Gün gelecek Türkiye’de düğün yapacağız
Bizim yuvadan bir kuş daha kanatlandı uçtu. Memo’ya diyordum ki “oğlum, arşivlerde çalışa çalışa evde kalacaksın...” Türkiye’ye geldi iki gün sonra cezaevine girdi.
Artık zamanı gelmişti. Hadi... hadi...
Kız istemeye Ankara’ya gittik birkaç ay önce. Elimizde çiçek, çikolata...
-Verdiler mi? Verdiler mi?
-Yok biz oğlanı verdik. Bizde kız alınmaz, oğlan verilir...
Bir nikahta tanıktım. Kız tarafı. Kısa bir konuşma. Sonunda cüzdanı verirken de böyle demiştim.
-Bizde kız verilmez, oğlan alınır...
Erkek tarafı CHP’li... Sonradan tartışma çıkmış. “Neden öyle söyledi, ne demek istedi...” Kız tarafı Vatan Partili ya... Biz de malum zaten. Ne bileyim ben kadın-erkek eşitliğine vurgu yapmak için hep böyle söylerim. Daha doğrusu söylemi de değiştirmeye çalışırım. Kadın sanki alınıp satılan bir eşya gibi algılanmasın diye...
Şimdi erkek tarafı olunca da sınanacağız bakalım.
Ece’ye babası sordu:
-Nerede ilk tanıştınız...
Ece “üüüff baba...” tabii.
Mengüç Bey:
-Slogan atarken mi...
Bizim gelin şöyle bir diklendi, hemen yaptı düzeltmesini:
-Attırırken...
Masada, yanımdaydı. Hemen kulağına eğildim, “E ee kimin gelini.. ‘Attıracak’ elbette!”
NEŞELİ BANDO
Nikah nasıl olacak?
Nikah da kendilerine göre.
Bir kere cıstak cıstak müzikle olmamalı. Ya da “gözlerinin içine baktım, hayran kaldım” gibi uyduruktan tayyare sözlü bir şarkı hiç olmaz. Kiraz’ınkini yazmıştım. Babası cezaevindeydi. Evden gelinlikle çıkmak istemedi. Çare tükenmez. Hemen bir teras düzeni. Cemalettin Hocanın kemanıyla Türk Marşı. Evimizin salonuna salına salına girmişti.
Bu kez yakışığı nedir? Keyif bizde! Köçekçe! Ulvi Cemal Erkin.
Türk Beşlileri unutuldular. Millete müzik sevdiren, dinlerken eğiten... Girin Köçekçe’yi internetten baştan sona bir dinleyin.
Dikkat! Nikah tazeleyesiniz gelebilir!
Çıkışta kuyrukta kimse uf puf etmedi. Sıcak uzun... Faik Bey sağolsun. Ne güzel sürpriz yaptı yeğenlerine öyle! Neşeli bir bando konser verdi. Kimi zaman marş, kimi zaman oynak yöre müziklerimiz. Benim de içim gitti. Ayıp olmasa fırlayıp gideceğim. Oynayanlara katılacağım.
Şekerler? Evde gereksiz yer işgal etmeyecek, kullanabileceğimiz bir şey olmalı. Kitap aralığı? Ucuz. Kullanışlı. Üzerinde de Ece’nin resimlerinden. Şık mı şık. Yerdeşimiz, dostumuz Talat Bey ve Ülker Hanım matbaalarını seferber ettiler. Yetmez dediler, müthiş güzellikte ve özellikte küçük defter bastılar. Dedim ki dağıtan arkadaşa “aman bana da bir tane ayır mutlaka... kalmadı demeyesin sakın...!” O kadar güzel oldu. İçini de imzaladılar.
ŞART MİDUR
Gelinlik. En ucuzun üçte bir fiyatına. Dantelin en güzelinden. Oynarken ayağına dolanmayan, kuyruğuna sahip çıksan, başından aşağı şelale gibi boğazına dolanan duvağa yakalanacağın hiçbir fazlalığı yok! Bir de ben düğünlerde “askısız” hikayesini hiç anlamıyorum. “Strapless”!
Şart midur??
Bütün aile üstelik. Tombul tombalak.
Her yerden fışkıranlar da dahil. İki de bir yukarı çekiştirmek zorunda kalıyorsun. Bütün eğlence ve halay boyunca kaldıramıyorum kolları!! Düştü düşecek gerginliği. Yazık değil mi size...
Ayakkabılara da değinip geçelim. Leylek gibi yüksek olmalı. Bir kez giyeceksin. Sonu yıllarca dolap üstü tozlu kutu. Elbette içine dolar dizmeyecekseniz.
O kültürüm yok, bilemem.
Müracaat başka kapıya :)
Peki, diyelim ki düğün de bir kez oluyor. İlle olduğunuzdan uzun boylu olacaksınız. Ama hiç amaca da uygun değil. Eğlenmek için yapıyoruz bu işi. Nasıl saatlerce ayakta duracaksınız, dans edeceksiniz? Horon tepemezsin. Halay? Zeybek? Karşılama? Kafkas? Tango? Vals?
Bileğin burkulur.
Zaten daha yarısında herkes atıyor ayaklarından.
Dans demişken. Eskiden en lüks sarayotel düğünlerinde oluyordu. Şimdi herhangi bir Anadolu kentimizdeki en küçücüğünde bile var. Bunlar da hep para yani... Organizasyon şirketleri var. Eziyetin ve yapmacıklığın üzerine bir de para veriyorsun. Şuradan gireceksin. Burada gülümseyeceksin.... Burada gözünün içine bakacaksın... gelinle damada adım adım ne yapacağı öğretiliyor. Provalar yapılıyor. Ya yapamazsam. Eyvah gün yaklaştı. Saati geliyor. Heyecan. Ya şaşırırsam. Sırasını unutursam. Ya ayağım takılırsa...
Ben hep gelinle damadın yüzüne bakıyorum ilk dansı yaparken. Hani şimdi şu ünlü son sahne var ya... Belinden tutuyorsun, yere doğru yatırıyorsun gelini. Bir ayağın dizden kırık önde, öteki düz gergin arkada. Yüzüne bakacaksın diyorlar herhalde, gülümseyeceksin...
Ama nerdee garibim damat boncuk boncuk daha baştan su içinde, endişeli yüz ifadesi
-Ya tutamaz düşürürsem!!
Gelin yay gibi gerilmiş kafasını hafif kaldırıyor:
-Zaten leyleklerin üzerinde zor duruyorum. Ya sırt üstü yeri boylarsam, bari başımı koruyayım...
SAHTE PASTA OLUR MU
O gerginlik bir de o kadar prova yapılmasına karşın pasta kesilirken yaşanıyor. Pasta dediysek, o da sahte. Kartondan. Gerçeği mutfakta. Kesiyormuş gibi yapıyorsun. İki el birleştireceksin. Pala gibi bir şeyi tutmaya çalışacaksın. Aynı yönde yukarı kadar kaldıracaksın. Kes. Palayı elinden bırak... küçük tabaklar pasta ve çatal. Eğer durum uygunsa beyaz şarap, şampanya ya da limonata... hiç önemli değil yaşanan komiklikler hep aynı. Şimdi sıra geldi en zoruna. Elini ve kollarını sekiz yapıp dolandırıp birbirinin ağzına pasta vereceksin. Şampanyayı içireceksin.
Denk getiremezsem.
Üzerimize dökersem...
O sırada konfetiler, maytaplar fışkıracak... “Gelin makyajı” yaptırdın ya... maske gibi; takma kirpik hepsinde var. Kuaför paket parasına dahil. Gelin kaynana görümceler bilmem kaç lira...
O sırada konfetiler kirpiğine yapışacak.
Daha anlatmayayım ezberinizdedir.
Her düğünde aynısı oluyor.
ARABASI DA GERÇEK
Polonezköy’de çay bahçesindeki aile arası eğlenceye, Memo’nun kullandığı kendi küçük arabasıyla geldiler. Atmış gelini yanına. Aman önüne çocuklar çıktı, ezildi ezilecek derdi yok. Zar zar korna yok.
Hacı Duru sponsorluğunda özel geldi Kemaliye’den ekibimiz. Davul ve klarnet.
“Horoz havada horoz”la hoş geldin yaptılar.
Kına türküleriyle birlikte masaları gezdiler.
Daha sonra elbette ailecek başta babamız, bir Perinçek-Kemaliye türkü konseri. Gayret müthiş :)!
Levent Kırca’nın da anısı bizlerleydi. Pasta için Aslı kardeşim ne kadar özendi.
Üzerinde “olmazsa olmaz” kartondan gelin damat figürü değil; müthiş güzellikte, üstelik de yenebilen ortancalar vardı.
Gerçek pasta. Hem de krokanlı. Yendi bitti gitti...
Gelinin elindeki gerçek papatyalardan çiçek... Öyle at tut hikayeleri de olmadı.
Arkadaşı sormuş Aslı’ya nasıl oldu:
-Her şey gerçekti...
Biliyor musunuz, davetiyemiz de yoktu. Püsküllüsü, kutulusu zaten olmaz da ağaca yazık dedik, düz kağıt bile yoktu. Çevreye kirliliğine de ne gerek var. Herkesin cebinde telefon. Bastık düğmeye gönderdik. Konumu tarifi de dahil. Daha işlevsel.
Yemekler, ekmek arası köfte, salatalar Aydınlık’ın yemeklerini gönderen Ali Polat’tan... Ev için köfte tarifini alacağım... ancak bir adet atabildim ağzıma. Tadı damağımda. Servis tabaklarında bir kaşık yemek kalmadı. Hiç ziyan olmadı.
EL BİRLİĞİ GÖNÜL BİRLİĞİ
Ah... Ayla ablamız... ah... Doğu’nun liseden sınıf arkadaşı. “Hala” kapsamında. “Teyze”ye trasfer etmeye çalışıyorum. Aslında hepimizin, VP Kadıköy ilçenin ablası. Yemeklere destek ondan. Dolmalar, börekler, çerkez tavukları, tatlı...
Bizim eğlence tam imece.
El birliği gönül birliği.
İçkilere destek kolilerle.
Bir aç bak ki altın serisi... Çek, Rus votkası, Fransız şampanyası hem de.
Işıl, Suna, Candemir, Yıldırım...
-15 şişe yeter mi abla?
-10 litre?
Adam başı hesaplar...
KOCAMAN YÜREKLİ AİLE
Davul zurnalı klarnetli şarkılı türkülü... Kesme Şeker’li... Kıraç’la İskender Doğan yıllar sonra sahnede kucaklaştılar. İskender Doğan’ın bir bestesine çok büyük paralar önermişler. İçine sinmemiş vermemiş. Genç bir delikanlı “abi” demiş. Hiç karşılıksız vermiş. İşte bizim eğlencede o şarkıyı birlikte söylediler. Pepee’yi çağırdılar. Kıraç’ın eşi biliyorsunuz. Adaşım. Küçük kızları gelin olmuştu. Oğlu en duygulusundan şarkı istedi babasından. İskender dostumuz oğlunu hasta bırakıp geldi. Gel de sevme şu Türk milletini.
Kesme Şeker grubu Mehmet’le Ece’nin arkadaşları. Bütün gençler ezbere biliyor.
Unutmadan şuraya not alayım. Kemaliye türkülerinin kaydını göndereceğim onlara, söz verdim. İlk kez dinlediler. Çok beğenmişler.
Ne kocaman yürekli aile. Aile arası dedik. Kırbaş’lar, Bayramoğlu’ları yeni geldi, Karavit’ler zaten vardı.
Ama bu ne? Büyükçe bir aile olmuşuz. Her siyasetten, her kökenden, her meslekten... GS- FB marşı bile çaldı... o kadar yani... Bandoyu getiren FB’nin avukatı. Gelin-damat hasta GS’lı... Aydınlık, Ulusal Kanal da hep birlikte. İngiltere’den, Çekoslovakya’dan Rusya’dan kopup gelenlerimiz vardı. Türkiye’nin her yanından. Halalar, teyzeler, amcalar, dayılar... Çocuklara dur otur sus yoktu. Etrafta resim çektirirken masadan indirmek zorunda kalacağın cam vazo filan yoktu ki... Çimenlerde koştular oynadılar. Dans ettiler. Yeğenimin küçük oğlu Memo demiş ki en eğlendiğim düğün oldu.
Çünkü düğün yapmadık, eğlence yaptık.
Fazlalıkları attık.
Şimdi diyeceksiniz ki bari bu işe siyaset karıştırma. Ama görüyorum ne yapayım söylemeyeyim mi? Sizden saklayamam ki...!
Türkiye’yi düzlüğe işte bu yürek, bu birliktelik çıkaracak biliyorum!
Öyle istiyorum ki bütün Türkiye’de düğün yapalım.
Türkiye’mize çok yakışacak.
Ben öteki düğüne çalışmaya başladım.
ABD’li reklamcı
CHP’ye ABD’li bir reklamcı geldi herhalde. Kitaptan aç oku. Aynen böyle yazıyor.
CHP lideri bir süredir, normal yaşamında yapmadıklarını yapıyor. Abartılı bir “parti başkanı-sıradan halk” ilişkisi sahneleri.
Klasik Amerikan propaganda yöntemidir. Halktan biri gibi, kendinden biri gibi algılasın sevsin, benimsesin, oy versin...
Yıllarca memurluk, bürokratlık yapmış bir kişi öyle sofraya oturmaz. Otursa da eve yabancı geldiğinde hemen içeri koşar giyinir. Gazeteciye öyle fotoğraf çektirmez.
Öylesine hesap-kitap kokuyor ki...
Yapaylık hayatın hiçbir alanında doğru değil de... hele siyasette hiç değil...
Hayat damarını kesmeyin
MİLLİ Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü’nden, il ve ilçelerdeki Halk Eğitim Merkezlerine gönderilen bir yazıyla ikinci bir talimata kadar 1 Ağustos 2017’den itibaren Halk Oyunları kursları açılmayacağı kararı alınmış.
Okuyunca inanamadım,
Türkiye’de??
Böyle bir zenginlikte.
Cinayet!
Türk milletinin hayat damarlarını kesersiniz.