29 Aralık 2024 Pazar
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

28 Şubat duruşmalarında ortaya çıkan gerçekler

Bu davanın sonuna kadar üzerine gidilmesini, hiçbir şeyin üstünün örtülmemesini, her şeyin bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmasını öncelikle biz askerler istiyoruz. Çünkü çok iyi biliyoruz ki asıl suçlular 28 Şubat'ı bir darbe gibi gösterenler ve bu manipülasyondan nemalananlardır

28 Şubat duruşmalarında ortaya çıkan gerçekler
A+ A-
ALİCAN TÜRK / (E) Albay - 28 Şubat Kumpas Davasının Beraat Eden Sanığı

Mahkeme sürecinde tarihe not düşülen yeni bilgiler ortaya çıkmıştır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1. İki cilt halinde ve toplam 1309 sayfa tutan savcılık iddianamesinin hukuk adına tam bir rezalet olduğu görülmüştür. Şöyle ki:

(a) Normalde icabında sanıklar lehine olabilecek bilgi ve belgeleri de toplaması gereken savcılık, aksine, sanıkların lehine olabilecek tek bir bilgi ya da belgeyi bile iddianameye almamıştır.
(b) Adı "28 Şubat Davası" olan bir iddianamede, 28 Şubat 1997 tarihinde MGK'da alınan "406 sayılı MGK Kararları"na ve o kararların "Rejim Aleyhtarı İrticaî Faaliyetlere Karşı Alınması Gereken Tedbirler" başlıklı 18 maddelik ekine ilişkin tek bir cümle dahi edilmemiştir.

(c) MGK kararlarının görüşüldüğü ve tereddütsüz kabul edildiği 13 Mart 1997'deki Bakanlar Kurulu Toplantısı ile o toplantı sonucuna göre ertesi gün (14 Mart) Başbakan Erbakan'ın imzasıyla bütün bakan(lık)lara/icracı kuruluşlara yayınlanan "Hükümet olarak 28 Şubat kararlarını aynen benimsediklerine, kararların arkasında olduklarına ve uygulanmasına" ilişkin Başbakanlık Direktifi tamamen görmezden gelinmiştir.
(ç) Söz konusu Başbakanlık Direktifi'ni müteakip irtica ile mücadele esaslarını içeren ve dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener tarafından imzalanarak bütün il valilikleri ve emniyet teşkilâtına gönderilen, içerik itibariyle "ülkemizi çağ dışı bir rejimden ve din istismarının sebep olabileceği muhtemel bir çatışmadan korumak amacıyla tarikat ve cemaat bağlantılı iç ve dış odaklar üzerinde istihbarat çalışmalarının yoğunlaştırılmasını","irticaî nitelikte ve bölücü kişilerin kamu kurum ve kuruluşlarına sızma girişimlerine karşı tedbirli olunmasını", "bazı tarikat ve dinî gruplarca işletilen yurt, pansiyon, dershane, kurs, matbaa vs. yerlerin sıkı sıkıya denetlenmesini ve buralarda din istismarının tespiti halinde kapatılmasını", "şartlar ne olursa olsun kamu görevlilerinin kılık kıyafet başta olmak üzere mevcut yasalara uymak mecburiyetinde olduğunu", "Türk Hava Kurumundan başka özel ve tüzel kişilerin kurban derisi ve bağırsak toplamalarının engellenmesini", "valilerin her gün düzenli olarak yaptıkları toplantılarda bu sayılan konularda duyarlı olmalarını" ve bunlar gibi daha pek çok konuyu emreden 28 Mart 1997 tarihli "Anayasa ve Yasaların Uygulanmasında Uyulacak Usul ve Esaslar" başlıklı Genelge yine yok sayılmıştır. (Oysa o dönemde valiliklerin, emniyet müdürlüklerinin bu genelge kapsamında yaptıkları bütün bu işler bazı çevrelerce sanki TSK tarafından yapıldığı izlenimi oluşturulmuş, TSK zan altında bırakılmıştır.)

GENELGELER YAZILMAMIŞ GİBİ DAVRANIYORLAR

(d) Adalet Bakanı Şevket Kazan tarafından imzalanarak Cumhuriyet ve DGM Başsavcılıklarına gönderilen, "Cumhuriyetin demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti ilkesini bozmaya ya da Anayasa'da belirtilen temel hak ve özgürlükleri kaldırmaya yönelik suçları işleyenlerin süratle mahkeme önüne çıkarılmasının" vurgulandığı 11 Nisan 1997 tarihli "Kanunların Titizlikle Uygulanması Hakkında" konulu Genelge sanki hiç yazılmamıştır.

(e) O dönemde MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nce Cumhurbaşkanı'na ve Hükûmete verilen ve irtica tehdidini açıkça ortaya koyan brifinglerden, raporlardan eser yoktur. Yani bu ülkede sanki - örneğin - "Kahrolsun lâik diktatörlük!", "Lâik devlet yıkılacak elbet", "Yaşasın Hizbullah, Yaşasın Şeriat!, "İslâmî Hareket engellenemez" vb. sloganlarla demokratik lâik düzene kastedilmemiş, bu sloganlarla Türkiye'nin aydın insanları öldürülmemiş, onlarca insan ağır işkencelerden sonra domuz bağı ile bağlanıp "mezar ev" diye anılan evlerin bodrumlarına canlı canlı gömülmemiş; sanki "çatlasanız da patlasanız da ben Hizbullah'ım", "kan dökülecek fıstık gibi olacak", "bu düzen değişecek, ama bakalım geçiş dönemi tatlı mı olacak kanlı mı olacak" sözünü eden, "RP cihad ordusudur, RP'ne oy vermezsen patates dinindensin" fetvası veren, İslâm dünyasının en kutsal mekânı Kâbe'yi bile miting alanına çeviren siyasiler bu ülkede hiç yaşamamıştır... Evet, 1309 sayfalık iddianamede bunlardan bir tek kelime ile bile söz edilmemiştir.
(f) Başbakan Erbakan'ın 18 Haziran 1997 tarihinde Cumhurbaşkanı Demirel'e verdiği ve "Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi arasındaki Koalisyon Protokolü'ne uygun olarak, bu bir yıllık süreden sonra başbakanlığın Doğru Yol Partisi'ne geçebilmesi için, yapmış olduğumuz taahhüde ve iki parti arasındaki mutabakata uymak üzere başbakanlık görevinden istifa ediyorum." şeklindeki istifa dilekçesine tek kelime ile değinilmemiştir,

(g) Aynı şekilde, söz konusu istifa mektubundan birkaç gün sonra merhum Erbakan'ın Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ve hükûmeti destekleyen BBP Genel Başkanı merhum Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte bütün kameraların önüne çıkıp istifa gerekçesini detaylı biçimde açıkladığı basın toplantısı görmezden gelinmiştir.
(ğ) Cumhurbaşkanı Demirel'in Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu'nda söylediği ve o dönemde tüm sorumluluğun kendisine ait olduğuna ve tüm faaliyetlerin Anayasa ve yasalar çerçevesinde yürütüldüğüne ilişkin hiçbir beyanı iddianameye alınmamıştır.28 Şubat duruşmalarında ortaya çıkan gerçekler - Resim : 1

MİLLİ GÜVENLİK SİYASET BELGESİ GÜNDEME GELMEDi

(h) Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan'ın bizzat kendi yazdığı "Öncesi ve Sonrası ile 28 Şubat" ve "Refah Gerçeği" adlı kitaplarda hükümetin istifasının tamamen iki parti arasındaki protokole dayalı bir ahde vefa ilişkisi olduğuna ilişkin açıklamalarının hepsi es geçilmiştir.
(ı) Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelik iç ve dış tehditlerin belirlendiği ve başta TSK olmak üzere devlet çapında güvenlikten sorumlu bütün kurumlara düşen görevlerin yer aldığı en önemli ve en temel kaynak olan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) hiç gündeme bile getirilmemiştir. Hâlbuki Bakanlar Kurulu'nca imzalanan o belgeye bakılsaydı, “İç Tehditler” başlığı altında "irticanın ve bazı İslâm Devletlerince desteklenen şeriat taleplerinin ciddi bir tehlike teşkil ettiği"nin belirtildiği görülecekti ve böylece başta TSK olmak üzere devletin güvenlikten sorumlu bütün birimlerinin o belge gereğince görevlerini icra etmiş oldukları anlaşılacaktı. Savcılık makamı bunu bilerek gözardı etmiştir. (Duruşmalar sırasında söz konusu belgenin Başbakanlık ve / veya MGK Genel Sekreterliğinden getirtilmesi taleplerinde bulunulmuş, ancak mahkeme bu konuda gerekli özeni göstermemiş, MGK'nın gönderdiği ve bilerek ya da bilmeyerek hedef şaşırtıcı birkaç cümlelik cevabı yeterli görmüştür. Mahkemenin MGSB konusundaki bu tutumunun da sanıklarca tuhaf karşılandığını belirtebiliriz.)
(i) Bütün bu gayrı hukukî tutum yetmezmiş gibi, iddianameyi hazırlayan savcıların hukuka aykırı biçimde delil topladıkları, sırf sanıkları suçlu göstermek için ahlâksızca bir yaklaşımla resmî belgelerdeki cümleleri / ifadeleri bile tahrif etmekten kaçınmadıkları; dahası, 19 Şubat 2015 tarihli celsede de anlaşıldığı üzere, sorguya çağırdığı bazı sivil memurları sanıklar aleyhinde ifade vermeleri için korkuttuğu ve psikolojik baskı kurduğu ortaya çıkmıştır.


Nitekim duruşmalar sürecinde bu durumlar anlaşılınca bir kısım sanıklarca davanın savcıları Mustafa Bilgili ve Kemal Çetin hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur.
(j) Ve nihayet, FETÖ'cü olduğu iddiasıyla 15 Temmuz ihanetinden sonra meslekten atılan ve 4 ay kaçtıktan sonra sahte kimlikle yakalanarak cezaevine konan Mustafa Bilgili'nin iddianameye müşteki olarak koyduğu 196 asker kökenli şahıstan 49'unun Fetullah Gülen cemaatiyle ilişkisi nedeniyle TSK'dan Yüksek Askeri Şûra kararıyla ihraç edildiği anlaşılmıştır. Yani iddianameye bakıldığında bu davanın asker kökenli müştekileri arasında FETÖ'cülerin yer aldığı görülmektedir. Bu tespit, sayıları askerlerden çok daha fazla olan sivil müştekiler arasında da FETÖ'cüler olabileceği konusunda kuvvetli şüphe uyandırmaktadır.
Kısacası, bu davanın - başta FETÖ olmak üzere siyasal İslâm'ı savunan köktendinci tarikat ve cemaatlerle neden mücadele ettiniz?", "neden türbana karşı çıktınız" davası olduğu ve TSK'ya karşı ideolojik intikam güdüsü ile açıldığı tüm çıplaklığıyla açığa çıkmıştır.
SONUÇ
a. 28 Şubat kesinlikle bir askerî darbe değildir, darbe ve / veya darbecilikle hiçbir ilgisi yoktur.
b. 28 Şubat, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığının, gericiliğin, dinî cehaletin, din istismarcılığı yaparak yürütülen tarikat ve cemaat örgütlenmesinin, yüce dinimizi siyasete alet etmenin Türkiye'yi nerelere sürükleyeceğinin tam 26 yıl önce TSK (ve devletin diğer ilgili güvenlik kurumları) tarafından tespit edildiğinin kanıtıdır.
c. 28 Şubat, başta FETÖ olmak üzere bugünkü IŞİD (DAEŞ) ve benzeri köktendinci terör tehlikesine tam 26 yıl önce dikkat çekildiğinin resmidir.
ç. 28 Şubat, meseleyi sanki kadınların başörtüsü meselesiymiş gibi göstererek özü toplumdan saklanan bir siyasi rant ve ayrıca devletin rejimi ile cumhuriyetin değerlerine karşı açılmış savaş meselesidir.
d. 28 Şubat, siyasilerin kendi şahsî çıkarları, iktidar hesapları ve hırsları ile askerler üzerinden iktidarı kapma sevdası ve savaşıdır.
e. 28 Şubat suçlaması, siyasilerin kendi beceriksizliklerini, başarısızlıklarını, hatta yanlışlarını örtmek için suçu askerlerin üzerine atma kolaycılığına, daha doğrusu "gaflet ve dalaletine" düşmelerinin bir başka biçimidir.
Şurası bir gerçektir ki, bundan tam 26 yıl önce MGK'da alınan ve hükümetçe de aynen benimsenip kabul edilen o kararlar eğer istismar edilmeseydi, sulandırılmasaydı, sonradan gelen hükûmetlerce (siyasîlerce) gereği gibi uygulanıp takip edilseydi bugün kesinlikle 15 Temmuz ihaneti de, FETÖ belâsı da yaşanmazdı.
Dolayısıyla 28 Şubat Davası (da) siyasi rant elde etmeye dönük ve tam anlamıyla siyasi bir davadır. İşleyişi tam bir psikolojik harekât (algı operasyonu) plânları çerçevesinde yürütülmüştür. Türkiye'de siyasetin yargı üzerindeki etkisi dikkate alındığında, sadece Sayın Cumhurbaşkanı'nın o tarihte biri 12 diğeri 14 yaşında olan kızlarının bu davada müşteki olmasının bile mahkeme üzerinde çok önemli bir baskı unsuru olduğu aşikârdır.
28 Şubat "sanıkları" olarak bu davanın sonuna kadar üzerine gidilmesini, hiçbir şeyin üstünün örtülmemesini, her şeyin bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmasını öncelikle biz askerler istiyoruz. Çünkü çok iyi biliyoruz ki asıl suçlular 28 Şubat'ı bir darbe gibi gösterenler ve bu manipülasyondan nemalananlardır.
Nitekim ta ilk günden beri ısrarla vurguladığımız “Asıl kaçanlar bu davayı açanlar olacaktır.” sözünün ne kadar isabetli olduğunu yaşananlar göstermiştir. Ancak siyasetin dava üzerindeki gölgesi adaletin bir türlü yerine getirilememesinin yegâne nedeni olmuştur. - BİTTİ -

Son Dakika Haberleri