecilerin Türkiye’yi nereye götüreceğini o daha 12 Eylül akşamı farketmişti. Maalesef biz onun ne demek istediğini tam 25 yıl sonra anlayabildik” dedi.
Yakın zamanda da onu ABD güdümlü FETÖ’nün Ergenekon tertibine karşı direniş saflarında görüyoruz. Akan, davanın düzmece olduğunu söyleyerek, 30 Ekim 2008’de, ‘Yurtsever Aydınlar Serbest Bırakılsın’ kampanyasına imza verdi. Eylül 2009’da, ‘Beni de alın’ kampanyasında çalıştı.
26 Ocak günü 100 bini bulan imza listesi Beşiktaş Adliyesi’ne verildi. AKP döneminde tiyatroların kapanmasına, heykellerin yıkılmasına, sanatçılara yapılan baskılara karşı direnenlerin yanında oldu, Sanatçılar Girişimi’nde yer aldı. Tekel işçilerinin direniş eylemlerine destek verdi. 2010 referanduma giden anayasa değişikliğine ‘hayır’ dedi. “Atatürksüz anayasaya karşı köy köy dolaşırım” dedi. 2011 seçimlerinde Cumhuriyet Güçbirliği’nin içinde oldu. TGB eylemlerinde de vardı. Milli günlerin yasaklanmasına karşı çıktı. 13 Aralık 2012 günü onbinlerin Silivri kapılarına dayandığı gün, o da barikatı yıkanların en önündeydi. O meşhur fotoğraf en çok paylaşılan kare oldu. 2013 Haziran ayaklanmasında da sanatçı duyarlılığını gösterdi. Alanlardaydı...
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Tarık Akan için şu satırları kaleme almıştı:
"Altın Portakal’ın altın duruşu Tarık Akan’dan beklenirdi.
Beklenen oldu. Her zaman durduğu yerdeydi, daha doğrusu savaştığı yerde.
12 Eylül’e atış serbest
bugün nerdesin
30 yıl öncesinin 12 Eylülüne herkes mızrağını saplayabilir. Atış nasıl olsa serbest. O günün ve bugünün 12 Eylülleri, hepsi bugün 12 Eylül “düşmanı”nı oynuyorlar. 12 Eylül’e biat eden Tayyip Erdoğan bile “Vurun 12 Eylül’e” diyor. Nazlı Ilıcak, herkesten hızlı.
Savaş mevzisinde sanat
Savaş mevzisinde olmak, büyük sanatçının tavrıdır. Namık Kemaller, Mehmet Akifler gibi, Nâzım Hikmetler gibi, Sabahattin Aliler ve Orhan Kemaller gibi.
30 yıl öncesinin savaş mevzilerinde çok güzel konuşmalar yapılabilir, hatıra fotoğrafı bile çektirilebilir, ama savaş verilemez. Çünkü orası artık müze olarak değerlendirilmektedir; ateş hattı ise başka cephededir.
Altın Portakal’ın Kocatepesi
İşte büyük aydın, büyük sanatçı, bu manzara içinde sakin ve güvenli adımlarla sahneye geliyor. “Silivri” diyor, “Ergenekon ve Balyoz” diye ağır ağır vurguluyor. Altın Portakal’ın Kocatepesi’nden söylüyor söyleyeceğini. Tarihin içinde yel değirmenleriyle savaşmıyor; zarif parmağıyla ve kararlı duruşuyla bugünün 12 Eylülüne işaret ediyor.
Atış hattı değil ateş hattı!
Ateş hattında konuşuyor, “gazeteciler” falan değil Silivri, Ergenekon ve Balyozdur bugün ateş hattı!
Yarın tarih, bugünleri, “gazeteciler hapse atılmıştı” diye yazmayacaktır. Tarih, “Türk Ordusu ve Türkiye’nin yurtsever siyasal birikimine yapılan yabancı devlet harekâtıyla Atatürk Cumhuriyeti yıkıldı, Türkiye bölündü ve bölünmenin anayasası yapıldı” diye yazacaktır. Eğer devamına izin verirsek!
İşte Tarık Akan, o altın duruşuyla bu hayâsız akının karşısına dikiliyor. Şarkısını AB’den teftişe gelen “özgürlükçülerin” beğeneceği makamdan söylemiyor; bugünün dikta heveslilerini 12’den vuruyor.
Kadir İnanır Antalya’da olsa, o da Tarık Akan’la aynı mevziide olurdu. Türkiye’ye karşı bu hayâsız saldırının ilk gününden beri bocalamadılar, şaşırmadılar, kendilerine yakışan duruşlarıyla örnek oldular.
Büyük sanatçıların edaları işte böyledir. Hem zariftir; hem de ağırdır.
Tarık Akan ve Kadir İnanır’ı biz hep mert, namuslu, cesur, ölümüne sevdalı karakterlerde tanıdık. Hep onlar gibi yürekli, onlar gibi namuslu ve aşık olmak istedik.
Şimdi daha iyi anlıyoruz, rol yapmamışlar, kendilerini oynamışlar."
Türkiye sinemasının efsane oyuncusu Tarık Akan, Altyazı dergisinin Nisan 2005 tarihli sayısında 1977 yılında sinemacıların sansüre karşı büyük yürüyüşünü şöyle anlattı:
"O yürüyüşü tezgâhlayanların başındaydım. Yavuz Özkan ile beraber tezgâhı kurduk. 'Bütün Yeşilçam'ı Ankara'ya nasıl yürütürüz?' sorusu atıldı ortaya. Yavuz'la ikimiz Vedat Türkali'ye gittik ve onun evinde örgütlenmeye başladık. Bu yaptığımız hem yasaktı, hem de duyulduğu takdirde hapse girebilirdik. Bir dönem sonra aramıza Fatma Girik'i de aldık. Ondan sonra ben İstanbul'dan Ankara'ya kadar DİSK'e bağlı olan bütün sendikalarla görüşmeye gittim ve bütün planlamaları yapıp döndüm. [...] Neticede herkes bir yere toplandı ve Taksim'den otobüslerle hareket edildi. Ankara'da yürüyüş yaptık ve dağıldık. Sonra sorgulamalar başladı. Kimin tezgâhladığını bulmaya çalıştılar ama hiçbir sonuca ve ipucuna ulaşamadılar."
(Zümrüt Burul ve Aytaç Köktürk, Altyazı, Nisan 2005, sayı 39)