10 Haziran Medyanın Halleri
10 Haziran Medyanın Halleri... Köşe yazarlarının gündemi... Gazetelerde neler var? Köşe yazılarında öne çıkanlar...
Milliyet’ten Özay Şendir, dün “Eğitimde fırsat eşitliğini sağlama zamanı…” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Başlığı okuyunca, zengin ve fakir ailelerin arasında açılan makası, vergi yükünü ve bunun eğitime yansımasını anlatıyor sanıyorsunuz. Kamucu ve parasız eğitim savunduğunu da düşünebilirsiniz. Maalesef böyle değil.
Sayın Şendir’in çözümü yine piyasacı.
Şendir şöyle diyor: “Eğitimde fırsat eşitliğini sağlama sloganını gerçeğe çevirmek için devlet okullarının kolejlerle aynı seviyeye gelmesini bekleme lüksümüz yok.
Özel okulları sahip oldukları özelliklere göre kategorilerine göre ayırarak, devlet bursu meselesini yeniden gündeme almamız gerekiyor.
Gerekirse ayrı ve katılımı koşullara bağlı bir sınavla çocukların başarı sıralamasına göre Robert Kolej’den başlayarak tüm iyi özel okullara kaydı yapılmalı.”
Yani bir iki parlak öğrenciyi kurtaralım, gerisi ne yaparsa yapsın…
Bir kere şunu kavramamız gerekiyor.
Eğitim, temel bir insan hakkıdır. Kamunun görevidir. Anayasa’mıza göre, ilköğretim(temel eğitim) her Türk vatandaşı için zorunludur ve devlet okullarında parasızdır.
Öncelikle şu “fırsat eşitliği” kavramı ile hesaplaşmamız gerekiyor.
Neoliberal sistem, yukarıda belirttiğimiz kamusal hakkı ortadan kaldırıyor. Eğitim, fırsat olarak görülüyor. Liberal bir ilkeye indirgeniyor. Böyle olunca da “fırsat eşitliği” denilen bir safsata ortaya çıkıyor. Sınav basamaklarını atlayarak “fırsat eşitliği” yakalıyorsunuz. Fırsat eşitliği, sadece burs, kredi ve eğitim materyali ile desteklenmesinden ve devlet okullarının da öğrencileri sınavlara hazırlamaya yönelik uygulamalarından ibaret bir durumda.
Eğitim hakkı ise bambaşka. Öğrencinin ilgi ve yetenekleri doğrultusunda zihinsel, bedensel, sportif, sanatsal, meslekî çok yönlü gelişimidir.
Maalesef Şendir gibilerin eşitliği sağlama önerisinin içeriği boştur.
Eğitim neoliberal sistemin fırsat eşitliğine hapsedilmemelidir. Türkiye’nin ihtiyaçları var. Üretim ekonomisinin ihtiyaç duyacağı iş gücü planlanmalı, yaratıcı, zinde, çevik, sağlıklı nesiller yetiştirmeye odaklanılmalı. Ekonomik sıkıntıların yaşandığı ve yaşanacağı koşullarda eğitimin vazgeçilmez, devredilemez, kamusal bir hak olduğu temel bir ilke olarak kabul edilmeli, temel eğitim kamusal güvenceye kavuşturulmalıdır.
ÖZLEM KUMRULAR’A HÜZÜNLÜ VEDA
İLBER ORTAYLI - HÜRRİYET
Geçen hafta Üsküdar’daki Valide-i Cedid (Gülnuş Emetullah) Camii’nin sükûnet dolu avlusunda sayıca fazla olmayan ama hüzünlü bir dostlar kalabalığı bir yılı aşkın süredir komada olan Özlem’i uğurladık.
Özlem çok genç yaşta inanılmaz yetenekleriyle ortaya çıkmıştı. Birkaç ay içinde bir lisanı okuyacak kadar öğrenirdi. Bunların içine Yunanca gibi diller de dahildi. Daldan dala atlayan bir tarihçiydi. İspanya - Osmanlı ilişkileri ve denizcilik üzerine yazarak başladı. Halil İnalcık Hoca’nın talebesiydi. Mutfak kültürüne kadar çalıştı. Büyük hızla yazardı, 20 kadar kitabı vardır. Kısa bir ömür için verimli bir hayattır.
Bütün bunlara rağmen Türk akademik hayatının onu yeterince değerlendirdiğini söyleyemeyiz. Bizim akademi dünyamız farklı olanı kabul edemiyor. Oysa dünyayı biraz tanısalar, Özlem gibi renkli karakterleri daha çok severler. Çalıştığı vakıf üniversiteleri de bu fasit kuralın istisnası olmadıklarını gösterdiler. Geçenlerde Avusturya’da bir Hammer seminerindeydim. Özlem gibi farklılar o kadar azdı ki... Hayatını kazanmak için tur rehberliği bile yaptı. Ölümü de bundan dolayı İsviçre’de bir kaza nedeniyle sona erdi.
Çok zeki ama bir yanıyla çocuk kadar saf duygulu bir insandı; hayatımda son derece içimi acıtan bir meslektaş ölümü olduğunu söylemeliyim. O, akademinin harika bir çocuğuydu ve çok sevimliydi. Hep özleyeceğiz...
ELEŞTİRİLERE ALDIRMAYAN BAKAN
ÖZDEMİR İNCE - CUMHURİYET
Yeni müfredat için Milli Eğitim Bakanlığı’na 67 bin görüş iletilmiş. Bakan Yusuf Tekin’e bu eleştiriler sorulmuş. O da tepkileri “yüzeysel” bulmaktaymış ve bu hususta “Aldırmadan, prim vermeden yolumuza devam etmemiz lazım” demiş. Ha, bir de kendisine yeni müfredat hakkında soru soran gazetecinin de mikrofonunu itmiş. İter, kabadayıdır kendileri. Senin bakanlığın millete soru sormuş, milletin 67 bini seni adam sayıp cevap vermiş. Sen de kalkıp eleştirileri umursamadığını söylüyorsun. Aklı başında, ciddi ve dengeli birinin yapmaması gereken bir kabalık. Bu ne burnu büyüklük?
ATLANTİK’TEKİ POPÜLİST ÇALKANTI
BERCAN TUTAR - SABAH
Gücü zirvede olan ABD kelimenin tam anlamıyla dünyayı elinde tutuyordu.
Ancak elindeki bu imkânı sefil şekilde kullandı. Gücünü iyi olmaya değil kendini iyi hissetmeye harcadı. Franklin D. Roosevelt'in 'dünyanın dört jandarması' kavramlaştırmasıyla bilinen ABD, İngiltere, Rusya ve Çin arasındaki 'büyük uzlaşı'ya sırt çevirdi.
Tek başına hareket etti. Diğer küresel aktörlerin ve ulusal devletlerin hayati çıkarlarını yok saydı. Güvenliğin ve egemenliğin bölünemezliği ve eşitliği ilkesini çiğnedi. Öyle ki Avrupalı müttefikleri bile bu nobranlığa itiraz etti.
Terör ile savaşta ABD'ye istediği desteği vermediler. Ve geldiğimiz aşamada herkesi kendine düşmanlaştıran ABD'nin hegemonik irtifa kaybı giderek artıyor.
Ekonomik ve teknolojik savaşta Çin'e kaybediyor. Askeri ve stratejik olarak Ukrayna'da Rusya'yı alt edemedi.
İsrail'in Gazze'deki soykırımına verdiği destekle de insani ve ahlaki açıdan dibe vurmuş durumda.
Geldiğimiz aşamada Ortadoğu'daki en sadık müttefikleri bile ABD'den uzaklaşıyor.
Avrupa dahi ABD ile BRICS arasında tercih yapmak zorunda kalacağı bir sürece doğru ilerliyor. Eğer Avrupa'daki sandıklardan Amerikan hegemonyasına isyan eden popülist dalga çıkarsa o zaman Avrasya'da dış bir gücün hâkim olduğu dönem tarihe karışabilir. Bakalım bu dalga ABD'yi Atlantik'in karşı kıyısına itebilecek kadar güçlü olabilecek mi?