11 Mart 1935’te yitirdiğimiz aydınlardan Yusuf Akçura 1893 yılında Harbiye ikinci sınıftayken “Genç Türklük fikirlerine katıldığı ve hizmet ettiği” suçlamasıyla tutuklanır. 1897’de kurmak üsteğmen iken yine hapse atılır. “Aydın ve hürriyetçi gençliğin korkusu olan” Taşkışla Divanıharbi’ne sevk olunur, askerlikten atılır ve ömür boyu ağır hapse mahkûm edilir. Fizan’a sürgüne yollanır. Trablusgarp’tan Paris’e kaçar. Abdülhamit’in saltanat yıllarında Fransa’da öğrenim yapar ve sonra Rusya’ya baba ocağına gider. Türk Milliyetçiliğin temel kitaplarından olan Üç Tarz-ı Siyaset’i Abdülhamit’in istibdat alanında yayımlayamaz. Çünkü Milliyetçilik yasaktır.
Aydınlık'ta "Materyalist devrimci Yusuf Akçura" adlı yazıda Mustafa Solak, Kaynak Yayınlarından çıkan “Türk Devriminin Programı” kitabı üzerinden Akçura’nın fikirlerini ele almıştı. Kitap Akçura’nın 1919-1925 dönemindeki yazı ve konuşmalarını içeriyor.
Türk Tarih Kurumu Başkanlığı da yapan Akçura, Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’ya geçerek Millî Mücadele’ye katıldı. Ayrıca, 6 Ekim 1923’te İstanbul’u Türkiye Büyük Millet Meclisi adına işgal kuvvetlerinden teslim alan anlaşmayı imzalamasıyla da Akçura, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin önemli şahsiyetlerindendi.
1. DÜNYA SAVAŞINA GİRMEK MECBURİYETİ
Akçura 1. Dünya Savaşı’na girme mecburiyetini söyle açıklar:
“Osmanlı saltanatında Düyunu Umumiye müessesesi devlet mahiyetindeydi. Kavga bizim yorgan üzerinde olurken Osmanlı Devleti’nin tarafsız kalabilmesi imkansızdı.Cihan Cengi’ne mecburen biz de karıştık.
1. DÜNYA SAVAŞINDAN TÜRKLÜK KAZANÇLI ÇIKTI
Yusuf Akçura, İstiklal Savaşımızdan daha 1914’te Birinci Cihan Savaşı’yla başladığını saptamıştır. 1. Dünya Savaşı’nda Türklüğün genel olarak kazançlı çıktığını bu savaştaki direncin 1919 sonrası için önemli bir birikim sağladığını belirtiyordu. Türkiye’nin İngiliz ve Fransız saldırısına direndiği ortamda Rus Devrimi gerçekleşmiş ve böylece İstiklal Savaşımızın zafere ulaşması için gerekli uluslararası koşullar oluşmuştu. Yusuf Akçura, “Rus İhtilali’nin ev önemli etkeni, Boğazları kilitli tutan bizim Mehmetçiğin milli metanetidir” diyordu.
'İHTİLAL YAPMAZSAK, AVRUPA BİZİ İMHA EDECEK'
Atatürk 1935 yılında CHP 4. Kurultayı’nda “arasız devrimler” vurgusuna benzer şekilde 1925’te “ihtilal yapmazsak, Avrupa bizi imha edecek” diyordu. Türk devrimcilerin kesintisiz devrim kararlılığını dile getirdi. Devrim eğer sürdürülmezse, karşıdevrim sürdürülemeyen devrimin üzerine gelecekti.
Akçura bilhassa Sultan III. Selim’den itibaren Osmanlı imparatorluğu’nun çağdaş devlet olmak istediğini ama Avrupalıların Osmanlı Devleti’ni siyaseten bir yarısömürge, iktisaden tam bir sömürge olarak gördüklerini vurgular. Dahası şunları söyler:
“Hakikaten Harbi Umumi’ye kadar, Osmanlı Devleti fiilen bir çok Avrupa devletinin müşterek bir iktisadi sömürgesi halindeydi. Harbi Umumi’nin galipleri, bu müşterek iktisadi sömürgeyi, bölünmüş birer siyasi sömürge haline getireceklerdi ve Osmanlı saltanatı bu suretle parçalanarak yok olacaktı.”
İslamiyeti benimseyen Doğu ülkelerinin Batı medeniyetine girmesi aleyhinde, daima ve her tarafta toprak ağaları, ruhaniler ve yabancılardan meydana gelen bir üçlü ittifak teşekkül ettiğini söyleyen Akçura, burjuvazi ve demokrasiye dayanan Avrupa devletlerinin İslam memleketlerinde toprak ağalarına ve onlara bağlı şeyh ve hocalara dayanarak sömürge siyasetini yürüttüklerini açıklar.
'DEMOKRATİK TÜRKÇÜLER' İLE 'EMPERYALİST TÜRKÇÜLER' AYRIMI
Milliyetçiliği iki kola ayırıyordu. “Demokratik Türkçüler” bir de “Emperyalist Türkçüler” vardı. Demokratik Türkçüler diğer milletleri küçük görmez, işgalci ve ırkçı değildir ama emperyalist Türkçülerin başka milletlerin toprağında gözü olduğunu, üstün millet anlayışında olduklarını dile getirir. Şöyle açıklar ikisi arasındaki farkı:
“Bizde Türkçülük cereyanının gitgide iki kola ayrıldığını iddia etmek istiyorum. Bu iki cereyanı şimdi moda olan tabirlerle tarif etmek istersek, birisine ‘Demokratik Türkçülük’, diğerine ‘Emperyalist Türkçülük’ diyebiliriz. Demokratik Türkçülük, milliyet esasını her millet için bir hak olarak kabul ediyor ve Türkler için talep ettiği bu hakkı diğer milletlere de aynı derecede hak olarak tanıyordu. Mesela Osmanlı İmparatorluğu’nda Arapların, Arnavutların ve diğer milletlerin bu hakka dayanarak haklı olarak istediklerinin verilmesine taraftardı…
Demokratik milliyetçilik hakka dayalı ve sırf savunma amaçlıdır; gasp edilen hakkı almaya, gasp edilmek istenilen hakkı müdafaaya çalışır. Emperyalist amaçlı milliyetçilik ise saldırı amaçlıdır, diğerlerinin hukukuna tecavüzü bile caiz görerek kendi milliyetini takviyeye çalışır. Saldırı amaçlı milliyetçilik dünyada henüz bitmiş değildir. Fakat zannediyorum ki bu tür milliyetçilik er geç yok olmaya mahkûmdur; Rusların, Avusturyalıların, Almanların başına gelen, bir gün olup diğer emperyalistlerin de başına gelecektir... Efendiler, Türklerin saldırı amaçlı ve emperyalist milliyetçiliği hatadır.”
TOPRAK AĞALARINA KARŞI MÜCADELE
Akçura Şeyh Sait İsyanı’nın Kürt gerici hadisenin emir ve şeyhlerin yani toprak ağaları ve ruhanilerin ittifakıyla çıkarıldığını tespit eder.8 Ruhaniler dediği din adamlarının veya dinsel yetki kullananların toprak ağalarının gücüne dayandığını, toprak ağalığının kaldırılmasıyla ruhanilerin de gücünü kaybedeceğini dile getirir:
“Ruhaniler bizzat toprak ağalarından değilse, birer bey, ağa, kısaca ‘seigneur feodal’ değillerse, sırf manevi sultalarını ancak toprak ağalarına dayanarak temin edebilirler. Toprak ağalarının ortadan kalkması, ruhanilerin son bulmalarına veya diğer sınıfın, mesela şehirlilerin ve köylü çiftçilerin hizmetine geçmelerine yol açar.”
Akçura “Toprak ağalarına dayanan gerici ruhaniler, belki şuursuz olarak, kendi sınıflarıyla beraber, İslam dininin de çöküşüne” uğraştıklarını söyleyerek İslam dinin yükselmesi için, “onun hizmetkârları, medeniyetin en gelişmiş safhasıyla uzlaşabilme”sinde görmektedir.
Türkiye’nin çağdaş bir devlet halinde şekillenmesine güçlük çıkaran daha birtakım imparatorluk mirasının meseleleri arasında “hilafet-saltanat fikir ve hatırasıyla ona organik olarak bağlı hanedan meselesi”ni sayar. Ona göre ideolojik ve hissi görünen bu meselenin gerçek mahiyeti tamamen iktisadidir.
Cumhuriyet’in hamlelerine karşı, dayanışma içinde olan cephenin en kuvvetli kısmını yabancılarla toprak ağaları olarak tespit eder. Din adamları çoğunlukla perdeleme kıtaları gibi kullanılırlar.
DEVRİMİN SÜREKLİLİĞİ
Devrimin sürekliliğinin devrimin gereğini kavramış insanlarla olacağını söyler:
“Efendiler, tarih, bize naklettiği bütün inkılapların, belirli gayelere ulaşma azminde bulunan şuurlu bir azınlığın metin, fedakâr ve icabında şiddetli faaliyetler ve hareketleriyle gerçekleştiğini gösterir.”
“Harbi Umumi Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşmak için açılmıştır”
1. Dünya Savaşı’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşmak için açıldığına dair tespit yapar:
“Cihan Harbi’ni doğuran birkaç belli başlı sebepten birisi belki başlıcası sömürgeler meselesidir; yani Avrupa büyük devletlerinin yerküreyi aralarında paylaşmaya uğraşmalarıdır. Sömürgeler meselesinin en önemli faslını Doğu meselesi oluşturur. Bu bakımdan Avrupa büyük devletlerinin Doğu’yu ve Doğu’nun bir kısmı olan Osmanlı İmparatorluğu’nu aralarında uyuşarak, dosta paylaşmaları Cihan Harbi’nin önemli sebeplerindendir. Bu bakımdan denilebilir ki, Harbi Umumi Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşmak için açılmıştır.”
TARİHSEL MADDECİ GÖRÜŞLER
Karl Marx’ın tarihi maddeci görüşünden etkilenen Akçura bunu şu şekilde açıklar:
“Filozof Karl Marx iddia etti ki, her bir tarihi devrede meydana gelen olguların sebeplerini o devrin ideolojisinde değil, iktisadında, yani maddi süreçlerinde aramak lazımdır. Diğer tabirle tarihi olguların esas etkenleri insanların fikrinde değil, onların hayatlarını temine eden münasebetlerindedir. Her cemiyetin gerçek temeli iktisadiyatıdır. Cemiyetin görülen diğer tecellerinin hepsi o temel üzerine kurulmuş katlardır. ‘İdeoloji’ de o katlardan birisidir.”
Tarihsel maddeciliğe dair fikri ise şöyledir:
“Etkileyeni etkilenen, etkileneni etkileyen; sebebi netice, neticeyi sebep olarak kabul ediyor. Bu teoriye maddeci tarih kuramı tarihsel maddecilik ve iktisadi maddecilik namları verilir. 19. asrın sonlarına doğru bu teori çok yayılmış ve kendine çok taraftar bulmuştur. Bu teoriye göre tarihi dönüşümlerin temeli cemiyetlerin iktisadi hayatlarındaki değişimlerdir. Tarihle uğraşanlar katında tarihi sürecin ilmi olarak izahının tarihsel maddecilikle daha kolay olduğuna dair kanaat gittikçe artmaktadır.”
Toplumsal dönüşümünün kaynağını üretim araçlarında meydana gelen dönüşümde görür. Marx’ın “el değirmeni feodal bir ortaçağ toplumunu, buhar değirmeniyse kapitalist büyük sanayi-yani asrımız toplumunu verir” sözünü benimser.
OSMANLI DEVLETİ'NİN PARÇALANMASINDA EKONOMİK ETKEN
Akçura, Osmanlı Devleti’nin yarısömürgeden parçalanmaya tam sömürgeleşme sürecini sınıfsal olarak analiz eder:
“Sanattan, esnaflıktan, ticaretten, yerden yurttan mahrum kalan ahalimiz ne oluyor? Ne olacak, gündelikçi... yani aldığı gündelikle, aylıkla geçinen memur, asker, işçi, amele, hademe, hamal-ırgat... Kısacası yeni gün, yeni rızk diye günü gününe kazanıp yaşayan, yeni tabirler proleter... Gerçi efendiler, büyük sermayenin Avrupa’da oluşumu da küçük ve orta sermaye sahiplerinin büsbütün sermayesiz kalmalarıyla neticelenmiştir.”
Sanayi ihtilalinin mahiyetini, buhar kuvvetinin sanayiye tatbikiyle orta ve büyük sanayinin ortaya çıkması ve bu suretle bugün “kapitalizm” denilen iktisadi idare tarzının kurulmasıyla açıklar. Dahası “yersiz yurtsuz-sıhhatten gayri sermayesi, elinden gayri aleti olmayan bu nevi ameleler, hususi tabiriyle ‘proleterler’, köy ahalisinin şehirlere toplanması, küçük sanayinin büyük sanayi tarafından yutulması ve el işi yerine fabrika imalatının geçmesi yüzünden” artmıştır. Ona göre manevi medeniyette en yakın tesir, insanın fikir faaliyetidir. Akçura manevi kültürün maddi kültürden doğduğuna yönelik tezi benimser.
Akçura muhallebi kaşıkları, kahve cezveleri, pilav kuşhanelerinin bile yabancı ürünlerinden kullanmak, Fatih’ten Eminönü’ne gitmek için yabancı sermayedarlara vergi vermek zorunda kalındığını belirtir. Avrupa’da büyük sanayi ve sermayenin oluşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’na girmesi milli iktisadı alt üst etmiş ve memleket iktisadı buhranında en önemli bir etken olmuştur. Yabancılardan alınan ödünç paraların önemli bir kısmı hakim zümre ve padişahlar tarafından verimli olmayan masraflara gitmiştir.
1. DÜNYA SAVAŞINDA İTTİHAT VE TERAKKİ
İttihat ve Terakki’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nda bütün Türk emlak ve akar sahiplerinin ve Müslüman ticaret erbabının iktisadi kabiliyetlerini arttırarak ve bunların iktisadi rakiplerinin rekabet kudretlerini sınırlayarak, iktisadi menfaatlerini geliştirmek istediğini dile getiren Akçura İttihat ve Terakki partisini “Türk burjuvazisinin temsilcisi” görür.
Akçura 1. Dünya Savaşı esnasında İttihat ve Terakki’nin sermayedar paşalara veya onların çocuklarına ekonomi sahasında yardım ederek, İtilaf ve Hürriyet partisinin bu unsurunu da kısmen kendine çektiğini, böylece en kıymetli unsurlarını kaybeden İtilaf’ın savaşta dayanak olacak hemen hiçbir toplumsal sınıf kalmadığını belirtir.
KURTULUŞ SAVAŞIMIZIN SINIFSAL TAHLİLİ
Milli mücadele esnasında toplumun sosyolojisini ve sınıfsal yapısını şu şekilde ortaya koyar:
“Türkiye ahalisinin büyük çoğunluğu çiftçi ve çobandır. Büyük ve orta ziraat yok değilse de, ziraat erbabının çoğu küçük ziraatçılar, yani köylü ve çiftçidir. Küçük çobanların da bir kısmı yerleşmekte ve çiftçileşmektedir. Şehirde küçük sanayi ve ticaretle meşgul olan esnafında çoğu aynı zamanda çiftçidir. Yalnız sanayi ve ticaretle geçinen sırf şehirli (Burjuva) pek azdır; Hele büyük sanayi ve ticaretle onun gölgesi olan amele ise yok denilecek kadar azdır. Büyük sanayi ve ticaretin kırıntısı ile doğan ve yaşayan ‘aydınlar’ da yok gibidir.
Ona göre Türkiye’de asıl mevcut sınıflar, “küçük mülk sahibi köylü çiftçiler, orta ve büyük çiftlik sahipleri, şehir esnaf ve tüccarı, ‘küçük ve orta sanayi ticaret erbabı’”dır.
EKONOMİYE DAYALI EĞİTİM
Genel eğitim ve öğretim okullarında ilköğretimden üniversiteye kadar eğitim ve öğretimin esasının iktisadi ve gerçek bir bakış açısından verilmesini önerir. Ona göre bu başarılamazsa askeri ve siyasi zaferlerle, idari ve milli tedbirlerle iktisat sahasında diğer milletlerle rekabet edebileceğimiz çok şüpheli olacaktır.
'TÜRKLER DEVLETÇİ BİR MİLLETTİR'
“Türkler devletçi bir millettir” diyen Akçura, Türklerin devletçiliğinin gerekçesini şöyle açıklar:
“Ecnebi-yabancıların rekabetini kolaylaştıran şartlar da nispeten sınırlanmıştır. Asıl mevzuum hükümetin düşündüğü tedbirlerdir. Zaten Türkler hayatın her safhasında ferdi hareketten ziyade devletçe toplu halde ve düzenli olarak harekete eğilimlidirler.”
RÖNESANS VE REFORM'UN BAŞARISINDA OSMANLI'NIN PAYI
Başarıdaki paya dair Akçura’nın fikri şöyledir:
“Osmanlı medeniyeti meydana gelmeyecekti. Batı Türkleri Bizans’ı çiğneyip Orta Avrupa’ya kadar yürümeselerdi, Batı medeniyetinin temellerinden biri olan ‘Reformasyon’ hareketi bastırılacak ve bunu bastıran taassup kuvveti “Rönesans”ı da olgunlaşmadan boğacaktı.
Yusuf Akçura, 1911 yılında bir konferanstaki konuşmasında, İstanbul'un Batıcı aydınlarının Doğu'ya ilgisizliklerinin eleştiriyor ve bunun sebeplerini irdeliyordu. Akçura, “Bizim zeminimiz Doğu zeminidir. Bizim Doğu'yla münasebetimiz arttıkça, biz Doğu'ya dayandıkça yenilmez oluruz.” diyordu.
İŞTE O KONUŞMA:
Bizim İstanbul aydınları denilen takım öteden beri Doğu'ya ehemmiyet vermemekle tanınır. Yalnız Doğu'nun felaketlerine değil, Doğu'nun bütün vakalarına bigâne kalmaktan hazzeder. […]
Doğu'ya olan bu bigâneliğin sebepleri acaba nelerdir? Benim hatırıma şöyle birkaç sebep geliyor, doğru olup olmadığını siz düşününüz:
Birincisi: İstanbul aydınlarını yetiştiren mekteplerde İslam memleketleri ahvaline öteden beri lüzumu kadar ehemmiyet verilmiyor. Genel olarak Osmanlı matbuatında Doğu ahvalinden bahis pek azdır. İstibdat devri bir yana, şu son iki-üç sene zarfında bile meydana çıkan eserlerin hemen hiçbirisinden Doğu'ya dair malumat alınamaz. […]
İkincisi: Efendiler, bizim aydınlar, şimdi matbuatı ellerinde tutanlar Doğu ve İslam âlemiyle meşgul olmaktan adeta utanırlar. Medenî Avrupa varken Doğu göz atılmaya, düşünülmeye hiç değer mi? Sonra Allah esirgesin bize Avrupalılar henüz Avrupalılaşmamış, barbarlıktan, taassuptan kurtulamamış demezler mi? Hani şu hacdan gelirken gördüğümüz uzun, pis, kokmuş elbiseli Asyalılarla nasıl uğraşılır? Ama İtalyanlar, Messinalılar… Onlar başka! Tarantella oynarlar, Traviata'ları var, Maskeli Balo'ları var!..
Üçüncüsü: Biz Batı'nın gözüne girmek isteriz, Batı'nın beğenisini kazanmak isteriz. Bir gazetecinin dediği gibi, Avrupa medenî ailesi içinde yer tutmak isteriz. Bunun için Batı'ya yaranmalıyız, Batı'nın suyuna gitmeliyiz, hatta yağcılık etmeliyiz. Doğu'yla uğraşmakta ne fayda var? Onlardan ne menfaat gelecek?
Dördüncüsü: Efendiler, Batı'dan korkuyoruz. Doğu'yla çok meşgul olursak bizi birtakım siyasî fikirlerle itham ederler. Memleketimize de bundan zararlı neticeler hasıl olur. Eğer Avrupa'nın gözüne girer, Avrupa'nın teveccühünü kazanırsak her türlü taassup şaibesinden masun kalır ve memleketimizde rahat rahat yaşarız.
Efendiler, bu sebeplerin birincisini incelemeye bile lüzum görmem. O yalnız yüzlerimizi kızartır. […]
Doğu'yla uğraşmaktan utanmak, sıkılmak o kadar titrediğimiz Avrupa teveccühünü kazandırmaya asla hizmet etmez. Batılıların kadirşinas olanları milletlerini takdir edip yüceltenleri muhterem görürler. […]
Avrupa'ya, suyuna gitmekle, yağcılıkla yaranmak, yahut Avrupa'dan korkmakla, Avrupa'nın istemediği şeyleri yapmamakla hiddet ve gazabını çekmemek gayet safça, adeta çocukçasına düşünceler neticesidir. […]
İyi bilmelisiniz ki tarihî vakalarda esas etkenler sırf maddî ihtiyaç ve menfaatlerdir. Öyle sakınmalarla, suyuna gitmelerle, yağcılıklarla devletler arası münasebetlere katiyen tesir icra edilemez. Devletlerin dengesi mekanikte olduğu gibi sırf bir kuvvetler dengesidir.
Avrupa'nın hoşuna gitmek istersek, zayıf olmaya, hiçbir kuvvet göstermemeye, nihayet tamamen eline geçmeye katlanmalıyız. Avrupa'dan ihtiram görmek istersek kuvvetli olmalıyız. Avrupa, bize isnat ettiği kuvvetlilerden hazzetmek fikrini kendinin hissiyatından çıkarıyor. İsmi hatırımda kalmamış Avrupalı bir diplomat hovarda bir lisanla "Benim milletim bazı kadınlar gibi kuvvetli adamları sever." demişti. Son zamanlarda Japonlara gösterilen ihtiram bunun bir delilidir.
Efendiler, hatırıma Yunan mitolojisinden bir hikâye geliyor: Yunan müşriklerinin mabutlarından bir dev [Antaios] zemine ayak bastıkça kuvvet alır, artık yenilmez olurmuş. Bizim zeminimiz Doğu zeminidir. Bizim Doğu'yla münasebetimiz arttıkça, biz Doğu'ya dayandıkça yenilmez oluruz.
SINANMIŞ PROGRAM
Yusuf Akçura’nın Milliyetçi-Halkçı-Devrimci mevzilenmesinin bugün çok daha büyük değer kazandığını görüyoruz. O, daha o zaman şu tarihsel öngörüsünü vurgulamıştı: Eğer Cumhuriyet Ortaçağ güçlerinin kökünü kazımazsa, Ortaçağ güçleri ilk fırsatta emperyalizme dayanarak Cumhuriyetle hesaplaşacaktır. Büyük devrimci düşünür ve eylemci Yusuf Akçura, Türk Devriminin en sıcak yıllarında, 1925 yılının Ekim ayında, “ihtilal yapmazsak, Avrupa bizi imha edecek” diyordu. Türk Devrimcilerinin kesintisiz devrim kararlılığını, Atatürk 1935 yılında CHP 4. Kurultayı’nda “Arasız Devrimler” vurgusuyla dile getirdi. Devrim eğer sürdürülmezse, karşıdevrim sürdürülemeyen devrimin üzerine gelecekti.
Yusuf Akçura’nın bu kitabı tarihî belge değil. Bu kitapta Türk Devriminin tamamlanmayı bekleyen programını bulacaksınız. Türkiye’nin Milliyetçi ve Halkçılarının önündeki devrimci görevin daha yüzyıl öncesinden ortaya konması, Yusuf Akçura’nın derinliğini özetler.
Yusuf Akçura’nın daha yüzyıl önceki saptamalarına bakınız, 1945 sonrasında doğrulanmış derin tarih dersleri göreceksiniz:
Batı medeniyeti, demokratik devrimlerle inşa edilmiştir. Devrim, emperyalizme ve gericiliğe özgürlük tanımaz. Türk Devrimi, emperyalizmin ve gericiliğin dayandığı toplumsal zemini ve kökleri kazımak zorundadır.
Batı emperyalizmi, Türkiye’yi sömürgeleştirme emelinden vazgeçmiş değildir; fırsat kollamaktadır. Çağdaşlaşma, Avrupa’yla bütünleşerek değil, millî devletle başarılabilir. Eğer Millî Demokratik Devrimimizi tamamlamazsak, tekrar Batı’nın pençesi altına düşeriz.
Artık bizim gibi Mazlum Dünya ülkelerinde çağdaşlaşmanın iktisadî siyaseti, Liberalizm değil, Halkçılıktır ve Devletçiliktir.
Her devrim, bilinçli ve örgütlü bir öncüyle, başka deyişle partiyle zafere ulaştırılabilir. Her devrimin öncüsü, devrimi yapan sınıfların aydınlarından oluşur. Yusuf Akçura’nın devrimci aydın tanımı, öncünün içinde yer almaktır; yani partileşmektir. Kendisi devrimci hayatının her aşamasında partili olmuştur.
BİRLEŞTİREN PROGRAM
Yusuf Akçura’nın kitabı, bugün Milliyetçilerimizi, Halkçılarımızı, Devrimcilerimizi birleştiren programdır. Türk Devrimini yapanlar Milliyetçi-Halkçı devrimcilerdi. Onların bölünmesi, Türk Devriminin çözülmesi döneminde oldu. Şimdi yeniden birleşme çağına girilmiştir. Ve o birliğin dayandığı teori ve program birikiminin ortaya konması, günün görevdir.
Bu nedenle Yusuf Akçura incelenmeli ve tartışılmalıdır.
Amiral Soner Polat'ta Aydınlık'ta "Yusuf Akçura" hakkında yazı kaleme almıştı. İşte o yazıdan detaylar...
Yusuf Akçura, bilindiği üzere Türk devriminin en önemli kuramcılarından birisi! Milliyetçilik, halkçılık, Türkçülük ve devrimciliği aynı pota içinde, bilimsel yöntemlerle eritiyor ve ortaya çok güçlü milli bir damar çıkıyor. Özellikle, Türk milliyetçilerinin Yusuf Akçura’yı incelemesinde sayısız fayda var. Türk milliyetçiliğinin kökleriyle buluşmak, bu ulvi kavramın daha da iyi bir şekilde anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
YUSUF AKÇURA’YA GÖRE ÇAĞDAŞ DEVLET
“Çağdaş devlet, içinde kendisinden başka hukuki, dini ve siyasi bir sulta kabul etmez. Başlangıç ve son kendisidir. Dolayısıyla çağdaş devlet tam bağımsızlığa sahiptir. Diğer bir devletin hiçbir suretle müdahale, nüfuz ve hatta tesirine tahammül edemediği gibi, kendi dâhilinde bağımsızlık hareketine mani olabilecek hiçbir müessesenin varlığına da tahammül etmez.
Çağdaş devlette millet, aynı kültürün mahsulüdür. Bundan dolayı, hiç olmazsa çoğunluğu aynı ideale tutkundur. Dolayısıyla çağdaş bir devlet millidir!
Çağdaş bir devletin esas vasfı halk hâkimiyetidir (demokrasi), hürriyetperverlik (liberalizm) değildir. Çağdaş devletlerin teşekkülünde demokrasi ve liberalizm prensipleri çarpışmış ve çoğunlukla demokrasiye karşı gerici bir mahiyet alan liberalizm yenilmiştir.
Hükümetin birinci vazifesi, iktisadi faaliyeti iyi idare etmektir. Dolayısıyla çağdaş devlet iktisadidir.
Milletin, halkın, devlette eşit haklara sahip olarak hâkim olmasına ‘demokrasi!’ denilir. Dolayısıyla çağdaş devletler demokratiktir.” (Sayfa 20-21)
YUSUF AKÇURA’YA GÖRE AVRUPA SERMAYESİ
“Memleketin seneden seneye fakirleşmesinin en önemli sebebi, yabancı sermayesinin memleketimize girip faiz ve temettü yoluyla bağımsız sanayi ve ticaretimizi imha suretiyle milli servetimizi çekmesi ve ezmesi olmuştur. Avrupa sermayesi yerlileri soyup soğana çevirerek sanatsız, sermayesiz, yersiz yurtsuz bırakmak gayesine tamamen ermek istiyor; çünkü bu halde yerliler, ucuz ucuz, ancak boğaz tokluğuna çalıştırılabilen bir nevi iş hayvanı olacaktır.” (Sayfa 51)
Aslında Yusuf Akçura bugünlere de mercek tutmuş! İşte hesapsız kitapsız gümrüklerimizin açılması nedeniyle yılda en az 50 milyar dolar cari açık veriyoruz. Borç yükümüz her geçen büyüyor. Sanayicimiz, çiftçimiz, özetle bütün üretici güçlerimiz baskı altına alınmış durumda! Meclis’teki hiçbir parti, az ya da çok Batı bağımlılığı nedeniyle üretimi merkeze koyan bir iktisat politikasını savunamıyor. Alınan geçici tedbirlerle de sorun çözülmüyor.
YUSUF AKÇURA VE MEHMETÇİK
“Ey mebus efendi! Sen de bil ki bugün bağımsız bir milletin hâkim kuvvetinden bir parçasını nefsinde temsil eden bir zat sıfatıyla Mebusan konağında hükümran oluyorsan, bunu temin eden kanunlar, senin mürekkep ve kaleminden ziyade, Mehmetçiğin kan ve süngüsüyle yazılmaktadır.”
Ve sıra Yusuf Akçura’nın bizatihi kendisine gelir:
“Ey bu sözleri söyleyen!.. doğru-yanlış, fakat serbest nutuk söylerken, geçen gün çıktığın İstanbul’u bir hatırla! İnönü’de kahramanlar seddi olmasa, sen burada Haçlı seferlerinden, istilacı Batılıların mezaliminden hiç bahsedebilir miydin?” (Sayfa 55, 56)
Tıpkı o dönemlerde olduğu gibi günümüzde de Türkiye istilacı Batı, işbirlikçileri ve piyonlarına karşı bir vatan savaşı veriyor. Bu savaşın kaderini de Mehmetçik belirleyecek! Atalarımız bunun farkındaydı, ya bizler?