ABD İngilizcesi ile konuşuyormuş gibi yapmak
Dilci değilim; dil aileleri vb. gibi yayınlarımda kullandığım bazı bilgiler dışında dillere, oluşumlarına dair genel bir fikrim bile yoktur. Yani bu metni benim kaleme almam, aslında uygun da düşmüyor. Ama herkesin diline dolanan ve farkına bile varmaksızın kullandığı “tercüme” cümle ve deyişler o kadar arttı ki... Buna ek olarak, işi bilen uzmanlardan “güzel Türkçemiz”, “dilimizi koruyalım”, “arındıralım” vesaire dışında konulara müdahale edecek seviyede yüksek tondan itirazlar da gelmediği için, böylesi bir yazıyı kaleme almak zorunlu oldu. Konuya ilişkin olarak görüşlerimi şöyle sıralamak istiyorum:
ANLATIM ZAMANI
1950’li yıllardan beri maç anlatımlarıyla büyüyen biri olarak en eski Eşref Şefik ve Sulhi Garan’dan itibaren, Orhan Ayhan ve Halit Kıvanç isimlerini de dinledim, bilirim. O tarihlerde maçlar Türkçedeki “di”li geçmiş olarak bildiğimiz zaman kipiyle anlatılırdı: Sert vurdu, taca attı, veya gol oldu gibi. (Yani “... şimdi Rıza Kadir’den gelen topu orta sahanın rakip yarı alana bakan bölümünde, santra yuvarlağının 8-10 metre kadar ilerisinde sağ tarafta sağ ayağının içiyle şöyle bir durdurdu; kafasını kaldırdı, etrafına şöyle bir baktı ve topu kendisine doğru gelen arkadaşı Şifo Mehmet’e aktardı” örneğindeki gibi).
Anlatımlarda, herhangi bir olayımız radyodan duyabileceğimiz veya bugünkü televizyon çağında da görebileceğimiz o anın “hemen öncesi”nde gerçekleştiği için böyleydi. Hiçbir göz veya dudak olup-bitmiş bir olayı, şimdiki veya geniş zamanlı göremez ve öylesi bir ifadeyle anlatamaz. Mantıklı olan da budur. (Ayrıca hatırlatmak gerekir ki, Hind-Avrupa dil ailesindeki “zaman”larla Altaikler birbirine izdüşümlü olmayabilir, birebir uyuşmayabilir de).
Ama bugünkü anlatım tarzı, bizim “şimdiki zaman” dediğimiz, ama üçüncü şahıslar (meselâ futbolcular) için kullanıldığında, İngilizce’deki kelimenin (fiilin) sonuna (s) harfi eklenerek söylenmesi gibi bir çeşit “geniş zaman”a da tekabül eden forma bürünmektedir:
Vuruyor, koşuyor, atıyor, vb gibi... Daha da anlamsızı, yani zihinlerimizde yanılsamaya, zaman kaymasına yol açan şekli, “gol oluyor” denmesidir...
Gol, ne zaman olmuştur; top, gol olma yolunda mıdır, birkaç saniye (dakika, saat) içinde mi olacaktır, yoksa spiker bunu söylediği anda zaten olmuş mudur?
Çünkü biliriz ki birinci tekil şahıs olarak Türkçede geliyorum dediğimiz zaman, “yola çıktım; yoldayım” demiş oluruz. (Oysa geldim demek, meselâ tam o anda kapıdan içeri girdim demektir). Bu nedenle de “topu onsekize doğru sürüyor” ifadesi uygun düşse de, kaleye çekilen bir şuta “vuruyor” veya “golü atıyor” demek abuktur.
ABD İNGİLİZCESİ
Gerçekten, inanılmaz, vb, şekilleriyle sürekli duyduğumuz ABD İngilizcesinden tercüme kelimeler ortalığı kaplamıştır. Bu türden vurguların, her türden yalan ve inançsızlığın ortalığı kapladığı Amerika’da reklam filmleriyle falan olsa gerektir bilinçli bir şekilde yaygınlaş(tırıl)ması normaldir. Biz de aynı durumdayız diyenler için söyleyecek sözüm yok; ama ben umutsuzlardan değilim. Dolayısıyla, bir şeyin doğruluğunu, belirtmek için sürekli “gerçekten” demek zorunda hissetmedim, hissetmiyorum. Tabii ki muhatabımın da söylediklerime “ aaa, inanılmaaaz” diye gözlerini açmasını beklemiyorum.
Ayrıca, özellikle TV haber programcılarının spikerlere dayattığı anlaşılan bir “toplantı gerçekleştir(il)di” söylemi var ki, Türkçedeki yapıldı, edildi, veya düzenlendi kelimelerinin yasaklandığını, ya da hiç var olmadığını düşündürüyor. (Yani, bu gerçekleşti yokken biz ne kullanıyorduk diye beni bir dert sarıyor; Allahtan bu gerçekler geldi de Türkçemiz kurtuldu diyesim geliyor.) Hemen belirtmek zorundayım: Aydınlık gazetesi ve Ulusal Kanal da bu tür terminolojiyi ısrarla kullananlar arasındadır.
TÜRKÇE TAKLİDİ
İsterseniz bu ifadelerden çok daha fazla “tercüme Türkçe” konuşma ve yazışma bulabilirsiniz. (Söz gelişi “karar almak/vermek farklılığı gibi). Bizdeki Amerikanca konuşma, “Gök kubbe altında söylenmemiş söz yoktur” saptaması yapan atasözüne sahip Türklere öncelikle dayatılan “Ben her zaman söylerim” veya “ben hep söylemişimdir” vurgusuyla başladı; yani önce bu söylem devreye sokuldu. Kendini dünyanın merkezine oturtan egosantrizmle yüklü bu ifade, öncelikle Batı hayranı entel-dantel çevrenin alıp kabul etmesiyle kendine yer buldu. (Ama en çok dinci çevrelerin hoşuna gittiğine de tanığım). Açtığı gedikten de, yukarıdan beri saydığımız zaman kaydıran, güven sorgulayan, kurgusu bozuk, bize ait olmayan, tamamen suni kavram ve kelimeler dilimize yumuşak yumuşak doluştu; ruhumuz bile duymadı...
Demek ki günümüzdeki öncelik, Türkçeyi yabancı kelimelerden arındırmak değil, yabancı kavramların, kelimelerin Türkçe taklidi yaparak dilimize nüfuz etmesini önlemektir.
Bilgililere, ilgililere arz ederim.