Görme biçimleri
İnsanın düşünceleri, inançları, hatta saplantıları görme biçimini etkiler. Bunun tersi de geçerlidir: öğretilmiş ya da dayatılmış bir görme biçimi insanın düşüncelerini belirler. John Berger, Görme Biçimleri (Metis 1978) adlı kitabında bu etkileşimin nasıl gerçekleştiğini örneklerle anlatır.
Gören/görülen etkileşimi siyasette çok kullanılır. Özellikle herkesin sosyal medya ağlarına yakalandığı günümüzde görsellik siyasî inanç ve propagandanın, her türlü tanıtımın vazgeçilmez parçası hâline gelmiştir. Sayfalarca yazıyla verilebilecek mesajlar tek kare fotoğrafla ya da kısa bir videoyla hedef kitleye aktarılabilmektedir.
Mesela Sayın Devlet Bahçeli’nin, Devlet Bey Köşkü’nün önündeki şalvarlı kasketli yelekli köstekli 19 Mayıs’ı kutlama fotoğrafı ya da 1988 model otomobiliyle Ferdi Tayfur’un “Bu bana yeter” şarkısı eşliğinde Ankara’da turlama videosu, mesaj niteliğindedir. Birincisinde, geleneklere ve töreye bağlı otantik bir “Beyimiz” görüntüsü verilmekte; ikincisinde ise düze çıkmış, rahatlamış modern bir lider izlenimi aktarılmaktadır. Bana biraz komik gelmekle birlikte, bunların hedef kitleye hitap eden, estetik olarak insanı rahatsız etmeyen zararsız görseller olduğunu söyleyebiliriz.
Fakat Sayın İmamoğlu’nun Mustafa Kemal’in asker üniformasına ve astragan kalpağına monte edilmiş, Zeki Müren’i andıran mütebessim yüz fotoğrafı için aynı şeyi söyleyemeyiz. Burada, gâvurların “kitsch” (kiç) dedikleri, düşük kaliteli bir taklit, rüküş ve bayağı bir görsellik sırıtmaktadır. Fakat kapitalizmin alıcısı olmayan malı üretmemesi gibi, sosyal medyada da hedef kitlesi olmayan görsellerin paylaşılmaması bir kuraldır. İnsanların bu saçma fotomontajı sosyal medyada sürekli paylaşması, oldukça geniş bir kesimin siyaset algısındaki sefaleti göstermesi bakımından gayet manidardır.
Tütün İskelesi’ndeki “kenetlenme” fotoğrafında da beni rahatsız eden bir şey var. Kenetlenmeden ziyade bir yan yana gelme, her an itişmeye dönüşebilecek bir bitişme fotoğrafına benziyor. Basit olanı elbette anlıyorum: liderler dış tehdide karşı birlik görüntüsü veriyorlar. Çok güzel! Fakat fotoğraftaki liderlerin çok farklı dış tehdit algılarına sahip olduklarını, ortak bir iktisadi ve siyasî programda birleşmediklerini, dış politikada tutarlı bir mutabakat zemininde durmadıklarını biliyoruz. Dolayısıyla bir kenetlenmeden değil, sadece siyasî iktidarın işine yarayan, geçici ve seyirlik bir yan yana durma görüntüsünden, eğreti duran bir temenniden söz edebiliyoruz.
Sayın Reis konuşmasında Atatürk ilke ve inkılaplarına tek satır bile ayırmadan hitabet ustalığı sergileyerek, Cumhuriyet Devrimi’ni Osmanlı mirası içinde güzelce eritti ve “bir Osmanlı paşası” dediği Mustafa Kemal’i Adnan Menderes ve Turgut Özal ile aynı çizgiye yerleştirdi ve nihayet, bugünün 19 Mayıs gençliğinin (Fikret’in değil de) “Asım’ın nesli” olduğunu kuvvetle vurguladı. Bunda şaşılacak bir şey yok. Sayın Reis bir dava adamı. Konuşmasında üzerine basa basa “2023 hedeflerimize bağlıyız,” dedi. Bizim böyle bir hedefimiz yok.Orada bulunan liderlerin de böyle bir hedefi olduğunu sanmıyorum. Bu hedefin nasıl bir şey olabileceğini AKP’nin 17 yıllık icraatından biliyoruz.
Görüntünün arka planında temsilen Bandırma vapurundan inen Mustafa Kemal ve arkadaşları görülüyor. Bir televizyon programında konuşmacı tam iki kez, “Bakın bakın, Cumhurbaşkanımızın tam arkasında Atatürk duruyor,” dedi. Böyle can sıkıcı durumlarda benim hayal gücüm devreye girer: Karadeniz şöyle bir çalkalanıp dalgalanıyor, heybetli bulutların kaynaştığı gökyüzünde bir ihtişam... Derken asker kaputlarına bürünmüş silahlı ve kalpaklı kadro, meşin, cigara izmariti, terli keçe, barut ve kalın silah yağı kokularıyla Tütün İskelesi’ne doğru ağır adımlarla yürüyor. Paşa, elinde kırbacıyla öne çıkıp çizmelerini gıcırdatarak Reis’e doğru ilerlerken bir gazeteci koşup mikrofon uzatıyor: “Paşam, bedelli askerlik hakkında ne düşünüyorsunuz?” Sizce Mustafa Kemal bu soruya nasıl cevap verirdi?