90 halk grubu, 80 dili, 9 etnik tanımlanmış eyaleti ve 2 özerk şehriyle; Etiyopya
Bu hafta okurlarımızı Etiyopya’ya götürüyoruz. Konso ve Dorze kabilelerine konuk oluyoruz. Dağlar ve ovalarla bezenmiş bu kadar yeşil coğrafyası olan ülkede nasıl tarihin en acımasız açlık sefaleti yaşanabildi?
2023 yılında İstanbul’dan uçağa bindik. 2016 yılında Addis Ababa’ya indik. Sanki zaman makinesine binmiştik. Etiyopya’da Miladi takvimin 7 yıl gerisinden gelen Jülyen takviminin kullanılması işimize yaradı, 7 yıl gençleştik. Aylara gelince, Etiyopya takviminde 13 ay var. 12 ay 30 gün, 13. ay 5 gün (artık yılda 6 gün).
Addis Ababa- Arba Minch’e uçuşunda yol boyunca gördüğüm yemyeşil dağlık bir coğrafya şaşırtıcıydı. Dağlar ve ovalarla bezenmiş bu kadar yeşil coğrafyası olan ülkede nasıl tarihin en acımasız açlık sefaleti yaşanabildi, üstelik bir değil, birkaç kez.
ARBA MİNCH- KIRK PINAR
Arba Minch, Etiyopya’nın güney batısında, Büyük Rift Vadisi’nin batısında yer alıyor. Arba Minch “Kırk Pınar” demek. Milli parklarla, dağlarla çevrili yeşil ve sulak bir bölge. Şehir içinden bir nehir geçiyor. Yerel adı Ganto Garo, “insanlar ve hayvanlar için her şeyin bol olduğu yer” demekmiş. Belli ki 1960 yılında yeri özenle seçilerek kurulmuş bir şehir. Denizden yüksekliği 1200 metre. Üniversite şehri. Arba Minch’de çanların ve ezanın sesi birbirine karışıyor. Halkın çoğunluğunun Ortodoks Hıristiyan (%56) olduğu şehirde, Katolikler (%39) Müslümanlar (%5) da var. Arba Minch, daha güneye OMA vadisine ulaşım yolu üzerinde bir şehir.
Şehrin hemen yanında iki volkanik göl var. Chamo ve Abaya Gölü. Bu iki gölün arasındaki sınır Yezger Dildy dağı, Tanrının Köprüsü, olarak biliniyor. Biz daha küçük olan Chamo gölüne gittik. 32 km uzunluğunda ve 13 km genişliğinde olan gölün suları bulanık, çamur rengi ama yaşam var. Sudaki balık, timsah ve su aygırı dışında havada kuşlar ve irice bir akbaba/kartal türü de burayı mesken tutmuş. Göl kıyısında “dinlenme tesisi” yok. İhtiyaç molaları için adres doğa.
Göl, yağışların bol olduğu dönemde taşıyor, azaldığında ise çekiliyor. Gölün içinde gördüğümüz, kuşların tüneyip balık gözlediği yapraksız kupkuru ağaçlar sular çekildiğinde karada kalıyormuş ve yapraklanıyormuş. Kısacası buradaki ağaçlar alışmış, bir dönem suyun içinde yaşıyorlar. Alüminyum bir kayığa biniyoruz. Motorlu. Gerçekten bizi koruyacağından emin olmadığımız can yeleklerini mecburen giyiyoruz. Kaptanımız biraz şakacı. Hız yaparak kayığın burnunu yükseltiyor ve dalgaların üzerine düşürüp bizi sallıyor. Kendince eğleniyor. Kupkuru ağacın tepesindeki akbaba, ağzında balıkla bizi izliyor. Sonra ağzı açık Nil timsahlarını görüyoruz. Su aygırları pusuda. Ara sıra kulaklarını çıkarıp yerlerini belli ediyorlar. Gölün ortasında bu hayvanların evi olan bir ada var. Kayık devrilirse timsahlara mı yem olacağız, su aygırına mı derken karaya ayak basıyoruz.
Abaya Gölü 60 km uzunluğunda, 20 km genişliğinde. Birkaç büyük ada var Abaya’da. Rift vadisindeki en büyük göllerden biri. İçindeki demir oksitli tortu nedeniyle kızıl çamur renginde. Balıkçılık yapılan bir göl. Timsahı da bol. Biz gitmedik ama her iki gölde de aşırı balık avı nedeniyle balıkların azaldığını ve timsahların sinirli olduğunu duyduk.
UNESCO KÖYÜ KONSO
Arba Minch’in güneyinde, Rift vadisinde, deniz seviyesinden yaklaşık 2000 metre yükseklikte, yaklaşık 300 bin kişilik Konso halkı yaşıyor. Bölgenin en büyük şehri Karat. Doğu Cushitic dil grubuna bağlı kendi dilleri var. 9 Konso kabilesine bölünmüşler. Ziyaret edeceğimiz “Gamole” köyü, 2011’den bu yana “Dünya Kültür Mirası” listesinde. Yaklaşık 500 yıllık bir yerleşim yerindeyiz. Geleneklerin büyük ölçüde yaşatıldığı köyde“waka”ların korunduğu bir de müze var.
WAKA, MEZAR HEYKELLERİ
Waka insan biçimde yapılmış antromorfik ahşap heykeller. Kelime anlamıyla (wa) bir şey,(aka) büyükbabadan kalan demek. Yani büyükbabadan kalan şey. Kültür mirası. Etiyopya’da mezarları için bu heykelleri yapan tek halk grubu Konsolar. Ağaçtan yontup, boyuyorlar. Önemli erkekler, kabile reisi, kahramanlık yapanlar için dikiliyor. Bu kişilerin eşleri, öldürdüğü düşmanlar, öldürdüğü vahşi hayvan için de waka dikiliyor. Kabile reisinin ya da kahramanın heykelinde mutlaka bir fallus (penis) sembolü oluyor, düşmanınkinde ise yok. Çünkü düşman öldürülünce cinsel organını kesip, bilezik olarak bileğine takıyor.
Eşlerin “waka”sında belirgin olarak memeler var. Hayvan heykellerinde kafalar detaylı olarak yontuluyor. Sıradan insanlar için sadece stel olarak bilinen çeşitli boylarda dikit şeklinde taş mezar başlıkları dikiliyor. Açık havada ve dikildikleri mezarın başında olması gereken “waka”lar, çalınıp, batı ülkelerinin müzelerine satılmaya başlamış. 1996’da 200 waka çalınmış ama yurtdışına kaçırılamadan ele geçirilmiş. Aileler, wakaların yeniden dikilemeyeceğine inandığı için heykellerini teslim almamış. Heykellerle Konso müzesi kurulmasına karar verilmiş.
KONSO HALKI ÖLÜMDEN SONRA YAŞAMA İNANIYOR
Konso halkı ölümden sonra dünyadaki gibi bir yaşam olduğuna inanıyor. Ölünün ardından iki tören yapılıyor. Ölü, kişisel eşyaları ve biraz yiyecekle mezara gömülüyor. Birkaç hafta, ay veya yıl sonra mezarlıkta yas sürecinin bittiğini göstermek üzere bir keçi kurban ediliyor ve o kişi için yapılan stel dikiliyor.
Ölen “kabile reisi” için yapılan işlemler daha karmaşık. Reis ölünce iç organları ve gözleri çıkarılıp kil/toprak bir kabın içinde konserve ediliyormuş. Bedeni bal, tereyağı ve aromalı bitkilerle mumyalanıyormuş ve 9 yıl evde tutuluyormuş. Bu süreçte reis ölü değil hasta olarak kabul ediliyormuş. Sonra kabile reisinin öldüğü resmen duyuruluyormuş ve yas süreci başlıyormuş. Mumya mezara gömüldükten ve “reis wakası” dikildikten sonra ailenin en büyük oğlu yeni reis oluyormuş.
Korso halkı taş duvarlarla ördükleri teraslarda tarım yapan bir halk. Dokumacılık da yapıyorlar. Kulübelerinin etrafı oldukça yüksek çitler ve sık dalları olan kuru ağaçlarla çevrili. Bu şekilde vahşi hayvanlardan ve insanlardan korunuyorlar. Köy sokaklarında 3 metreyi bulan yüksek duvarların arasından, dar patikalarla komşulara ve “mora” denilen bir “köy evi”ne ulaşılıyor. Burada özel bir bölüm sadece erkeklere ait, “erkekler evi”.
Yatılı kısmı da var. Köyün erkek çocukları ergenlik çağında orada kalıyor. Hastalara, yaşlılara yardım ediyorlar, yangın olursa söndürmeyi, çok ender de olsa da hırsızlık olursa hırsızı yakalamayı öğreniyorlar. Kısacası sorumluluk almayı ve erkekliği öğreniyorlar, köyün savaşçıları oluyorlar. Evlendiklerinde kendi evlerine geçiyorlar. Konso kabile üyelerinin birbiriyle evlenmesi yasak. Kadın doğum yaptığında eşi 6 ay onun yanında kalmıyor, yine erkekler evinde kalıyor. Erkekler evinde sohbet ediliyor, kalaha gibi oyunlar oynuyorlar. Kadınlar ise kendi kulübelerinin bahçesinde yemek, tarla, dokuma, çocuk ve hayvan bakımıyla ilgileniyorlar. Korso halkında da kadın sünneti yok. Çoğu yalınayak çocuk sokaklarda küçük kardeşlerine bakıyor.
107 YIL GERİYE IŞINLANMIŞ GİBİYİZ
Köyün meydanındaki nesil ağacı/direği denilen ve kabile reisine ait kutsal ormandan alınan kutsal bir ağaç 18 yılda bir yenileniyor. Nesil ağacına göre köyün yaşı 400 yıldan fazla. Ağacın dibinde duran yaklaşık 40-50 kg ağırlığında olduğu söylenen yuvarlak bir tören taşı, ergen gençlerin evlilik sınavı. Bu taşı omuz hizalarına kaldırıp fırlatabilirlerse sınavı geçiyorlar.
Köyün yaşlılar meclisi ve kabile reisi var. Reis tek eşli, karısı ölürse bir kez daha evlenebiliyor. Bazı köylülerse çok eşli. Kutsal davulu çalan, köyün sorunlarını çözen, geleneklerin sürdürülmesini ve dini törenlerin yapılmasını sağlayan bir de büyücü/din adamı var.
Teras tarımı toprak kaybını önleyen, su tasarrufu sağlayan bir yöntem. Fasulye, mısır, patates ve diğer yumru sebzeleri yetiştiriyorlar. Kuraklığa dayanıklı Moringa ağacı yaygın. Sorgum, pamuk, kahve ve tütün önemli ürünleri. Hemen her evin keçi ve koyunları var. Daracık, iki yanı taşlarla duvarlar yapılmış sokaklarda dolaşmak ilginç ve düşündürücü ama 7 değil, 107 yıl geriye ışınlanmış gibiyiz. Belirgin bir yoksulluk var. Şimdiki kabile reisi Konso bölge başkenti Karat’ta yaşıyormuş. Eğitimliymiş. Onun çocukları da eğitimli olacak, şehirde yaşayacak. Peki diğer çocuklar?
Haftaya Oma vadisindeki diğer kabilelerle tanışacağız. Hepinize sağlıklı, mutlu aydınlık bir yıl diliyorum.
Bir dorze köyü
Etiyopya’da yaşayan 90 civarında farklı halk grubu var. Yaklaşık 50 bin nüfuslu Dorze kabilesi bu gruplardan biri. Omotic dil grubu içerisinde kendi dilleri var. Biz, Arba Minch’den yaklaşık 40 dakika uzaklıkta, denizden yüksekliği 2500 metre olan bir Dorze köyünü ziyaret ettik. Toprak dağ yolunda ellerindeki kolye, heybe gibi hediyelikleri satmaya çalışan çocuklar, genç kadın ve erkekler gördük. Çocuklar arkalarını dönüp kalçalarını sallıyorlar. İlginç bir hoş geldiniz töreni. Her taraf çalılık ve ormanlık. Köy yeşillikler arasındaydı. Bambu ve muz ağacı sandığımız yemyeşil yalancı muz ağaçlarıyla dolu. Muz ailesinden bir ağaç olan yabani muzun adı “enset”, evcilleştirilmiş haliyle sadece Güney ve Güneybatı Etiyopya’da yetiştiriliyormuş ve yaklaşık 20 milyon kişinin temel gıdasıymış.
Dorze halkı dokumacılıkla ünlenmiş. Bu köyün halkı da dokuma yapıyor. Yünü kadınlar eğiriyor. Bildiğimiz iğ, herkesin elinde. Dokumayı erkekler de yapıyor. Geleneksel giysilerinde kullandıkları renkler sarı, siyah ve kırmızı. Kırmızı atalarının döktükleri kanlar, siyah derileri, sarı ise toprağın rengi demekmiş. Atalarının döktükleri kan deyince, daha 2018’de Oromo kabilesiyle büyük bir anlaşmazlığa düştüklerini ve çok can kaybettiklerini hatırlıyorum.
KÖYDEKİ YAŞAM
Köylüler hazırlanmış, küçücük köy alanında bizi bekliyordu. Bereketi temsil eden yeşil otlarla karşıladılar. Köy meydanındaki hayvan derileriyle kaplı sandalye ve taburelere yerleştik. Önce köylerini ve geleneklerini anlattılar. Giysilerini tanıttılar. Erkeklerde dokuma pantolon, kadınlarda dokuma etek var. Erkekler avladıkları leopar ya da çita derisini omuzlarına atıyor. Bir de şapka takıyorlar. Kadınlar bir cins şal sarıyorlar başlarına. İlle de geleneksel giysilerini giymemizi istediler, biz de giydik. Yalancı muzların dev gibi yapraklarını ve dallarını yemek işlerinde, liflerini ve bambuları ise kulübe yapımında, ip yapımında kullanıyorlarmış. Silindir şeklinde yapılan kulübelere önden bakınca fil kafası gibi görünüyor. Bir kulübe 6 ayda inşa ediliyormuş. 30 kişi içerden 30 kişi dışarıdan omuzlayınca taşınabiliyormuş. Termitler dipten başlayarak kulübeleri yiyormuş, o zaman taşıyorlarmış kulübeleri. Her taşınmada evlerin boyu ve ömrü kısalıyormuş. Genelde 12 yıl dayanan kulübelerde orta direk yok. İçerde ocak yakıldığı için tepede bir havalandırma deliği, mutfak ve oda bölümleri var. Misafire verilecek yataklar ayrılmış. Hayvanlar evin kapıya yakın bölümünde aileyle yaşayabiliyor, bu onları vahşi hayvan saldırılarından ve soğuktan korumak için önemli. Keçi ve kümes hayvanları gördük. Kulübelerinin etrafında kendi tüketimleri için küçük bahçeler oluşturmuşlar. Sebze, baharat, tütün, mısır, sorgum, kahve yetiştiriyorlar. Ağaçlara yerleştirdikleri silindir gibi kovanlarda bal üretiyorlar. Her aile ortalama 6-7 çocuk sahibi. Büyük çocuk evlendiğinde 6 ay ailesiyle yaşıyor sonra kendi evine geçiyor.
EVLERDE ELEKTRİK VE SU YOK
Köyde elektrik yok ama jeneratör var. Küçücük köy ama köyün bir reisi var. Sorun çıktığında köy ihtiyar heyeti söz sahibi oluyor. Taraflar arasında anlaşma sağlanınca aynı kalabastan içki içiyorlarmış. Kalabas su kabağından yapılmış, üzerinde değişik desenler olan saplı bir kap. İçkileri sert ama tatlı, bal varmış içinde. Bir tahıl türü olan sorgumdan yapılıyormuş. Kadeh kaldıran “şerefe” dercesine uzunca bir “yo yo yooooo” diyor. Buna karşılık şerefine kadeh kaldırılanlar da upuzun bir “yoooo” cevabı veriyor.
“Kocho” denilen ince sac ekmeklerinin nasıl yapıldığını gösterdiler. Enset ağacından kalın ve etli bir dalı kesip, ortasından bölüp, üst kısmından bir ağaca sabitliyorlar. Sonra bu kesiti metal tarak gibi bir aletle yukardan aşağı sadece lifler kalana kadar sıyırıyorlar. Püremsi bir yığın elde ediyorlar. Bunu yeşil enset yapraklarıyla sarıp, yine enset yapraklarıyla kaplanmış bir çukura gömüyorlar, çukuru yaprakla örtüyorlar. Püre orada haftalarca bekliyor, mayalanıp hamurlaşıyor. Sonra topraktan çıkarılan mayalı püreyi bıçakla iyice kıyıp yoğuruyorlar. Odun ateşinde sac üzerinde ince sac ekmeği gibi pişiriyorlar. Tadı ilginç. Kendi yaptıkları toprak seramik kapları kullanıyorlar. Daldan geriye kalan lifleri halat, sepet, bahçe çitleri, ev yapımında kullanıyorlar. Evlerde su yok, dışarıda tek bir musluk, lavabo ve su kovası gördük. Tuvalet bahçelerin arasında derme çatma bir yer. Çocuklar okula gidiyormuş ama hava şartları ve henüz yapımı süren stabilize yol izin verirse.
GEÇİMİN KAYNAĞI BÜYÜK ORANDA TURİZM
Dorze halkı Ortodoks Hıristiyan, Hıristiyanlık öncesi animist inançlarını da terk etmemişler. Her şeyin yaratıcısı Tawa’ya, her şeyin bir ruhu olduğuna inanıyorlar.
Büyük emekle yaptıkları dokumalarını, yabani yemişlerle yaptıkları kolyelerini gösterdiler. Danslarını izledik, şarkılarını dinledik. Köy, geçimini büyük oranda turizmden sağlıyor. Köyü ziyaret etmek için tur şirketleri kanalıyla köy reisine bir ücret ödeniyor. Bireysel alışverişlerle de köye katkı yapılıyor. Küçük bir halk grubunun günlük yaşantısını bir tiyatro sahnesiymişçesine izledik, köyden ayrıldık. Tabii bu sahnedeki yoksulluğu, geleneksel yaşamın ağırlığını ve kadınların bu yükü neredeyse tek başlarına omuzladığını görmemek imkânsız. Dorze halkının kadınlarında sünnet geleneğinin olmaması büyük teselli. Boncuk gözlü, güzel gülüşlü çocukların geleceği aydınlık olsun