21 Kasım 2024 Perşembe
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yapısal reformu bırak Üretim Devrimi’ne bak

Türkiye’nin kaynak ihtiyacı için Londra, New York tefecilerinden gelecek sıcak paraya ihtiyacı yoktur. Vatan Partisi çözümü gösteriyor. Kaynak belli

12 Ağustos Medyanın Halleri... Köşe yazarlarının gündemi ne? Gazetelerde neler var? Köşe yazılarında öne çıkanlar neler?
A+ A-
NADİR TEMELOĞLU

Sık bilinen bir tekrar oldu. Neredeyse her gün görüyoruz: “Enflasyonun düşürülmesi için yapısal reform şart!”

Neoliberallerin yıllardır dilinden düşmeyen bir söylem.

En son Instagram için “vatan savaşı” veren Özgür Demirtaş ve Batıcı türevlerinin ağzından başka bir şey düşmez.

Son dönemde maalesef hükûmete yakın holding basınında da benzer söylemler görüyoruz.

Dün Sabah’tan Nurullah Gür bu başlığı attı: “Enflasyonla mücadelede yapısal reformlara ihtiyaç var.” Şöyle diyor sayın Gür:

“Enflasyonun daha düşük maliyetli bir yol üzerinden gerileyebilmesi için hanelerin ve şirketlerin enflasyon beklentilerini yönetmeyle alakalı daha nitelikli politikalar geliştirmeliyiz. Ve tabi ki, enflasyonla ilintili yapısal reformların desteğine ihtiyacımız var. Sıkça tekrar etttiğim üzere, sıkı para politikası enflasyonla mücadele için bir ön koşuldur; ancak yeterli koşul değildir.”

Âh şu yapısal reformu bir yapsalar, üreticinin ürünü tarlada kalmayacak! Sanayici çarkları rahat rahat çevirecek! Emekçi enflasyona ezilmeyecek! Emekliler bayram edecek!

Her şeyin başı bu yapısal reform!

Halkımızın kafasını karıştırmaya gerek yok.

Yapısal reform dedikleri sıcak parayı çekmek için taviz vermek. Başka bir şey değil.

Sıcak para ekonomisi 24 Ocak kararları ve onun sopası olan 12 Eylül darbesiyle kuruldu.

Üretici kambur ilan edildi.

Ülkemiz borca battı.

Türkiye, uyuşturucu gibi sıcak para bağımlısı oldu.

Neoliberallerin bütün kıvranması bundan. Çünkü sıcak para olmadan yaşayamazlar.

Sıcak para arttıkça Türkiye’nin dışa bağımlılığı da artıyor.

Sonuç itibarıyla denetim sıcak paracılara geçiyor.

Ekonomi yönetimi yabancıların baskısı altında politikalarını belirlemek zorunda kalıyor.

Türkiye’nin bir yapısal reforma ihtiyacı yok.

Köklü çözüme, büyük karara ihtiyacı var.

Bir devrim şart: Üretim devrimi.

Günü kurtaran sıcak para girişi ve bazı ekonomik göstergelerdeki iyileşmeler günü kurtarmaktan öteye geçmiyor.

Uygulanması gereken üretime dayalı, planlı, kalkınmacı ekonomi modelidir.

Türkiye’nin kaynak ihtiyacı için de Londra, New York tefecilerinden gelecek sıcak paraya ihtiyacı yoktur.

Vatan Partisi çözümü gösteriyor. Kaynak belli:

1- Türk vatandaşlarına ait 500 Milyar Doların, yabancı bankalara yatırılmış olduğu kamu makamları tarafından da biliniyor. Tasarruf emekçinin gelirlerine el konarak yapılıyor. Ancak bu tasarruf, Batı ülkelerinde yatırıma dönüşüyor. Emperyalist sermaye, bizim milletimizin tasarrufuyla yatırım yapıyor ve faiz geliri elde ediyor. Bu kaynak, Batı emperyalistlerin yaptırımlarına fırsat verilmeden, bir an önce Türkiye’ye getirtilerek yatırım sermayesine dönüştürülmelidir. Böylece milyonlarca insanımıza iş ve insanca yaşama koşulu sağlayabiliriz.

2- Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Banka kasalarında saklanan 300 Milyar Dolar değerinde altının yatırım piyasasına yönlendirilmesi ihtiyacından söz etmişti. Ancak bu zorunluluk bir daha anılmadı. 4760 ton altının sahipleri tarafından yatırım sermayesin dönüştürülmesi sağlanmalıdır. Vatandaşın tasarruf ya da süs eşyası olarak sakladığı altın bu önlemlerin dışında tutulacaktır.

3- Yabancı bankalar başta olmak üzere bankaların olağanüstü ölçülerdeki faiz geliri ve kârları da Türkiye’nin tasarruf yeteneğinin bir başka göstergesidir. Denebilir ki, banka kazançları zaten yatırıma yöneliyor. Öyle değil, bir bölümü yabancı banka kazancı olarak yurt dışına gidiyor. Öte yandan bankaların kredi sisteminin beslediği özel yatırımlar ile vergi gelirlerinin plan çerçevesinde kamu kaynağı olarak kullanılması, kalkınma siyaseti açısından çok farklı sonuçlar yaratır.

4- Yabancı ülkelerdeki Türk vatandaşı işçilerimizin ve iş insanlarımızın tasarrufları da, sonuç olarak Türk vatandaşlarının emeklerinin ürünüdür ve ülke tasarrufu içinde görülmese bile, Türkiye emekçilerinin tasarrufu olarak, Türkiye’nin yatırım kaynaklarına katılabilir. Bu amaçla Avrupa’daki ve Amerika’daki 300 milyar Avro tutarındaki tasarrufun Türkiye’de yatırıma dönüştürmesi için gerekli özendirmeler uygulanmalıdır.

5- Devlet organlarında cari harcamalar için alınacak tedbirlerle ilgili olarak kararlı bir tasarruf uygulamasına geçilmesi de zorunludur. Hükümetin savurganlığa karşı belli uygulamalara yöneldiği haberleri çıktı. Ancak bu yoldan elde edilen kaynakların tekrar tüketime mi yoksa yatırıma mı yönlendirileceği önemlidir. Her durumda Devlet yöneticilerinin ve yüksek düzey görevlilerin sade yaşaması ve halka hizmet kültürüyle çalışmaları ülkede tasarrufa, yatırıma ve ekonominin verimli yönetimine katkıda bulunacaktır.

6- Vergi sistemi yeniden düzenlenerek doğrudan vergilere ağırlık verilmesi sayesinde hem gelir dağılımı düzenlenebilir hem de kamu yatırımı için yeni kaynak yaratılabilir.

12 AĞUSTOS MEDYANIN HALLERİ

OLİMPİYATLAR VE TÜRKİYE

MAHMUT ÖVÜR - SABAH

"Türkiye Olimpiyat Federasyonu'nu ve yıllardır harcanan paraları konuşmak vakti gelmedi mi?"
Herhalde sorgulanması gereken tek kurum Türkiye Olimpiyat Federasyonu değil. O da sorgulanmalı ama bu başarısızlıkların arkasında yatan gerçek nedenleri Spor ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın ciddi bir biçimde ele alıp değerlendirmeleri, ülkeyi küresel platformlara taşıyacak ve gençleri sporla buluşturacak yeni bir spor stratejisi ortaya koymaları gerekiyor. (…)

Daha önce yazdığım için şu notu da düşmem gerekiyor: 2024 Paris Olimpiyatları'nda Türkiye iyi bir sınav vermedi ama bu telafi edilebilir; telafi edilemeyecek sınavı ise açılış rezaletiyle, soykırımcı İsrail'i alıp Rusya'yı dışlamasıyla Olimpiyat Komitesi verdi. Tarih asıl bunu yazacak.

DİKKATİMİZİ KAYBETTİK SIRA ÇOCUKLARDA MI?

ERSİN ÇELİK - YENİ ŞAFAK

Ortalama bir ergenin, 18 yaşına gelene kadar 22 bin saatini ekran başında geçirdiğini biliyor muydunuz? Çağın çocukları 916 gün boyunca; yürümeden, koşmadan, oynamadan hatta konuşmadan ve çevresinde olan bitenden habersizce, ellerindeki beyaz ekrana teslim olmuş durumdalar. Yetişkinlerde ise bu süre daha da uzuyor. Ekran başında geçirilen zaman 35 yaşa kadar 45 bin saate çıkıyor. Güne böldüğünüzde 5 yıl ediyor.

Bu rakamlar felaketin ta kendisi değil de nedir? Eldeki ortalama verileri sokakta karşılaştığımız herhangi bir kişiye aktarsak, korkunç olduğunu söyler ve hemen bir çare bulunmasını ister. Eminim okurken siz de böyle düşündünüz. Peki ya sonra? Ne yapılması gerektiği hususunda fikrimiz, çözüm önerimiz var mı?

Anneyiz, babayız, öğretmeniz, öğrenciyiz, duyarlıyız, hassasız çünkü insanız… Lakin çaresiziz! Çünkü ortaya çıkan istatistikler bizlere ait. Çünkü bizlerin de beş ve daha fazla yılı ekran başında geçti. Cep telefonlarının sürekli kayan ekranları gibi akıp gidiyor hayatlarımız. Gerçeklerle yüzleşmek bile bizi kapıldığımız akıntıdan kurtarmıyor. En kötüsü de çevremizdeki herkesle birlikte sürükleniyoruz. Ne tutunacak bir dal ne de başkasını çekip alacak bir el yok gibi.

YENİ TEHLİKE UTANMAZLIK

ÖZAY ŞENDİR - MİLLİYET

Utanmazlık deyince, Gazze’de olanları es geçmek mümkün değil elbette. Mesela İsrail’in ultra Ortodoks Maliye Bakanı, rehinelerin serbest bırakılması için iki milyon Gazzelinin ölünceye dek açlıkla sınanması gerektiğini, bunun aslında ahlaki olacağını söyledi. İsrail kabinesinin utanma duygusu olmadığını biliyorduk, ahlak konusunda daha da sefil bir durumdalarmış.

Bir başka utanmasızlık örneği de Ukrayna’dan vereyim. Rusya topraklarında çatışmaya giren Ukraynalı Neo-Nazi gruplarından birisi olan Nachtigall Taburu, 2. Dünya Savaşı sırasında Nazilerin komutası altında olan ve Sovyetler Birliği topraklarında on binlerce Yahudi’yi öldüren Schutzmannschaft Taburu 201 adını kullanmaya başlamış. İnsanlığa bakar mısınız, 2. Dünya Savaşı’nda soykırıma uğrayanlar 2024’te bir başka soykırıma imza atarken, bir başka savaş coğrafyasında soykırımcıların adı tekrar yüceltiliyor.
Paris Olimpiyatları’nın utanç hanesine dokunmadan geçmeyelim.

Rusya’nın “masumları öldürdüğü” gerekçesiyle alınmadığı ama İsrail’in masumları öldürdüğü için çok sıkı korunduğu olimpiyatların başı ve sonunu anlatan harika bir haber var aslında. Oyunlar Avustralya hokey oyuncusunun olimpiyatlarda forma giyebilmek için sakatlanan parmağının bir kısmını kestirdiği haberiyle başlamıştı, Avustralya takımından bir başka oyuncunun Paris sokaklarında uyuşturucu almaya çalışırken yakalanmasıyla sona erdi.

CUMHURİYET VE MÜZİK

DOĞAN HIZLAN - HÜRRİYET

Bu açıdan bakılınca Melih Duygulu’nun kitabı ‘Cumhuriyet ve Müzik’ büyük önem taşıyor. (…)
Cumhuriyet’in kuruluşunun hemen ardından Mustafa Kemal’in ‘Yeni vatan, yeni devlet, yeni toplum’ söylemi, yeni Türk devletinin kuruluş felsefesini tarif etmenin ötesine geçip reformlarla sağlanan bir dönüşüm serüveninin dille ifadesi halini aldı. ‘Kuruluş Dönemi’ndeki ‘Kültür Devrimi’ hamleleri de Türk devletinin kuruluş felsefesini destekler nitelikte kurgulandı.

Devrim veya reformlar zamanla sanatın çeşitli alanlarında daha çok kendini gösterdiyse de bunların arasında müzik, Cumhuriyet’in en çok tartışılan ve spekülasyon olan konusu olmaktan kurtulamadı. Cumhuriyet’in yüzüncü yılında hâlâ yaşanan sancıların temelinde bu dönüşümü yeteri kadar içselleştirememek ve irdeleyememek yatıyor.

Medyanın Halleri