16 Şubat Medyanın Halleri
Hazırlayan: Ercan Dolapçı
FETÖ’CÜLERİN OPERASYONU NASIL ÇÖKTÜ
NEDİM ŞENER / HÜRRİYET
YALAN, iftira, aldatma, fitne, gizlilik, kumpas üzerine kurulu Fetullahçı Terör Örgütü, her zaman olduğu gibi fırsatı kaçırmadı, deprem acımızı örgüt amaçları için kullanmaya kalktı.
Devlete güveni sarsmak için bir anda sıfır takipçili hesaplarla, ortaya attıkları yalanları katlayarak büyüttüler.
Bu yüzden 8 gündür bir yandan deprem acısıyla uğraşırken diğer yandan FETÖ’cülerin yalanlarıyla boğuşuyoruz.
Fitneci yüzünü bir kez daha ortaya koyan FETÖ’cüler, Haluk Levent’in “Ahbap” çatısı altında yürüttüğü yardım kampanyasına sözde destek vererek ona sahip çıkmaya çalıştı.
Elbette bu operasyonun başını, FETÖ’nün Ergenekon ve Balyoz gibi kumpas operasyonlarında aktif rol almış olan Emrullah Uslu, 7 Şubat günü Twitter hesabından “Ortada devlet mevlet yok. Bir tek Haluk Levent ve ‘Ahbap’lar var” yazarak fitnenin fitilini ateşledi.
AFAD başta devletin tüm kurumlarının harekete geçmesine rağmen FETÖ’cü firari Hakan Şükür başta olmak üzere bir anda Haluk Levent’in başını çektiği yardım organizasyonuna yardım yapacaklarını söylemeye başladı.
Birçok FETÖ’cü de buna destek vererek, devlette zafiyet algısı yaratmaya çalıştı.
Fitne dalgası o kadar çok büyüdü ki Haluk Levent ve yürüttüğü yardım çalışmaları üzerinden Ahbap grubu ile devlet arasında bir çatışma yaratmaya çalıştılar.
HATAY’I KAŞIYORLAR
MELİH ALTINOK / SABAH
Depremin merkez üssü Kahramanmaraş. Ancak deprem üzerinden yürütülen manipülasyon kampanyalarının merkezi, kırılan fay hattının Suriye sınırındaki son noktasındaki Hatay.
Yıkımın Hatay'daki kadar yıkıcı olduğu Adıyaman gibi kentlerde de aynı sorunlar yaşanmasına karşın tartışmalar hep bu kent üzerinden yürütülüyor.
Sosyal medyadaki "Baraj yıkıldı" türünden özel harp yalanlarıyla sinirleri gerilmeye çalışılan Hatay ahalisi son birkaç gündür de Suriyeliler üzerinden tahrik ediliyor. "Net söylüyorum enkazlardan önce AKP'liler çıkartılıyor" diyerek çalışmalara "katkı" sağlayan Ümit Özdağ sahada!..
Polis, asker yokmuş gibi asayişi üstlenmek üzere kente ulaşan, "Vuralım Suriyeliyi, vuralım Afgan'ı. Havaya kalksın Kalaşnikoflar. Bitsin bu barış" diye tezahürat yapan, holigan gruplarıyla buluşuyor.
Suriyelilerin, depremzedelerin namuslarına göz diktikleri şeklinde halkta infial yaratacak, çocuk oyuncağı olmayan iddialar ekranlardan dillendiriliyor.
Yakalanan yağmacılar "buralı" çıkmasına karşın, bu işleri Suriyelilerin yaptığına dair ırkçı bir kanaat oluşturulmaya çalışılıyor. Ne yazık ki etkili de oluyor.
İDEAL ŞEHİR NASIL OLMALI
YAŞAR SÜNGÜ / YENİ ŞAFAK
Yatay mimari her ne kadar ülkemizde son yıllarda popülerleşen bir kavram olsa da şehirlerin yapılaşma biçimi olarak tartışılması daha eskiye dayanıyor.
19. ve 20. yüzyıl şehir tasarımcıları, artan nüfusla birlikte düzensiz bir hal alan şehirlerden ve şehirlerin sağlıksız koşullarından kurtulmak için “ideal bir şehir nasıl olmalıdır?” sorusuna cevap aramışlar.
Bu arayış, pek çok tartışmayı da beraberinde getirmiş.
Tartışılan konulardan biri, şehirlerin dikey mi yoksa yatay mı yapılaşması gerektiği.
İki akademisyen Doğan Bıçkı ve Merve Kırkan’ın makalesinde “Türkiye’de Yatay Mimari” Meselesi” Turgut Cansever’in perspektifinden ele alınmış.Konuyu biraz daha iyi anlamak için bu makaleden alıntı yapmaya devam edelim;
Bilge mimar Turgut Cansever’in ufki kat mülkiyeti, ondan mülhem olarak izleyicisi H. İbrahim Düzenli’nin ufki(yatay) şehircilik olarak isimlendirdiği anlayış, 1-2 katlı müstakil bahçeli konutlardan oluşan, Osmanlı kent sisteminden ilham alan ve bugünün yapılaşma sisteminden tamamen farklı bir şehirleşme anlayışını yansıtıyor.
Geçen pazar günkü yazımızda da alıntıladığımız gibi bilge mimar Turgut Cansever’in bakış açısından, konutun 1-2 katlı müstakil ev şeklinde olması ve her ailenin kendine ait bir konutta, yere yakın bir biçimde yaşamını sürdürmesi olan yatay(ufki) şehircilik anlayışı, sadece bir konut projesi olarak değil; aynı zamanda bir yaşam biçiminin de doğal uzantısı olarak tasavvur edilmiş.
DEPREMDE SEÇİM HESAPLARI
KURTULUŞ TAYİZ / AKŞAM
Kemal Kılıçdaroğlu ve muhalefet cephesi "fırsat bu fırsat" şehvetiyle, enkaz altındaki insanların kurtarılmasını dahi beklemeden seçim tartışmasına başladı. "Seçim tarihinde yapılmalıymış da anayasa böyle emrediyormuş da" falan filan...
Muhalefete yakın televizyon kanalları ve yazar-yorumcu takımı da bu tartışmaya katılarak 10 şehri ve 13 milyon insanı yok sayan bir anlayışla "seçim de seçim", "seçim de seçim" diye tempo tutuyor.
Bu tartışmalar, millete karşı sorumluluk duyan siyasilerin, yazarların gireceği tartışmalar değil. Seçim sandığı her zamanki yerinde duruyor. Zamanı, yeri geldiğinde millet boylarının ölçüsünü verecek.
Daha cenazeler kaldırılmadan seçim tartışması başlatmak muhalefetin bu ülkenin üzerine çökme niyetini ele veriyor. Deprem 10 şehrin üzerine çöktü, muhalefet de "fırsat bu fırsat" Türkiye'nin üzerine çökme hesapları yapıyor.
Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı aldıkları seçim yenilgilerinin sayısını bile hatırlamıyoruz. 10 mu, 15 mi, 17 mi, sayısını tam olarak bilemediğim kadar çok seçim yenilgisi yaşamışlar ama kalkıp şimdi yalancı pehlivan misali ucuz kabadayılık yapıyorlar.