15 Mayıs Medyanın Halleri
Hazırlayan: Ercan Dolapçı
KARADENİZ
İLBER ORTAYLI / HÜRRİYET
Karadeniz uç bölgesi bizim için hayatidir. İnsanların buradan göç etmemeleri gerekiyor. Oysa göç gerilemiş, zayıflamış fakat tamamıyla durmuş değil. Çetin coğrafyada gelişmeyi sağlamak hiç de kolay bir iş değil. O bakımdan insan, siyasi partilerin günlük programlarının mekanizması dışında partilerin üzerinde uzlaşma sağladığı milli bir kalkınma ve gelişme programının ne kadar önemli olduğunu anlıyor.
Geçen hafta Rize ve Yusufeli’nde bir gezideydik. Pazar Milli Eğitim Müdürlüğü’nün davetiyle MEF Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Roma Hukukçusu Prof. Dr. Havva Karagöz ile birlikte konuşma yaptık. Rize’deki gençlik de artık eğitimin sorunları, yönlendirilmesi konusunda yakın bir ilgi içinde. Şunu belirtmek gerekir; seçimi kim kazanırsa kazansın ciddi bir program ve faaliyete girmediği takdirde gençlerin hayal kırıklığı ölçemeyeceğimiz sonuçlar doğuracak. Kalabalık sayıdaki üniversitelerin tasfiyesi, tabii bu tasfiyenin bir plan ve gerçek ihtiyacın tespiti doğrultusunda yapılması gerekir.
1933’ten bugüne kadarki üniversite reformları köksüzdür ancak 1933 Reformu istisnadır. Çünkü o, üniversiteyi kurmak ve bilimsel düzeni yerleştirmek için yapıldı. Tek parti döneminin kendine göre direktiflerine bağlı kalması ama büyük ölçüde de dış dünyanın değişmesi ve Türkiye’ye bir akademik akımın olmasıyla başka kadrolar oluştu. Bu akademik akım sadece Hitler Almanyası’ndan ve Avusturyası’ndan değil, Rusya’nın parçalanmasından ileri geldi. Kazan, Başkırdistan, Azerbaycan gibi Çar döneminde nispeten gelişme gösteren bölgelerin genç âlimleri Türk akademilerine girdiler. Türkiye 1920’li yıllardan beri sistematik bir dış burs programı uygulamıştı. Bunların hepsinin yardımı olmuştur. Mevcut olan değişme tek yönlü değildi.
EKONOMİ BİR ULUSAL GÜVENLİK MESELESİDİR
NURULLAH GÜR / SABAH
1980'lerle birlikte birçok ülke, ekonomiyi tamamen piyasaların insafına bırakmıştı. Dünya ekonomisi kamunun iktisadi faaliyetlerden kendini neredeyse tamamen soyutladığı, büyük şirketlerin küçükleri sürekli ezmelerine göz yumulduğu, kâr maksimizasyonun her şeyin önüne geçtiği ve sosyal politikaların örselendiği bir yola savrulmuştu. Yaklaşık 30 yıllık bir dönem boyunca iktisat politikaları toplumun genel yararı için değil, çokuluslu şirketlerin çıkarları gözetilerek tasarlanmıştı. Washington Konsensüsü olarak tabir edilen bu mekanizma, 2008 küresel krizinde duvara tosladı. Bugün gelinen noktada ABD bile bu sistemin ne denli büyük sorunlara yol açtığını gördü.
Amerikan ekonomisi neoliberal politikalara bağımlı kalmanın bedelini ağır ödedi. Büyük şirketlerin üretimi ülke dışına kaydırmaları neticesinde Amerikan sanayisi zayıfladı. 5G ve mikroçip gibi kritik teknolojilerde Çin'in gerisinde kaldı. Washington yönetimi, yapay zekanın teknoloji şirketlerinin elinde tehlikeli bir oyuncak olmasından endişe eder bir hale geldi. Sorunlar sadece teknolojik rekabette ivme kaybetme ve şirketlerin kontrol edilmesi güç bir çıkar grubuna dönüşmeleri ile sınırlı değil.
İşin bir de sosyal boyutu var. Sosyal politikaların yıllarca ihmal edilmesi, ABD'de gelir dağılımının bozulmasına ve orta sınıfın erimesine yol açtı. Artan toplumsal kutuplaşma Amerikan demokrasisin altını oydu.
ABD tüm bunların ardından ekonominin aslında bir ulusal güvenlik meselesi olduğunu yeniden hatırladı. Bu 'dank etme' hadisesinin arka planına dair detayları ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan'ın geçtiğimiz günlerde Brookings Institute'ta yaptığı konuşmasında görebilirsiniz. Ulusal güvenlik danışmanları eskiden sınır ötesi operasyonlar, askeri müdahaleler, terörle mücadele ve enerji jeopolitiği gibi meselelerle ilgili ahkam keserlerdi. Sullivan'ın son konuşması ise ilk kelimesinden son noktasına kadar ekonomi üzerineydi. Sullivan konuşmasında piyasa etkinliğinin neden her koşulda işlemediğinden, kamunun gözetiminde ilerleyecek modern bir sanayi ve inovasyon stratejisinin öneminden ve ultra serbest bir küreselleşmeden daha kontrollü bir küreselleşmeye geçişin ne anlama geldiğinden uzun uzadıya bahsetti.
SEÇİM VE SONRASI
ERAY GÜÇLÜER / AKŞAM
Bugün demokratik oy verme hakkımızı kullanmak için sandık başına gidiyoruz. Milli iradenin tecellisi seçim sandıklarında gerçekleşir. Buna göre oluşacak siyasi eksen ülkemizi beş yıl yönetecek. Seçmenlerimiz seçime giren partilerin neler yaptıklarını veya yapmadıklarını, ayrıca neler vaat ettiklerini çok iyi bilmeli, anlamalı ve ona göre oylarını vermelidirler.
Seçim günleri aslında demokrasi şölenleri gibidir. İlk defa oy kullanacak kardeşlerimizin heyecanlarını büyük bir sevinçle paylaşıyoruz. İlk defa oy verme belki de ilk defa büyük olmanın somut bir tezahürüdür. Yaşı daha büyük seçmenlerimizin hissetiği ülke yönetimini belirlemede yapmış oldukları bilinçli tercihlerin öneminden kaynaklanan o güzel heyecanı hep birlikte hissedeceğiz. Tabi bir de yaşlılarımız var. Sandık başına zorlukla ama demokrasiye olan sarsılmaz inancalarıyla giden değerli büyüklerimizin ellerinden öpüyorum. Ancak bu güzel tabloyu bozmak isteyenlere karşı da dikkatli olunması gerektiğini vurgulamak da isterim. Zira ülkemiz her zaman küresel emperyal güçlerin hedefinde olan kritik bir coğrafyada bulunmaktadır. Türkiye'nin siyasal geçmişinde yaşanan pek çok olumsuz veya kaotik olayların sadece iç dinamiklerden kaynaklanmadığı bilinen bir gerçektir. Bugünde seçim esnasında ve seçim sonrası bir takım olası provokatörler ve provokasyonlara karşı uyanık olmak, gerektiğinde güvenlik güçleriyle iş birliği yapmak önemlidir.
MODERN BUĞDAY, HASTALIKLAR VE ANADOLU’DA SAKLI ÇARELER
ÖZAY ŞENDİR / MİLLİYET
Seçim yasakları ne işe yarar sorusunun bana göre en doğru cevabı, seçimden seçime bir gün, çok konuşmamız gereken ama hiç konuşmadığımız konuları gündeme getirme şansıdır. Geçen sene Kopenhag’daki Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi kıtanın 2022 obezite raporunu açıkladı. Bu rapora göre, Türkiye’deki yetişkinlerin yüzde 59’u aşırı kilo veya obezite sorunu yaşıyor. Obezitede Avrupa’da ilk sıradayız, dünyada da 17. sırada çıkıyoruz ama unutmayalım ki ilk 10 ülke, Nauru, Cook Adaları, Palau gibi Mikronezya ülkelerinden oluşuyor. ABD, 12. sırada, adını, yerini bildiğimiz ülkelerden sadece Suudi Arabistan ve Kuveyt üstümüzde.
Bu toplumsal sorun sadece aşırı kilo ve obez olanları değil en zayıf olanları da etkileyen bir sorun. Zira obezite arttıkça kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, lipit bozuklukları artıyor, çeşitli kanser türleri obeziteye bağlanıyor ve sonuçta sosyal güvenlik sistemi bu hastalıkların tedavisi için milyonlarca lira para harcıyor. Konuya buradan girdiğimde, daha büyük bir risk karşıma çıktı, çocuk obezitesinde de 7 yaşından büyük her 5 çocuktan birinin aşırı kilolu ya da obez olduğu gerçeğiyle karşılaştım.
Araştırdıkça karşıma çözümü Anadolu’da saklı olan başka gerçeklerle karşılaştım. Mesela bilinmeyen nörolojik hastalıkların yüzde 57’sinden buğday ve gluten sorumluymuş. Anksiyete, depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite ve hatta şizofreniye kadar uzandı bulduğum kaynaklar.
NE SU UYUDU NE DE DÜŞMAN
İHSAN AKTAŞ / YENİ ŞAFAK
Emperyalizme karşı olan iman kalesinin karşısında ise Biden, Macron, Miçotakis, Netanyahu gibi siyasi liderler, The Economist veya Der Spiegel gibi küresel medya aktörleri, Batılı sivil toplum ve istihbarat örgütleri, Sorosçular, FETÖ’cüler, PKK’lılar ve türevleri bulunmaktadır.
Tek bir cümleyle mazlumlarla zalimlerin çatışması… Türkiye için Birinci Dünya Savaşı’nın hâlen bitmediğini buradan görüyoruz.
NATO, kendisini Rusya karşısında sıkışmış hissediyor ve her ne pahasına olursa olsun Türkiye’yi Rusya-Ukrayna savaşına dahil etmek istiyor. Bunun için de medyası, Soros’u, turuncu devrimcileri ile tam bir işgal günleri ve 1960 darbesi psikolojisi oluşturuyorlar. “Seçim kaybedilirse iç savaş çıkarırız!” deme cüretini göstererek akamete uğrayan Soros devrimleri için Türkiye’yi bir ilham kaynağı hâline getirmek istiyorlar. Varın gelin! 15 Temmuz’da da bu millet sizi geldiğiniz yere geri yollamayı bilmiştir.