46 yıl sonra gerçekleşen buluşma
Kerim Öztürk'ün yerine cezaevinde kalan Musa Tanrıkulu, 46 yıl sonra can yoldaşı Kerim'in ailesine ulaştı ve onlarla hasret giderdi. Acılarını paylaştı, Kerim'i yadetti. İşte kendi kaleminde o buluşma
12 Mart 1971 Askeri Darbesi'nden sonra mensubu olduğumuz Proleter Devrimci Aydınlık ve İşçi-Köylü gazetesi, Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından kapatıldı. Ayrıca tüm kadrolar için de arama ve gözaltı kararları çıkartıldı.
Bu durum karşısında bizim arkadaşlar illegal çalışma içine girdiler ve bir süre sonra "Şafak" isminde illegal bir gazete (sanırım 15 günde bir) çıkartmaya başladılar. Biz kadrolar da bu gazeteleri gizli bir şekilde Ankara'da dağıtıyorduk. Dağıtım için dört kişiden oluşan gruplar kuruldu. Bizim grupta ben, Kerim Öztürk, Uğur Afyoncu ve Caner Öztaş vardı.
Kerim Öztürk Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisiydi. Küçükesat Bülbüldere Caddesi'nde bir apartmanın giriş katında daire kiralamıştı. Gazeteler paket halinde bu adrese getiriliyor; grup sorumlusu bir kişi buradan gazeteleri alıp diğer arkadaşlarla beraber dağıtıma çıkıyorduk.
Bu ev 1971 Eylül başı polisler tarafından basılıyor. Kerim Öztürk ve birkaç arkadaş gözaltına alındıktan sonra polisler evde karakol kuruyorlar; eve gelen kim varsa gözaltına alınıyor. 5 Eylül 1971 günü de ben bu eve gelince polisler tarafından yakalandım. Hasan Yalçın da bu evde yakalandı.
AĞIR İŞKENCELERE MARUZ KALDI
Emniyet ve Savcılık sorgularından sonra hepimiz tutuklanarak Mamak Askeri Cezaevine konulduk. Şafak gazetesinin nerede basıldığını ve nasıl geldiğini hiçbirimiz bilmiyorduk. Görevimiz sadece dağıtmaktı. Sonradan öğreniyoruz ki tek bilen kişi Hasan Yalçın'dı. Fakat ev Kerim Öztürk'ün adına olduğu için bütün şüpheler onun üzerine yoğunlaştı. Cezaevinde aynı davanın sanıkları olarak "Şafak'çılar" 5. koğuşta kalıyorduk.
Bizler cezaevine girdikten sonra da Şafak yayınlanmaya devam etti. Bu durum Sıkıyönetim İdaresi’ni iyice çıldırtmış olmalı ki, Kerim Öztürk'ü hemen hemen her gün cezaevinden alıp sorguya götürüyorlardı. Durum her açıdan hiç de iç açıcı değildi. Bu durum karşısında Hasan Yalçın bir plan yapar. Beni bir köşeye çekerek; "Musa, senin durumun pek ağır değil, eğer senin tahliyen gelirse, senin yerine Kerim çıksın yoksa bu çocuk daha fazla dayanamaz. Ne olur ne olmaz!" dedi. Ben de kabul ettim. Aralık ayı sonuna doğru beş arkadaşın tahliyesi geldi. Ben uyuyormuş numarası yaptım, benim yerime Kerim Öztürk "Musa Tanrıkulu" olarak tahliye oldu ve kazasız belasız cezaevinden çıktı. Ayrıntılar başka bir yazı konusudur. Hareket garanti olsun diye Kerim'i Filistin'e gönderiyor, sınırı geçtiğine dair cezaevine haber geldiğinde çok sevindik.
Derken 21 Şubat 1973 yılında hepimizin bildiği gibi İsrail gizli servisi MOSSAD, MİT ile işbirliği yaparak (Mehmet Eymür'ün beyanıdır) Filistin'deki Türk Kampı'nı basıyor. Bora Gözen ve arkadaşları Kerim Öztürk'ün de olduğu sekiz Türk devrimcisini şehit ediyorlar.
Bizler bu durumu cezaevinde öğrendik ve bu haber karşısında derin bir üzüntü yaşadık. 1974 Temmuz ayında çıkan af yasası ile tahliye olduk. Hayat devam ediyordu, fakat benim yerime tahliye olan ve Filistin'de şehit düşen Kerim Öztürk hep vicdanımı sızlatmıştır. Nasıl mı? Şöyle ki Kerim'in kimi var, ailesi nasıl bir aile, kaç kişiler, anne baba nasıl öğrendi, ne yaptılar gibi bir sürü soru ve tereddütler kafamda dolaşıp duruyordu. O çevreden arkadaşlar buldukça sorup soruşturdum ve Kamil Yakar arkadaş Ceyhan Lisesi'nden Kerim'in kardeşi Selim'i tanıdığını söyledi ama nerede olduğunu bilmediğini söyledi. Zaman su gibi geçti, yaklaşık iki yıl önce Aydınlık gazetesinde Ercan Dolapçı bu olay ile ilgili benimle bir söyleşi yaptı. Bu haberi gazetede okuyan Sevim Öztürk Gökdeniz (Kerim'im kızkardeşi) sosyal medyadan bana ulaştı. Sevim Hanım ile telefonda görüştük ve diğer kardeşleri ile birlikte benimle görüşmek istediklerini söyledi. Ben de yıllarca beklediğim bu anı sevinçle karşıladım ve buluşma gününü heyecanla bekledim.
BULUŞMA ANI
Sevim kardeşim bir gün telefon etti ve üç kardeşin bir araya geldiklerini ileterek Küçükçekmece'deki evlerine davet etti. 26 Ocak 2019 Cumartesi akşamı evlerine eşimle birlikte gittik... (Eşim de Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisiydi ve Kerim'i okuldan tanırdı.)
Doğrusunu söylemek gerekirse Sevim ile telefonda görüşürken sesi çok candan ama aynı zamanda hüzünlü ve ağlamaklıydı. Eşimle evlerine doğru giderken bir taraftan da "Acaba nasıl karşılanırız" şeklinde yorum yaptık. Bizi arabalarıyla yarı yolda karşıladılar ve birlikte evlerine vardık. Öyle candan ve samimi bir şekilde birbirimize sarıldık ki, ben gözyaşlarımı zor tuttum. Eve girdik, Sevim'in eşi Lütfü Bey, ablası Senem, kızkardeşi Serpil ile tanışma faslından sonra kardeşlerine duydukları özlemle yeniden bana sarıldılar. Beni abileri Kerim'in yerine koyduklarını söylediler ve hazırladıkları sofraya oturduk.
Şüphesiz sorulan her soru Kerim ile ilgiliydi, ailenin en büyük çocuğu olması, Ankara'da Hukuk Fakültesini kazanması, Adana Ceyhan, Hamit Bey Köyüne her gelişinde kardeşlerine çeşitli hediyeler (özellikle rugan ayakkabı hediye getirirdi) getirmesi ve herkesçe çok sevilen bir kişi olması nedeniyle hepsinin gözünde abilerini bir kahraman yapmıştı.
HABERİ GAZETEDEN ÖĞRENDİLER
21 Şubat 1973 tarihinde şehit edilen sekiz Türk'ün ölüm haberini, o günlerde Hürriyet gazetesinde okurlar. Tüm aile bu habere fazla inanmaz. Özellikle annesi gerçeği kabul etmez ve öldüğü tarihe kadar gözü hep yollarda ve "Kerim mutlaka bir gün gelecek" diye bekler, umudunu hiç yitirmez. Oğlu ile gurur duyan babası da ölüm haberine inanmaz ve yaşıyor umudunu hep taşır. Hatta babası, acı haberi aldığı zaman tarlada büyüyen pamukları "Benim oğlum ölmüşken siz nasıl yaşarsınız" diyerek kırar. Zamanla çalışma gücünü de kaybeder, tüm bu acı haberlere rağmen bir erkek, beş kızkardeş birbirlerine kenetlenir ve tahsillerine devam ederler. Kimi mühendis, kimi öğretmen, kimi tekstilci; hepsi birer meslek sahibi olur ve hayata tutunurlar.
Her şeye rağmen hayat her ne kadar devam etse de, ailenin bir yanı Kerim nedeniyle hep buruk kalır. Kerim ile ilgili en ufak hatıra ve eşyalar büyük bir hüzünle hâlâ saklanmakta ve sevgiyle anılmakta...
Geç saatlere kadar devam eden tatlı ve hüzünlü sohbetten sonra, daha sık görüşmek dileğiyle birbirimizden ayrıldık. Öztürk ve Tanrıkulu aileleri bundan böyle kan bağı kadar birbirine yakın ve candan olacaklar. Kerim ve can yoldaşlarımı saygıyla anıyorum.
KERİM ÖZTÜRK'ÜN CEZAEVİNDEN YAZDIĞI SON MEKTUP
Evin büyük oğlu Kerim, Aralık 1971'de cezaevinden kaçtı ve Filistin'e gitti. Bu mektup baba Durmuş Öztürk'e yazılmış son mektup... Durmuş Öztürk 4 Ocak 2001, "Kerim mutlaka bir gün gelecek" diyen anne Şadiye Öztürk de 8 Ağustos 2003 tarihinde hayata veda ettiler.
12/11/1971
Kıymetli babacığım
Annemin göndermiş olduğu mektubu aldım. Sevim'in mektubunu da aldım. Benim tutuklanmama annem çok üzülmüş. Mektupta öyle bir hava var ki sanki ben buraya kendi gönlümle girdim. Veya buraya giren sanki hiç bir daha çıkmaz. Bir zan altındayım, bir kaç aya kalmaz çıkabilirim. Burada yüzlerce adam var. Aralarında da idamdan, 20-30 sene hapse kadar mahkumiyeti istenen var. Onların anaları babaları yok mu? Ayrıca can sıkıntısı boşuna. Kimse Kerim'in annesi çok üzülüyormuş, bu çocuğu bırakalım demez. Onun için sabırla bekleyin. Yapacak hiç bir şey yok. Mahkemeye çıkacağımız günü bekliyorum. Bir de tahliye dilekçesi yazdım. Belli olmaz bir kaç güne kadar dilekçeme müspet cevap gelir. Ben de tahliye olurum. Onun için boşuna ahlayıp puflamayın. Benim moralim gayet yerinde. Çünkü aleyhime en ufak bir emare yok.
Arkadaşlarımın çoğu da burada. Her şey şimdilik iyi. Bana itham edilen şey siyasi bir şeydir. Adi bir suçla itham edilmiyorum ki, yani soygunculuk yaptın demiyorlar. Adam öldürdün demiyorlar. Onun için annemin dediği gibi düşman dediği olacak bir şey yok. Dilekçeme müspet cevap gelmese bile ilk mahkemede çıkabilirim. Her gün radyodan duyuyorsunuz. Bilmem kaç kişi tahliye oldu diye. Benim söyleyeceklerim bu kadar. Daha da ikna olmazsanız kendinize etmiş olursunuz.
Sevim'in mektuplarından anladığım, çocukların yanında da ah vah edip duruyorsunuz galiba. Aklınızı başınıza toplayın, onlar çocuk daha aklı ermez. Onların yanında böyle şey yapmayın. Senem niye bir şeyler yazmamış. Sevim'in mektubuna çok memnun oldum.
Ben koğuş değiştirdim. 5 nolu koğuşa geçtim. Eski adrese yazsanız gene gelir ama (okunamadı) belki gelir.
Adres: 1 Nolu Askeri Cezaevi, 5. Koğuş. Mamak/ANK
Hepinize selamlar.
Filistin şehitlerimizi anıyoruz
Filistin halkının haklı vatan mücadelesinin Türkiye'de de etkilerinin görüldüğü yıllarda, Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) Merkez Komitesi üyesi Bora Gözen, yedi arkadaşıyla birlikte Filistin'e destek için Lübnan'a gitti. Hepsi de halk çocuğuydu. Bora, İTÜ Maden Mühendisliğini bitirmiş ve Parti'nin verdiği görevlerde canla başla çalışıyordu. Türk Solu dergisinin de Yazı İşleri Müdürüydü. Gençlik önderiydi. Kimi yerde gecekondu halkının yanında, kimi yerde de direnen işçinin yanındaydı... Malatya'da köylülerin mücadelesine omuz verdiğinde, hastalığını hiçe saymıştı. 21 Şubat 1973 günü, Lübnan'ın Trablus şehrindeki Nahr-el Bared Filistin Kampına İsrail komandolarının baskını sonucu Gözen ve yedi arkadaşı Cafer Topçu (24), Kerim Öztürk (24), Gürol İlban (25), Şükrü Öktü (23), Yücel Özbek (25), Ali Kiraz (24) ve Ahmet Özdemir (27) şehit oldu.
Saatlerce süren çatışmada, 32 yaşındaki Gözen kurşunu bitince süngülendi. İlk vurulan nöbetçi Ali Kiraz oldu. 6 kişi ise silahsızdı ve makineli tüfeği kurmaya çalışırken katledildiler. Olayda Ali Ergun ve Hüseyin Tüysüz ise yaralı olarak kurtuldu. Yanlarında gazeteci Cengiz Çandar da vardı. Olay öncesi kamptan kuşkulu bir şekilde ortadan kaybolmuştu. Faik Bulut ise esir edilerek İsrail'e götürüldü. 7,5 yıl hapis yattı. Olaydaki rolünü 2010 yılında itiraf eden MİT'çi Mehmet Eymür, katliamı MİT'in verdiği bilgi üzerine İsrail'in yaptığını açıkladı.