27 Mart Medyanın Halleri
Hazırlayan: Ercan Dolapçı
MECLİSİMİZİN DİLİ AÇILDIĞINDAN BERİ TÜRKÇEDİR
ERHAN AFYONCU / SABAH
Yıllardır Türkiye iki dilli bir yapıya götürülmeye çalışılıyor. Ancak onlarca milletten oluşan Osmanlı İmparatorluğu’nda bile resmi dil Türkçeydi. Osmanlı İmparatorluğu anayasasında Türkçe resmi dil olarak yer almış, ilk Meclis’in 1876’da açılmasından itibaren yapılan çalışmalarda Türkçeden başka dil kullanılmamıştı.
1876'da Sultan Abdülaziz darbeyle tahttan indirilerek yerine Beşinci Murad geçirildi. Ancak Beşinci Murad'ın psikolojik rahatsızlığı hükümdarlık yapamayacağını gösterince tahta İkinci Abdülhamid çıkarıldı.
Darbenin başaktörlerinden Midhat Paşa, anayasal bir düzene geçildiği takdirde Avrupalı devletlerin müdahalelerinden kurtulacağımıza inanıyordu. Bir anayasa taslağı da vardı. Mabeyn başkâtibi Küçük Said Paşa ve Meclis-i Vükela, yani Bakanlar Kurulu da birer anayasa taslağı hazırlamışlardı. Tetkik komisyonu kurularak anayasa taslakları üzerinde çalışıldı. Çalışmalar sonunda 119 maddeli bir anayasa ortaya çıktı.
ANAYASAYA GİRDİ
Anayasa çalışmaları sırasında üzerinde durulan en önemli konulardan biri de resmi dil meselesiydi. Osmanlılar, Türkçeyi devletin ilk dönemlerinden itibaren "resmi dil" olarak kullandılar. Edebi ve bilimsel eserlerdeki Arapça ve Farsça'nın hâkimiyeti ise Osmanlı döneminde kademe kademe azaldı ve Türkçe bir "bilim dili" oldu.
Rahmetli Ali İhsan Gencer, anayasanın hazırlanması sırasında dil tartışmalarıyla ilgili bir araştırma yapmıştır. Anayasa taslağına, "Osmanlı ülkesinde bulunan milletlerden her biri kendi lisanlarında eğitim öğretimde serbesttir. Fakat devlet hizmetinde istihdam olunmak için devletin resmi dili olan Türkçeyi bilmek şarttır" ifadesinin konulması düşünülmüştü. Bu madde resmi dil kargaşası yaratacaktı. Durumun farkına varan Eğinli Said Paşa, maddenin bu hâliyle uygun olmadığını söyleyerek değiştirilmesini istedi. Bunun üzerine maddede paşanın istediği değişiklik yapıldı.
Kanun-ı Esasi'nin 18. maddesi, "Devletin resmi dili Türkçedir ve Osmanlı fertlerinden her biri devlet hizmetinde istihdam olunmak için resmi dili bilmesi şarttır." şeklindeydi. Bu anayasa maddesiyle devlet görevlerinde Türkçeden başka dil konuşulmayacağı ve devletin resmi dilinin Türkçe olduğu açıkça ifade edildiği gibi bu durum anayasa teminatı altına da alınmıştı.
HİÇBİR ZAMAN DEĞİŞMEYECEK
Seçimler yapılarak 19 Mart 1877'de Meclis çalışmaya başladı. Birinci Meşrutiyet Meclisi çalışmalarını Ayasofya'nın karşısındaki Darülfünun'da, yani dönemin üniversitesinin binasında sürdürdü. İlk parlamentomuzdaki 115 mebusun, yani milletvekilinin 46'sı gayrimüslimdi. İlk Meclis'te milliyet çatışmaları yaşandı. Devletin resmi dili Türkçe olmasına rağmen Ermeni ve Rumlar kendi dillerinin de resmi dil olarak kullanılması için uğraşarak kendi milletlerinin meselelerini her şeyin üzerine çıkarmaya çalıştılar. Mebus olmak için Türkçe bilmek zorunluydu. Bu şartın değişmesi için, özellikle Arabistan'dan gelen mebuslar teklifte bulundular. Bu talebe karşı dönemin önde gelen devlet adamlarından Ahmed Vefik Paşa, "Gelecek seçime 4 yıl var. Akılları varsa bu süre içinde Türkçe öğrenirler." cevabını vermişti.
İkinci Meşrutiyet Meclisi
1908'de İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra toplanan Meclis'te de farklı milletlerden birçok mebus bulundu. Ancak ikinci Meclis çalışmalarında da Türkçeden başka dil kullanılmadı. Türkiye Cumhuriyeti döneminde de TBMM'nin dili Türkçe oldu. Türkçenin tek resmi dil olmasını değiştirmek için yıllardan beri değişik teşebbüsler var. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, bu ülkenin tek resmi dili Türkçe olacak.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI KİM OLACAK?
ABBAS GÜÇLÜ / MİLLİYET
Diğer tüm bakanlıklar gibi Milli Eğitim Bakanlığı için de daha şimdiden lacivert elbisesini giyip atanmayı bekleyenler varmış.
İsimleri duydukça eyvah eyvah demekten kendimi alamadım.
Siyaset yapmak, milletvekili, bakan olmak, elbette herkesin hakkı ama bu o kadar da kolay olmamalı.
Neden mi?
Siyaset ve siyasetçi olmak, çok büyük fedakârlıklar gerektirir.
Hakkıyla yapıldığında dünyanın en zor işlerinden biridir.
Takdir edeni azdır, eleştireni çoktur.
Her yönüyle hazır olmak gerekir.
Paraşütle bir gecede tepeden inme siyasetçi olunmayacağı gibi, bir gecede bakan da olunmuyor. Olunsa da ne kendisine ne de ülkeye fazla bir yararı dokunuyor.
Dünden bugüne bunun çok örneklerini gördük ve yeni bir macerayı kaldıramayız.
Şu günlerde binlerce kişinin en büyük hayali, listelerin ön sıralarında yer alıp milletvekili olmak.
Aday adaylarının hepsine tek tek şu soruyu sormak gerekir:
Neden siyaset?
Hemen her konuda olduğu gibi siyasette de “Hele bir seçilelim, ne ya da neler yapacağımıza sonra karar veririz” mantığı hakim.
Evet, seçilmek çok önemli ama seçildikten sonra ne yapılacağı da bir o kadar önemli.
Halkı ilgilendiren de zaten o.
GEÇMİŞ OLSUN, PARALARINIZ BATI BANKALARINDA REHİN Mİ KALDI!
MELİH ALTINOK / SABAH
Batı'yı batmaz gemi sanıp sermayeyi kediye yükleyenleri aldı mı bir telaş...
Hadi yurtdışına gönderdikleri milyarları çıkarsınlar bakalım panik halindeki Batı bankalarından.
Üçü beşi belki ellerine alabilirler ama önce şüpheli işlem kategorisinden çıkmak için kırk dereden su getirmeleri lazım güvendikleri bankalara. Öyle ya, üstelik para Türkiye'ye gidecek... "Çok şüpheli."
Kaldı ki Körfez'den başlayan uzun para çekme kuyruğunda bir tek kendileri yok.
E tabii akıllarına Ukrayna Savaşı bahanesiyle bir anda "karanlık yabancıya" dönüşen Avrupa'daki, ABD'deki anlı şanlı Rus milyarderlerin akıbeti geliyor. Düne kadar yasalara uygun şekilde ülkelerinden para getiren bu kişilere kesilen usulüne uygun harçları, zorunlu yatırımları düşünüyorlar.
Beter olsunlar.
"Yağma zamanı el oğlu önce yabancıya çöker. Kapitalizmin ilk kuralı kendi koyduğu kanunları çiğnemektir" dedik dinlemediler.
Türkiye bankacılık sisteminin, Batı'nınkine göre çok daha sağlam ve kontrollü olduğunu da sizden benden çok daha iyi biliyorlar. Tek işleri paralarını korumak.
Ama özkaynak kredi oranımızın, paralarını kaçırdıkları bankalara göre katbekat güven verici olduğunu bile bile gidip tefeciye sığınıyorlar.
Çünkü bedenleri burada, ruhları orada. Olmaz öyle.
SEÇİMDEN SONRA KUR
YUSUF DİNÇ / YENİ ŞAFAK
Evvela şunları bilelim; Türkiye faiz indirim politikaları yerine faiz artırsa da dolarizasyon etkisiyle kur biraz da yavaş olsa da bugünkü seviyesine çıkacaktı; umulan yabancı kaynak bir türlü gelmeyecek kur baskısını yönetmek için çözümsüz kalınacaktı; emtia ve enerji fiyatlarındaki küresel artış göz önüne alınırsa muhtemelen daha büyük bir cari açık rakamı oluşacaktı; enflasyonist etkiler gene güçlü olacaktı ama belki hemen ilk başlarda 20 puan kadar olduğu hesaplanan atalet oluşmayacaktı; işletmeler giderek yükselen faiz ortamında borç yönetimi yapamayacak, karlılıkları kendilerini desteklemeyecek, işyeri kapamalar olacak, işsizlik artacaktı; hele dünyada bankalar batarken işler tümden sarpa saracaktı; cari açığın finansmanı mümkün olmayacak, kur, faiz, enflasyon hepsi birden depremle birleşip ekonomik kriz Türkiye’nin küçük işletmelerini ve “alt-orta gelir grubunu” vuracaktı.
Bugünse iyisiyle kötüsüyle farklı şartlar var. Hep olumsuzluklar konuşulsa da birçok olumluluk var.
Hatta şöyle söyleyeyim; en kötümserin de en kötümser senaryosu depremin, banka batışlarının, savaşın, kutuplaşmanın, tüm potansiyel gerginliklerin tamamını asla göz önüne almaz.
Sanırım bugünkü ortamın dinamiklerinin hepsini birden daha önce öngörebilen birisi Türkiye ekonomisinin yerle yeksan olacağını düşünürdü. Ama işte öyle olmadı. Öyle olmamasında uygulanan politikaların katkısı çok yüksek…