101 yıla doğru kültür ve sanat
Cumhuriyet’in ilk yıllarında çizilen harita ile alınan yol arasında ciddi fark var. Mustafa Kemal’in tasavvuru ve yürüyüş kolu şaşmış bambaşka bir rotaya girdi. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken kültür-sanat yol haritasının kurumsal yüzünü tartışmaya açmanın zamanı geldi.
Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını idrak etmek ne büyük mutluluk. Lakin artık bu günlerde sabun köpüğü söylemlerle, doğum günü kutlama kıvamından çıkmamız, her alanda şapkamızı önümüze koyup, yüz yıllık süreci özgür akılla gözden geçirip, geleceğe dair planlamalarımızı hareketlendirmeliyiz kanaatindeyim.
Yüz yıllık sürecin kültür-sanat iklimine üç ayrı noktadan bakmamız gerekir diye düşünüyorum:
Ne tasarlandı? Ne yapıldı? Bugün neredeyiz?
ÖN CUMHURİYET DÖNEMİNİ YARATTILAR
Aslında sanat ve kültür dönüşümümüz 18. yüzyılda Mehterânın kaldırılıp Mızıka takımının gelmesiyle tetiklenmiş iki yüz yıllık mayalanmayla ön cumhuriyet dönemini yaratmıştır. Sivil inisiyatifler, gazeteler, dergiler, mizah, tiyatro, ilk orkestralar ve sanat kurumları ile yürüyen Osmanlı Türkiyesi’ndeki dönüşüm hep iddia edildiği gibi öyle yalnızca saray ve çevresi ile sınırlı değil, asker ve bürokrat başta olmak üzere büyük şehir ahalisinin de dikkatindedir. Kısacası İmparatorluk ikliminin sert esen rüzgarları kültür sanat bağlamındaki kabuk değiştirmeyi de beraberinde getirmiştir. Süreç bazen direklerarası değişimi gibi toplumla paralel yürümüş ve kalıcı olmuş, bazen de dikte ile dayatıldığı için Recâizâde’nin Araba Sevdası’nda ya da Ahmet Mithat’ın Felâtun ve Rakım Efendi’sinde olduğu gibi romantik-mizah seviyesinde kalmıştır. Çünkü kültür herkesi dinler ama işine karıştırmaz. Taşıyıcı kolonları ise dil, sanat ve tarihtir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Mustafa Kemal, kültür-sanat alanındaki tasarımını tam da bu kolonlar üzerinde inşâ etmiştir. Savaştan çıkmış, toprak kaybetmiş ve “haydi bakalım bir daha başlıyoruz” denilen bir dönemdir. Bir tarafta Anadolu gerçeği, diğer tarafta dünya ölçeğine geç kalındığı düşünülen bir ülke ve “yapamazlar?” diye bekleyen yenik Batı.
O yıllarda kültür sanat ve sosyal alanda birçok parametrenin aynı anda harekete geçtiğine tanık oluyoruz. Bir yanda “Modern” ve “Çağdaş” kelimeleri medeniyete ölçek olurcasına Batıcıl bir zemine iyice otururken, diğer yanda ulus devlet refleksine dayanarak öz değer arayışlarının atbaşı koştuğu bir süreçten bahsediyorum.
EN İYİ ÖZÜMSEYEN VE UYGULAYAN MABETLER
Sanatın ve kültürün yönetim erki tarafından tasarlanması ve kurumsallaşmasına devam etmesi de bu dönemdedir. Bu dönem içinde kurulan Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Halk Evleri, sonrasında Köy Enstitüleri bence genç Cumhuriyet’in iki yürüyüş kolunu en iyi özümsemiş ve uygulamış mabetleridir. Sebebi Mustafa Kemal’in tam da tasarlamış olduğu “Gelenekten Geleceğe Bir Dünya” programının özetidir. Bu anlayış maalesef; sanat kurumlarında tam anlaşılamamış ve yaşadığı toplumdan kopuk bir sanat anlayışı dikte edilmeye başlanmıştır. Opera bir ülkenin medeniyet anahtarı olarak işaret edilmiş lakin milli opera Batıcıl şablonlarla yerli librettoların buluşma projelerinin dışına çıkamamıştır.
SANATIN DEVLETTTE KADROLAŞMASI…
Cumhuriyet’in ilk yıllarında çizilen harita ile birçok alanda üzülerek belirtmeliyim ki alınan yol arasında ciddi fark vardır. Mustafa Kemal’in muazzam tasavvuru ve yürüyüş kolu şaşmış bambaşka bir rotaya girmiştir. Ve yıllardır iddia ediyorum gidilen yol milli değil, alabildiğine başka bir ara kimliğin tezahürüdür. Sanatın devlette kadrolaşması ise başka bir çarpık yapılanmadır.
Peki bu süreçte halk ne yapmıştır, kendi konservatuvarında Neşetleri, Müzeyyenleri, resim sehpasında Balabanları, şiirde Nazımları, Enverleri, Karakoçları yaratmıştır.
NEŞET’E BALABAN’A KULAK VERELİM
Sonuç olarak ikinci yüzyıla girerken güzellemelerin dozunu biraz azaltmanın ve kültür-sanat yol haritasının kurumsal yüzünü tartışmaya açmanın zamanı gelmiştir. Tartışırken biraz Tanpınar’a, Nazım’a, Meriç’e, Münir Nurettin’e, Neşet’e, Balaban’a kulak verir, göz atarsak daha hızlı yol alırız.
Yapmazsak ne mi olur? Hiç telaşlanmayınız halk zaten kendi kültürünü kendi gerçeğinden yaratır hatta pek de işine karışılsın istemez (!)
Öyleyse hadi bakalım!
(Aydınlık 100. Yıl Özel Eki'nde yayımlanmıştır.)