13 Nisan Medyanın Halleri
İşte günün öne çıkan köşe yazıları...
YENİ SİYASİ DENGE VE ERDOĞAN-ÖZGÜR ÖZEL İLİŞKİSİ
ABDÜLKADİR SELVİ/ HÜRRİYET
31 Mart yerel seçimlerinin yeni bir siyasi denge, yeni siyasi aktörler ortaya çıkardığını da görmek gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’la birlikte Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş siyasi denklemde yerlerini aldılar.
CHP’DEKİ DENGE
Özgür Özel’in konumu pekişti. CHP’de 1 Nisan senaryoları sandığa gömüldü. Seçimler Ekrem İmamoğlu’nu bir siyasi figür olarak korudu ama yalnız bırakmadı. Özgür Özel ve Mansur Yavaş’la dengeledi. Özgür Özel ise “İki forvetim var” diyerek Ekrem İmamoğlu’na hem “Patron benim” mesajını verdi hem de onu Mansur Yavaş’la dengeledi.
ERDOĞAN-ÖZGÜR ÖZEL DİYALOĞU
Ama ben yeni sürece daha geniş perspektif açısından bakılmasının yararlı olacağını düşünüyorum. Özgür Özel’in, bayramlaşma sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, “Diyalog kanallarının açık olması fayda sağlar” önerisinde bulunması önemli.
Erdoğan ile Özgür Özel, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin restorasyonunda işbirliği yapabilirler.
CHP DEĞİŞTİ Mİ?
KURTULUŞ TAYİZ/ AKŞAM
CHP'de tek değişen Kemal Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlıktan indirilerek evine gönderilmesi. Üstelik bu değişim yeni fikirlerle gelmedi, yeni bir programla gelmedi, dolar balyalarıyla geldi. Makam mevki dağıtılmasıyla geldi.
Elbette CHP için Kılıçdaroğlu'nun gitmesi de önemli; ancak bu, farklı bir totemi denemek kadar önemli. Kılıçdaroğlu CHP'sinden farklı yeni bir fikir, yeni bir söylem, yeni bir politika söz konusu değil.
İmamoğlu, Özel ve Yavaş 14-28 seçimlerine Kemal Kılıçdaroğlu'nun askeri olarak girmediler mi? 31 Mart seçimlerinde farklı ne söylediler? Kemal Kılıçdaroğlu'ndan farklı yaptılar?
PKK'yla ittifaksa ittifak, mezhepçilikse mezhepçilik!
Peki o zaman "CHP nasıl oldu da seçimden başarıyla çıktı, yıllar sonra ilk kez birinci parti olmayı başardı" sorusu, bir itiraz şeklinde akla geliyor?
Evet, CHP'nin başarısında iktidar partisinin zaferle çıktığı 14-28 Mayıs'tan 31 Mart seçimlerine uzanan süreci iyi yönetememesinin büyük payı var. Hatta bu sebebin belirleyici olduğunu tespit etmek gerekiyor. Asrın felaketinin maliyeti 14-28 Mayıs seçimlerinden sonra -zaten kötü giden- ekonomiye yansıtılmaya başladığında vatandaş siyasi fatura kesmek zorunda kaldı. Bu koşullar altında iktidarın zırhı çözüldü, koruma kalkanı düştü. İğneden ipliğe sorgulanır oldu. Masaya yatırılıp adeta ameliyat edildi. Kısacası vatandaş sandığa giderek ya da evinde oturarak iktidarı cezalandırdı; CHP, bunu pas geçerek zafer sarhoşluğuna kapılırsa sonu birkaç yıla yine kaçınılmaz biçimde hüsran olacak; koşullar değişip dört yıl sonra sandığa gidildiğinde yine büyük bir hayal kırıklığı yaşayacak.
İSRAİL-İRAN JEOPOLİTİĞİNİN BOYUTU
ERAY GÜÇLÜER/ AKŞAM
Olayın bizi ilgilendiren yönü ise Suriye-Irak ve İran'daki istikrarsızlıkların daha da artmasının bölgede yaratacağı güvenlik riskleridir. Zira İsrail'den İran'a kadar olan bölgede çatışmaların daha geniş ölçekte yayılması başka aktörlerin de bölgeye daha fazla müdahale etmesi anlamına gelir. Bunların başında da ABD ve Avrupa ülkeleri bulunmaktadır. Bölgedeki PKK varlığıyla birlikte yeni terör örgütlerinin ortaya çıkması, bunların bölgedeki diğer aktörlerin şemsiyesi altında daha kurumsal hale gelebilme ihtimalleri, kitlesel göç ve diğer illegal unsurlara yönelik alınması gereken tedbirler önümüzdeki süreçte Türkiye'nin dikkate alması gereken yeni risk unsurları olarak karşımıza çıkmaktadır. Böyle bir senaryo Türkiye'nin Irak ve Suriye'de devlet yapılarını güçlendirerek bölgede istikrarın sağlanması politikasıyla da çelişmektedir. Ancak her şeyin ötesinde her geçen gün İsrail tarafından daha fazla bir karar noktasına doğru iteklenen İran'ın durumun farkında olarak Türkiye ile olan ilişkilerini stratejik ortaklık seviyesine dönüştürerek bölgesel bir güç olma yolunda samimi adımlar atması kendisine yönelik emperyalist planları bozabilir. Yoksa İran'ın kıvrak manevraları ve oryantal politikaları sonucu değiştirmeye yetmeyecek gibi görünüyor.
NETANYAHU’NUN İRAN KARTI
KADİR ÜSTÜN/ YENİ ŞAFAK
Amerikan siyasetinin İsrail’e verdiği destek belki de bu ilişkinin tarihinde hiç bu kadar siyaseten tartışmalı hale gelmemişti. Demokratlar silah sevkiyatlarını ve maddi yardımı sorgularken Cumhuriyetçiler de Netanyahu’ya kayıtsız şartsız destek vermeyi savunmuyor. Ukrayna’ya yardımı hibe değil kredi olarak vermeyi savunan Trump’ın İsrail’e desteği de büyük oranda Evanjelist Hristiyanların oylarını alabilmek adına verilen bir destek. Diğer bir deyişle, Trump İsrail’e ideolojik destek vermiyor; aksine İsrail’i bölgede normalleştiren ve İran’la nükleer anlaşmayı sağlayan başkan olarak tarihe geçmek istiyor. Washington’un Netanyahu’nun politikalarından memnun olmadığı açık ancak İran’la İsrail’in doğrudan çatışması durumunda bu durum değişebilir.
İran mevzubahis olduğunda Washington’un ezici çoğunluğunun şahinleşeceği açık ve Biden yönetimi İsrail’in yanında yer almaktan başka seçenek görmeyecektir. Yönetim, İran’a gönderdiği mesajlar ve İsrail’e verdiği güvenlik güvenceleri üzerinden artan tansiyonu yönetmeye çalışacaktır. Ancak bu çabası başarısız olur ve İran’la İsrail doğrudan çatışırsa Biden için büyük bir baş ağrısı dönemi başlayacaktır. Amerika’nın her ne kadar istemese de böyle bir savaşa girmek zorunda kalma ihtimalini de yabana atmamak gerekiyor. İran sadece vekilleri üzerinden İsrail’e saldırmayı seçerse, kriz biraz daha yönetilebilir hale gelecektir ancak Netanyahu’nun siyasi geleceği zora girdikçe İran kartını oynamakta ısrar edeceği kesin.