24 Ağustos Medyanın Halleri
İşte günün öne çıkan köşe yazıları...
FETÖ KONUSUNDA YANLIŞ ALGILAR
Fuat Bol- Hürriyet
Bu yapıya yarım asır boyunca kadro kurduruldu, hem de tüm devlet kurumlarını donatacak şekilde. Vali ise vali, kaymakamsa kaymakam, polis ise polis (Emniyet MİT’in her kademesi), askerse asker, öğretmense öğretmen, doktorsa doktor, doçentse doçent, profesörse profesör ve tüm branşlarda ve kademelerdeki bürokratlar, bu yapıda sebildi.
Şu kadarını söyleyeyim, geri kalanını siz hesap edin; Genel Kurmay Başkanlığı, Cumhurbaşkanı’na beş adet kurmay albay rütbeli maiyet subayı öneriyor, Cumhurbaşkanı bunlardan birisini seçip canını ona emanet edecek. Bunların beşi de FETÖ’cü! Bu durumu Cumhurbaşkanı bilmiyor ve bunlardan birini tercih ediyor.
Yani ne yapılsa yapılsın, bütün yollar Roma’ya (ABD’ye) çıkıyor.
Sonuç itibarıyla iş, bir noktaya geldi ve bunlar deşifre oldu. FETÖ terör örgütü olarak Kırmızı Kitap’a girdi.
Bunları deşifre eden kim? Bunlarla ölümüne mücadele eden kim?
Elbette Tayyip Erdoğan’dan başkası değil.
Maalesef Erdoğan’ın karşısında politika yapanlar (Muhalefet partilerinin büyük bir kısmı) bu yapıyla kol kola girdi, sözde Erdoğan’a ve Ak Parti’ye karşı muhalefet yapıyorlar.
FETÖ de Erdoğan düşmanlığını fırsat bilerek mahut muhalefet partilerine sızdı ve sızmaya devam ediyor.
Şimdi tekrar soruyorum: FETÖ nerede?
VAY ŞEREFSİZ PARYA
Salih Tuna- Sabah
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü görevine getirilen Tamer Karadağlı'ya yaptıklarının başka bir izahı yok. (En son olarak, DT'de tepki istifalar ı olduğu yalanını üretmişler.)
Hayır yani, Karadağlı'nın günahı nedir?
Yaşam tarzı mı çok farklı bunlardan? Mesela ağzına içki mi almıyor? (Hani bunların aklıevvel yazarçizerlerinden biri, "Erdoğan bir kadeh tokuştursa laiklik kurtulur, modern mahallede endişeler biter" demişti ya, ondan mülhem soruyorum.)
Oysa Tamer Karadağlı bunlarla aynı mahalleden. Tek suçu, milliyetçi olması, bir de PKK'ya karşı tavrını net bir şekilde ortaya koyması
Demek, çıtayı oralara kadar "yükselttiler". Yakın bir gelecekte çıtayı LGBT muhibbi olmayanı dışlayacak kadar "yükseltirler" mi, bilmiyorum.
Bildiğim tek şey; gerçekten de sorunun temelinde bunlar var, Kılıçdaroğlu sadece bu sorunun göstergesi.
Yahu hadi diyelim, Tamer Karadağlı bu devletin bir kurumunda görev aldı diye gıcık kapmışlar. Peki Timur Selçuk'u neden dışlamışlardı? Neydi günahı; "Namaz kılıyorum..." demekten başka?
Ya müzisyen Kıraç?
Tıpkı merhum Oktay Sinanoğlu gibi yabancı dilde eğitime karşı çıktığı için bunlar tarafından az mı lince maruz kalmıştı?
Fazıl Say dostumuz da "Truva Sonatı" konserine davet ettiği Cumhurbaşkanı Erdoğan'la buluşunca "dışlanma" tehlikesi atlatmıştı. Neyse ki çok geçmeden birkaç başarılı "muhalif manevrayla" yakasını kurtardı.
Örnek çok, hangi birini sayayım.
Her defasında seçmenden şamarı yiyorlar; ama nerede hata yapıyoruz diye sormak yerine, şımarıklıklarını daha da artırıyorlar. Sanki dersin herkes bunlarla aynı siyasi pozisyonu almak zorunda.
Seçimden önce de Teoman'ı baskılayıp muhalif bir tweet attırmayı başardılar.
KILIÇDAROĞLU MUHTAR BİLE OLAMAZ
Kurtuluş Tayiz- Akşam
Gazeteciler, genel başkanlara "muhtar bile olamazsın" demeyi sürdürüyor.
Dün gözüme ilişti; Kemal Kılıçdaroğlu'nun gezilerinde yanından ayırmadığı bir gazeteci, onun için "CHP'de kurultayı kazanır ama kendi mahallesindeki muhtarlık seçimlerini dahi kazanamaz" diyerek hayli küçümseyici, aşağılayıcı bir dil kullanıyordu.
Türkiye 90'lar medyasını geride bıraktı, aştı ama muhalefet hâlâ aynı zihniyetteki medyayla yola devam ediyor. Muhalif medyaya 90'ların vesayetçi dilinin hâkim olduğu görülüyor.
CHP'nin başına kimin geçeceğine gazeteciler mi karar verir? "Kemal gitsin, Ekrem gelsin" demek bir gazetecilik faaliyeti mi?
CHP medyasının önde gelen isimleri her gün ayrı bir televizyon kanalında Kılıçdaroğlu'nu CHP'nin başından ayrılmaya davet ediyor, istifaya çağırıyor. Üstelik hakarete varan, Kılıçdaroğlu'nu aşağılayan, üstenci bir dille bunu yapıyorlar. CHP'nin genel başkanını teşkilat, delege yapısı mı belirleme hakkına sahip yoksa birkaç tane gazeteci, televizyoncu, yorumcu mu?
Muhalefet medyasında anlaşılan ipin ucu maalesef çoktan kaçmış. Kemal Kılıçdaroğlu'nun da kimseye kızmaya hakkı yok. Sadece taşları yeniden yerli yerine koyabilir mi, ona baksın. Çünkü kabahatin büyüğü onda!
UKRAYNA’YA DESTEKTE YORGUNLUK EMARELERİ
Kadir Üstün- YeniŞafak
Karşı taarruzun umulduğu şekilde somut başarı elde edememesi durumunda Avrupa ve NATO ülkelerinden Ukrayna’nın toprak kaybına razı olması yönünde sesler yükselebilir. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in Özel Kalem Müdürü Stian Jenssen’in daha sonra özür dilemek zorunda kaldığı bu minvaldeki sözleri böyle bir senaryonun alttan alta konuşulduğunu gösteriyor. Taarruzun yavaş ilerlemesi nedeniyle güçlenen iç muhalefet Biden’ın talep edeceği yeni yardım paketlerini zora sokabilir. Dışarıda da NATO müttefiklerinin bazıları Ukrayna’ya ‘daha gerçekçi’ bir noktaya gelmesi yönündeki telkinlerini artırabilir. Ukrayna’ya sonuna kadar destek sözü veren Biden’ın hem içerde Amerikan halkını ikna etmesi hem de NATO müttefiklerini aynı sayfada tutması gerekiyor.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER VE SOBE LONDRA
Özay Şendir- Milliyet
Güney Kıbrıs’ta yaşayan Rumlar, sınırlar açıldığı günden bu yana alışveriş için Kuzey’e geçerler.
Rum Yönetimi bu durumun önüne geçmeye çalıştı, hatta şu anda da akaryakıt alımına müdahale etmenin yollarını arıyor. Sonuçta Rumlar bile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde para harcıyor.
Buna karşın 1964’ten beri Ada’da görev yapan Birleşmiş Milletler Barış Gücü, on yıllardır Mağusa’da kocaman kampları olmasına rağmen Türk tarafında beş kuruş para harcamıyor.
Eşitlik ilkesi ya, hadi Genel Sekreter bu tercihin sebebini açıklasın bizlere.
Gelelim işin Dikelya’ya yapılan yol kısmına.
Rumlar, Dikelya hattındaki ara bölgeyi ihlalleri, oraya kurdukları yazlık sinema falan Birleşmiş Milletler’i hiç rahatsız etmedi bugüne kadar.
Bugün de Kuzey Kıbrıs’a çıkardıkları sorunun sebebi, yol bittiğinde İngiltere’nin Dikelya Üssü’nün Türklere yaptığı kimlik kontrolüne gerek kalmayacak olması.
İngiltere ilginç bir ülkedir, Irak’ı ABD ile beraber işgal etti ama ABD’nin yaşadığı asker kaybının sadece binde birini yaşadı.
Londra, “sobe” diyelim mi?