3 Eylül Dama Çözümleri: Dama'nın Büyük Şampiyonu Kayserili Sava Usta
Türk Daması Federasyonu Eski Yönetim Kurulu Üyesi ve İstanbul Türk Daması Derneği Eski Başkanı Ahmet Murat Çelik'in hazırladığı Dama Köşesi her cumartesi Aydınlık Gazetesi'nde, yanıtlar Aydinlik.com.tr'de...
Bu hafta ve gelecek hafta sizlere damamızın gelmiş geçmiş en büyük şampiyonlarından Kayserili Sava Usta hakkında yapılan bir araştırma aktaracağım. Sevgili dostum araştırmacı Suat Boztepe'ye Bu güzel araştırma için camiamız adına teşekkür ediyorum.
1944 yılında Hulusi Kodaman Oyun Hileleri kitabında şunları yazıyor:
Damaya, satranca Avrupa’da ve Amerika’da verilen ehemmiyet, kıymet malûmdur. Adetleri yüzleri bulan kulüpleri ve bu kulüplerin mecmuaları, bültenleri bile vardır.
Dama da, satranç gibi çok meraklı bir oyundur. Damaya, satranca merak saranların artık bir daha kendilerini bu illetten kurtaramadıklarını söylerler.
Fakat dama ve satranç için ihtiyar harici tembel işi, uyuşturucu bir oyun diyenler de vardır. Bu çabukluk, hareket asrında, insanı satranç veya dama tahtası başında saatlerce, günlerce çivilemenin hem garip, hem de gülünç olduğunu iddia edenler de çoktur.
Bu oyunların insanı uyuşukluğa, vakitsiz ihtiyarlığa götürdüğünü, söyleyenlerin sayısı kabarık bir yekûn tutar. Bunlara göre dama ve satranç gibi oyunlar, asrın zihniyetine, çabukluk ve hareket mekanizmasına uymayan bir şeydir ve bu mekanizmaya uymayan her şey zararlı ve tehlikelidir.
Fakat bütün bu iddialara rağmen her gün yeni bir hız, yeni bir sürat rekoru kıran Amerika satranç iptilâsı, Avrupa’dan fazladır. Amerika’da satranç kulüplerinden maada satranç dershaneleri ve hattâ bazı darülfünunlardan açılmış hususî kursları da vardır.
Avrupa ile Amerika arasında telgrafla satranç patileri yapıldığı da kesretle vakidir. Buna sebep, dama ve satranç, öyle hariçten manzarasına aldanarak zannolunduğu gibi tembellik, uyuşukluk işi değil, zihin idmanı, dimağ temrinidir. Avrupa mecmualarının ekserisinde dama ve satranç oyunlarına sütunlar ve bazen sayfalar tahsis edilip, heyecanlı müsabakalar tertip edilmektedir.
Dama oyunu da böyledir. Bu iki oyun, kumar oyunları gibi “tesadüfle insan zekâsı arasındaki mücadelenin en zevkli ve mazbut şekillerinden” değildir. Satranç ve damada diğer oyunlar gibi tesadüfe yer yoktur.
Dama, dikkat kuvvetini artıran sanatlı bir mevzuu zihnî olmakla, bu oyundaki yüksek bilgi, her ferdin kârı değildir. Hele damayı gençler, idman oyunları kadar beceremeyeceklerinden, bu oyuna gazetelerde de istisnâi bir mevki vermek lâzım gelir.
Dama, iki taraflı seferberliği düzen cebrî bir oyundur.
Dama oyununda, satranç gibi muhafız âletler olmadığından bu oyunun alışlı olan açmazları da daha sanatlıdır.
Bu münasebetle, sekiz yıl evvel, dama hakkında yazdığım bir yazıyı nakletmeyi faydalı buldum:
Bir zamanlar, dama merakı bir alev gibi İstanbul’u sarmıştı. Bu alevden sıçrayan kıvılcımlarla yanan, bu işe merak saranlar bugün bile çoktur İstanbul’da.
Burhan Felek (1889 - 1982) “Ulus Gazetesi” 1937-38
“Bir vakitler dama oyunu bizde pek rağbet bulmuştu. Galiba Sultan Abdülaziz’in (1830 - 1876) damaya merak edişi biraz da bu işe yardım etmişti. Her semtte damacılar, dama ustaları ve dama oynanan kahveler vardı. Şimdi eski bir iki kahve müstesna dama tahtası bulunan yer kalmadı bile!
Bir zamanlar Aksaray’da, damacı kahvelerinin birine iki külhanbeyi gidip otururlar ve kahveciden bir dama tahtasıyla taşları isterler. Kahveci getirir, önlerine koyar. Taşları dizerler. Birisi bir taş sürer. Öteki de bir taş sürer. Ellerini çenelerine dayarlar. Sahura kadar düşünürler, tam sahur davulu çıktığı zaman birisi:
- Kayyum birader! Der. Öteki de:
- Kayyum birader! Cevabını verir ayrılırlar.
Kahvedekiler böyle birer taş sürdükten sonra beş saat düşünüp sonunda “kayyum” yapan oyunculara alaka hissetmeğe başlarlar. Ertesi akşam vaziyet gene aynı… Bir hafta sonra gene öyle. Bizim ahbaplar geliyorlar. Birer veya ikişer taş sürüp sahura kadar düşündükten sonra ikisi birden:
- Kayyum! Deyip kalkıyorlar.
Bu iş o hale gelir ki, kahvede kimse dama oynamaz olur. Civardaki kahvelerde de duyulduğu için oranın meraklıları da gelirler. Bu iki yabancının oyununu seyir için masanın etrafında halka olurlar. Nihayet Ramazanın onbeşine doğru, kahvenin damacılarından birisi işe müdahale edip:
- Müsaade ederseniz biz de anlayalım. Neden kayyım yapıyorsunuz? Der.
Ötekilerin protestosuna rağmen bunları oyuna icbar eder (zorlar) ve nihayet anlaşılır ki, bu iki mal damacılara azizlik için bu yolu bulmuşlar. Yoksa ne oyun biliyorlarmış, ne kayyum. Rivayet odur ki, o akşam hafif tertip pataklanan iki ahbap bir daha kahveye ayak basmazlar.
Oyun güzel şeydir. İki şartla: Tiryakilik haline gelmemeli ve kumar olmamalı. Diyeceksiniz ki:
- O zaman da ne tadı olur?
Orasını bilemem. Oyun oyundur, eğlencedir. İptila (düşkünlük) hastalıktır, kumar ise felaket!”
https://youtube.com/shorts/SDXnZudyeDY?feature=share