02 Ocak 2025 Perşembe
İstanbul 10°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Adnan Adıvar Büyük bir bilgin ve asil bir insan

Dünya çapında önemli bilim insanlarından Prof. Dr. George Sarton, Adıvar’ı şöyle tanımlıyor: ‘Eski Türk kültürünün en iyi taraflarını alıkoymak ve onu Batı kültürünün en iyi taraflarıyla kaynaştırmak emelindeydi. Bu güzel ama ulaşılmaz bir hülyaydı.’

Adnan Adıvar Büyük bir bilgin ve asil bir insan
Halide Edip Adıvar - Adnan Adıvar
A+ A-
FEYZİYE ÖZBERK

1 Temmuz 1955, Cumhuriyet döneminin ilk Sağlık Bakanı ve önemli bir bilim tarihçisi olan Dr. Adnan Adıvar’ın yaşamını kaybettiği gün. Adnan Adıvar, ülkemizin hem siyasi yaşamında, hem de bilim alanında iz bırakan değerlerindendir. Ayrıca Adnan Adıvar, işgalcilerin, işbirlikçisi hükümetin, gıyaplarında idama mahkûm ettiği önder nitelikli yedi kişiden biridir. O, Kurtuluş Savaşı’nın cesaret gerektiren, en zor yıllarında, Mustafa Kemal’le birlikte omuz omuza mücadele ediyor. Ama devrimin engebeli yollarında Mustafa Kemal’le birlikte yürüyemiyor. Kendi isteğiyle eşiyle birlikte yurt dışına çıkıyor. Yurt dışındayken Türk Devrimi’ne ilişkin en küçük bir eleştiri yapmıyor. Aksine ziyaretine gelip, Türkiye ve rejim aleyhine konuşmaya kalkışanlara izin vermiyor.

MUTLAK İNTİHAR EDECEKTİ

Adnan Adıvar, sanırım devrimci bir hükümete karşı muhalif bir merkez oluşturmayı doğru bulmuyor. Eşinin kalın bağırsak-safra kesesi hastalığının tedavisini yaptırmak amacıyla 1926’da, önce Viyana ve Karlsbad’a, tedaviden sonra da İngiltere’ye gidiyor. Bu dönemin, Adıvar için kendisiyle hesaplaştığı çok zor günler olduğunu Halide Edip’in anlatımı apaçık ortaya koyuyor: “Eğer, yanında, ağır bir hasta bulunmasa, ona karşı bilhassa bir doktor olarak kendince mukaddes olan bir vazifesi bulunmasa, mutlak o günlerde intihar edecekti. Adnan pencerenin önünde, uzun ve rahat bir şezlongda, gözleri nereye çevrilmiş olursa olsun, nazarları kendi ruhuna bakarak saatlerce otururdu.” O, çok sevdiği okuma, özellikle de felsefe ve bilim konularındaki okuma ve araştırmalarla bu buhranlı günlerin üstesinden gelmeyi başarıyor. Bu çalışmanın ürünlerinden olan “Tarih Boyunca İlim ve Din” (İstanbul, 1944) adlı iki ciltlik değerli kitabının önsözünde; “Artık okumak ve okuduğumu düşünmek, nice acı günleri bana tatlı kıldı.” diye yazıyor.

KURTULUŞ KAYALI’NIN DEĞERLENDİRMESİ

Adıvar, 1926’dan sonra felsefeye ve bilim tarihi araştırmalarına yöneliyor. Yetenekleri ve tutkulu çalışması, onun bu yolla da ülkesine değerli eserler kazandırmasıyla sonuçlanıyor. Kurtuluş Kayalı’nın bu sürece ilişkin değerlendirmesi şöyle:

“Adıvar’ın düşünce adamı olarak önemini, yurt dışında yaşadığı entelektüel süreç belirlemiştir. Türkiye’deyken sürdürdüğü muhalif siyasal uğraşa ve benimsediği eleştirel tutuma karşın Cumhuriyet’in getirdiği değişiklikler konusunda olumsuz düşünceler belirtmemiştir. Temelde bunların yapılış biçimine eleştirel bakmıştır. Tepkisi, eşi Halide Edib’in tepkisiyle kıyas edildiğinde de sınırlıdır. 1926 yılında İzmir’de Mustafa Kemal’e karşı düzenlenen suikast girişiminden tüm Terakkîperver Cumhuriyet Fırkası üyeleriyle birlikte sorumlu tutulur, gıyabında yargılanır, beraat eder. O, tutumunu değiştirmez, tepkiselliğe yönelmez.”

YAŞAMI

Dr. Adıvar’ı yazılı kaynaklar dışında onu yakından tanıyan iki kişiden dinledim. Biri Vedat Günyol; diğeri Ömer Sayar. Ömer Sayar, Adnan Bey’e “büyükbaba” diyen, biyolojik olarak Halide Edip’in torunu.

Abdülhak Adnan Adıvar, babasının kadı vekili olduğu Gelibolu’da 1882 yılında doğmuş. Babası oğluna ilk Türkçe, Arapça, Farsça derslerini vermiş. Adıvar, ikisi kız, ikisi erkek olan dört kardeşin en küçüğüdür. Daha sekiz yaşındayken babasını kaybeder. Kişiliğinin oluşumunda, güçlü bir kadın olan annesinin etkisi önemlidir. Adnan Adıvar, annesini taparcasına sayar ve sever.

Adıvar, İstanbul’da mahalle mektebini, daha sonra da Vefa Lisesi’ni bitirir. 1899’da Mülkiye Tıbbiyesi’ne girer; aynı günlerde, önce Tarik sonra da İkdam gazetelerinde yazmaya başlar. Ölümünden bir gün önceye kadar da yazmaya devam eder. 1905’te tıbbiyeyi bitirir. Aldığı tıp eğitimini yetersiz bulduğu için uzmanlık eğitimini Avrupa’da yapmak ister; bir arkadaşıyla birlikte Paris’e kaçar, oradan Zürih’e geçer. Zürih’te tanınmış bir sosyalist, gerekli kanuni işlemlerin yapılmasını sağlar. Böylece Adnan Bey, üniversiteye devam hakkını kazanır. Bir yıl sonra Almanya’ya geçer. Berlin Tıp Fakültesi’nde iç hastalıklar uzmanı Profesör Friedrich Kraus’un asistanı olur.

Meşrutiyetin ilanı üzerine 1909’da İstanbul’a döner. Tıp fakültesinde poliklinik şefliği ve müdürlüğü görevlerini yapar, “Genel Hastalıklar” dersini okutur.

İttihat ve Terakki Fırkası’na üye olmamıştır. Parti’nin hürriyetsever idealist unsurlarını destekler, ama yeri geldiğinde de eleştirir, karşı çıkar.

İtalya’nın Trablusgarp’a saldırması ile başlayan savaşta, Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin (Kızılay) müfettişi olarak savaş alanına gider. Savaş dönüşünde bu cemiyetin genel sekreterliğine atanır. Birinci Dünya Savaşı’nda, Sıhhiye Genel Müdürlüğü’ne getirilir. İhtiyat subaylığı hizmetini binbaşı rütbesiyle yapar.

Adıvar, dönemin önde gelen aydınlarından Halide Edip’le 1917’de Bursa’da evlenir. Mütarekenin ilân edilmesinden sonra yapılan seçimde son Meclis-i Mebûsân’a İstanbul mebusu olarak girer. İstanbul’un işgali ve Meclis’in kapatılması üzerine, 1920 yılında eşi ile birlikte Anadolu’ya geçer.

KURTULUŞ SAVAŞI’NA KATILMASI

Halide Edip, o günleri şöyle anlatıyor: “…Başta Mustafa Kemal’in bulunduğu yedi kişilik idam listesi henüz ilân edilmiş değildi. Fakat onların yerini haber verenlere beş yüz İngiliz lirası vaat edilmişti. Bundan başka da İstiklâl Mücadelesi’ne karışanlara yardım edeceklerin idam edileceği, işgal kuvvetleri kumandanının imzası ile idam kelimesi büyük harflerle yazılı olarak bütün sokaklara asılmıştı. Bu vaziyette Anadolu’ya geçmek İstanbul’da saklanmaktan daha çok tehlikeliydi. Fakat Türk milletinin bu en büyük izzet-i nefis yarası, milletin kolektif hürriyet savaşı idi. Bu onu, hiç tereddüt etmeden İstanbul’dan harekete ve tarihimizin bu mukaddes savaşına açıktan açığa iltihaka sevk etti.” 

Adıvar hoca kıyafetiyle, eşi de çarşaf giyerek evlerinden ayrılırlar. Vapurda Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nde birlikte çalıştıkları bir Ermeni vatandaşı Adnan Bey’i tanır ama (ismi bilinmeyen) bu değerli insan, beş yüz İngiliz lirasına da, işgal kuvvetlerinin gözüne girme olanağına da sırt çevirir.

MUSTAFA KEMAL’LE OMUZ OMUZA

Mustafa Kemal Paşa, Adnan Bey’i ve eşini Ankara garında karşılar. Onlar, Cumhuriyet’in ilanına kadar el ele, omuz omuza mücadele ederler. Hem Mustafa Kemal’in hem de Adnan Bey’in kişiliklerini birçok sözden daha iyi betimleyen bir anıyı Ahmet Ateş aktarıyor: Sakarya Savaşı’ndan kısa süre önce, düşmanın süratle ilerlediği haberi gelir. Atatürk’ün cepheye gitmesi zorunludur. O gün attan düşen Atatürk’ün kaburga kemiği kırılır, trenle Ankara’ya geri döner. Doktorlar tedavi edilmesinin zorunlu olduğunu, cepheye dönmemesi gerektiğini söylerler.

Atatürk, “Adnan Bey, bir de sen bak.” der. Adıvar, kısa bir kontrolden sonra “Yarın gidebilirsiniz Paşam.” der. Kemikleri sıkıca sarıldıktan ve bir gecelik dinlenmeden sonra Atatürk cepheye gider, ordumuz telafisi olanaksız; çok tecrübeli bir kumandan eksikliğinden kurtulur.

Ahmet Ateş, Adıvar’a bu karara nasıl cesaret ettiğini sorduğu zaman şu cevabı alır: “Diğer doktorlar Atatürk’ün bünyesini normal insanların bünyesi gibi kabul ederek doğru hüküm vermişlerdi. Fakat ben onun gözlerindeki iradeye baktım, onun bu arızayı kolaylıkla yeneceğini anladım ve görüyorsun ki netice bana hak vermiştir.

İstanbul Milletvekili olarak Meclis’e giren Adnan Bey, Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nde, bir yıl süreyle Sağlık Bakanı ve İçişleri Bakan vekilliği görevlerini yürütür. BMM Hükümeti’nin başı, Meclis Reisi’dir. Reis, Mustafa Kemal’dir. Adıvar, ikinci dönemde, Meclis Reis Vekili seçilir. Mustafa Kemal Paşa çok meşguldür ya da cephededir, Meclis Başkanlığı fiili olarak Adnan Bey’in omuzlarındadır. Atatürk, çatışmalı celselerde Adnan Bey’in reislik yapmasını ister. O iyi bir yöneticidir. Ayrıca, böylece kendisi serbest kalır ve fikirlerini rahatça savunur. Saltanatın ilgası celselerinde hasta yatan Adnan Bey’in evine giderek onun yönetmesinde ısrar etmiştir. Tüberküloz nedeniyle akşamları, zaman zaman ağzından kan boşanan, fasılasız öksüren, ateşi yükselen Adıvar, her sabah kalkıp Meclis’e gider. Tatil günü olan Cuma sabahları da çevre köylerden kağnılarla getirilen hastalara bakar.

Adnan Adıvar Büyük bir bilgin ve asil bir insan - Resim : 1
Adnan Adıvar

ADNAN ADIVAR: ‘ATATÜRK HAKLIYMIŞ’

Vedat Günyol, Ekim 2003’te, İstanbul’daki evinde kendisiyle yaptığım söyleşide babasından sonra en çok sevdiği insanın Adnan Adıvar olduğunu, Adnan Adıvar’la bir arada, karşı karşıya çalışmanın zevkini hiçbir yerde bulamadığını söylemişti: “Halide Edip ve Adnan Adıvar Türkiye’yi terk ettiler, ‘tepeden inme yasalar getiriliyor’ diye. Atatürk’e karşı cephe alıp bir süre İngiltere ve Fransa’da yaşadılar. Döndükten sonra Adnan Bey İslam Ansiklopedisi’ni çıkarmaya başladı, ben de onun yanında 12 yıl çalıştım. Karşı karşıya oturdum, zamanla onu çok sevdim, en çok sevdiğim tarafı da şu: Bir gün dedi ki; ‘Vedat biz haksızmışız, Atatürk haklıymış’. İşte bu büyük bir itiraf ve büyük bir insanın itirafı...”

Vedat Günyol’un aktardığına göre Orhan Burian’ın yüksek rütbeli bir subay olan ağabeyi sürülmüş. “Böyle bir insan olmasına karşın Orhan Burian, Atatürk’e son derece bağlıydı. Benim de anne tarafından yakınlarım sürüldü, ama Atatürk burada haklıydı. Bu tedbirleri almasaydı hercümerç olacaktı. Kürtçü başkanlar çıkacaktı, Türkiye bölünecekti; paramparça olacaktı. Sevr olacaktı. Ama Lozan oldu, biz bugün Lozan Türkiye’sinde yaşıyoruz. Bu bizim için büyük bir nimettir.”

Türkiye’ye döndüğünde önce siyasi yaşama girmek istemez. Milli Eğitim Bakanı Hasan-Âli Yücel, ona, Tercüme Heyeti’nde ve İslâm Ansiklopedisi’nin Türkçeye çevrilerek yayına hazırlanması çalışmalarında yöneticilik önerir. Bu görevleri kabul eder. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde bir komisyon kurulur. İnsanüstü bir gayretle işe koyulur, çalışma arkadaşlarına da bu duyguyu aşılar. Önce çeviri niteliğinde başlayan çalışma, özgün makalelerle, Adnan Adıvar’ın yazdığı önsözle, geliştirilerek yeniden yazılır. Görevli olduğu dönemde ansiklopedide yer alan her makale, birkaç defa onun dikkatli inceleme ve düzeltisinden geçer.

Hangi koşul ya da nedenle Adnan Adıvar, Mustafa Kemal’e birlikteliğini sürdüremiyor? Bir anlamda Mustafa Kemal’in karşısındaki safa sürükleniyor? Bu soruya, en açıklayıcı yanıtı Hasan-Âli Yücel veriyor. Çünkü bu iki büyük insanı yakından tanıyor, kendi de o devrim mücadelesinin içinde yer alıyor:

“Adnan Adıvar, Türklerin yetiştirdiği mühim adamlardan biriydi. Onu, daha Tıbbiye sıralarındayken siyasete çeken kuvvet, hürriyet aşkı ve istibdat nefreti olmuştu. Bu aşk ve nefret, ömrünün son anlarına kadar sönmeden sürüp gelmiştir. Bilhassa 1950’den önceki yazılarında görülen politika fikirleri, en ziyade fikirde hürriyet anlamı etrafında döner. Fakat bu hürriyet kavramının topluluk hayatının türlü safhalarında nasıl bir sistemin içine girebileceği veya sistemsiz bir rejimde nasıl gerçekleştirileceği hakkında ne kendisiyle görüşmelerimde, ne de siyasi ifadelerinde kesin bir fikre rastlamadım. Merhum bana, ilimde ne kadar yapıcı olmaya müsaitse politikada o kadar itirazcı görünmüştür. Çünkü ruhundaki kuvvetli ‘tenkit’ hassası ve hür, müstakil olma meyli, ilim için yapıcı olmaya sevk ettiği nispette siyasette onu yapıcılıktan alıkoymuştur. İnkılap senelerinde, Doktor, Atatürk’ün toptancı ve kurucu ruhuyla bağdaşamamış hissini verir.”

Dünya çapında önemli bilim insanlarından Prof. Dr. George Sarton’ın sözleri de hem Adnan Adıvar’ın değerini hem de bir dönem neden Ata’mızla farklı davrandığını anlatıyor:

“Dostumun eserlerinden Osmanlı Türklerinde İlim, Tarih Boyunca İlim ve Din, bu iki eser onun adını ölümsüzleştirmeye elverir. Bunlar yalnız kendine değil, son derece sevdiği yurduna da şeref veren eserlerdir. Dr. Adnan, siyasetten hiç bahsetmezdi. Ama modernleşmenin hızı, onu biraz yıldırmış görünüyordu. Eski Türk kültürünün en iyi taraflarını alıkoymak ve onu Batı kültürünün en iyi taraflarıyla kaynaştırmak emelindeydi. Bu güzel ama ulaşılmaz bir hülyaydı. Dr. Adnan Adıvar büyük bir bilgin ve asil bir insandı. Nazik ve hoşgörücüydü. Başkalarını kötülediğini hiç duymadım.”

MUSTAFA KEMAL’İN FARKI NEYDİ?

Mustafa Kemal’in birlikte mücadeleye girdiği değerli bazı aydınlardan farkı neydi? Bu soruya verilecek ikna edici pek çok yanıt olabilir. Bence en önemlisi; Atatürk’ün en yoksul, en ezilen kesim başta olmak üzere halkını, ülkesini çok seviyor olmasıdır. Kendi kaderini onlarınkiyle birleştirmişti. Her soruna, onları dikkate alarak karar veriyordu. Sırtında genç Cumhuriyet’in ve tüm milletin sorumluluğunu taşıyordu. Bunu tehlikeye atamazdı.

Mustafa Kemal, geniş kültürel, siyasi birikimiyle siyasi ve ekonomik bağımsızlığı olmayan bir ülkenin kalkınamayacağını biliyordu. Bunu sağlamanın yolu Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi milletin bütününe dayanmaktı. Onu, bütünlüğünü koruyarak özgürleştirmek ve zenginleştirmekti.

Sanırım Adnan Adıvar, Atatürk’ün bütüncül yani halkın bir kesiminin değil, bütününün yararını önceleyen politikasını anlayamamıştı. Emperyalistlere karşı verilen bir ölüm-kalım savaşından yeni çıkmış ülkede, ilk adımda yapılması gereken en önemli şey kazanılan bağımsızlığın korunması, yaşatılması ve güçlendirilmesiydi. Emperyalistlere ve onların her çatlaktan sızmayı başaran işbirlikçilerine, her istediklerini yapmalarını sağlayacak özgürlüklerin tanınması değil.

Her dönemi değerlendirirken doğru soruları sormak bize nesnel bir değerlendirme olanağı veriyor. Sanırım en ufuk açıcı sorular: kim için, ne için olmalı. Atatürk döneminde kim için demokrasi vardı? O yıllarda toplumun en yoksul, en ezilen kesimi köylülerdi. İşte onların baştacı olmaları gerektiği açıklandı. Köylülerin ve halkın, başta en büyük ağa (padişah) olmak üzere ağaların kulu olmasına son verildi. Mali durumu çok sıkıntılı olmasına karşın genç Cumhuriyet, tarımdan alınan Aşar vergisini kaldırdı.

En önemlisi de “Altı Ok”la ifade edilen ilkelerdir. Bu ilkeler, ekonomik ve kültürel olarak bütüncül kalkınmayı hedefleyen; yani tüm milletin yararını gözeten politikaların formüle edilmesi ve Anayasa’ya yazılmasıdır. Atatürk’ün bizzat yaptığı değişiklikle, 1937 yılı Anayasası’nın 2. Maddesi şöyle formüle edilmişti: “Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimcidir.”

İnsanlar için en temel özgürlük, onurunu koruyarak, daha iyi koşullarda yaşamaktır. Siyasi ve ekonomik bağımsızlığı olmayan bir ülkede hiç kimse için bu hakkın garantisi yoktur. Bu nedenle atılan her adımla öncelikle vatanın bağımsızlığı korunmalı, güçlendirilmelidir. Ancak tam bağımsız bir vatanda, ekonomi güçlenir; tüm haklar ve özgürlükler filizlenir, boy atar.

Amerika’nın ve diğer emperyalistlerin “demokrasi getirdiği” Irak, Libya ve Suriye’de yaşananlar bize, ne yapmamız gerektiğini, bedeli çok acı olsa da gösteriyor. Ayağını bu ülkenin toprağına basan tüm güçler birleşmeli ve öncelikle emperyalizmi alt etmeyi başarmalıdır. 

KAYNAKLAR

1) Doktor Abdülhak Adnan Adıvar, Halide Edib Adıvar, Ahmet Halit Yaşaroğlu, İstanbul, 1956.

2) Denemeler / Abdülhak Adnan Adıvar, Derleyen: Remzi Demir, Epos, Ankara, 2003.

3) Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt 3, Modernleşme ve Batıcılık, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s. 36.

Son Dakika Haberleri adnan adıvar