Ahmet Coşkunaydın'la yazılı basını konuştuk: Kes yapıştırla olmaz insanların içinde gezinin
COŞKUNAYDIN mesleğin kıdemlilerinden. Çocukken sırtına gazete alıp satarmış. Dijital medya tartışmalarını sorduğumuz Coşkunaydın, “İnternet siteleri çığır açtı. Ama kes yapıştır gazeteciliğine dönüştü. Yazılı basın bitmeyecektir fakat insanların içinde olmak lazım.” dedi.
Gazeteciliğe Babıali yokuşunda, Haldun Simavi ekolünde başlamış. Ama ilk hevesi, taa çocukluk yıllarına dayanıyor. Almanya’ya gidince Almanca, Rusya’ya gidince Rusça, eğer Libya’daysa Arapça konuşuyor. İngilizceyi, Fatih’te turistlerin peşinde koşarken merak edip öğrenmeye başladığında daha 10 yaşında. Görmediği ülke kalmış mı? Sanmıyor, belki bir ikisini atlamış olabilir. Ha, bir de üniversite konusu var ki, diploma sayısıyla rekora koşuyor. Ahmet Coşkunaydın’la sohbetimize buyrun siz de katılın. Biraz şaşıracak, biraz da gıpta edeceksiniz.
GAZETECİ ÇOCUK
- Gazetecilik nasıl başladı? Eczacı diplomasıyla Babıali’de ne işiniz vardı?
Ben çocukken, Fatih’te, sırtına gazete alıp satan çocuklar arasındaydım. Mahallede 5-6 arkadaş gece yarısı 2’de 3’te uyanıp, yürüyerek Cağaloğlu’na gidip, gazete alıp sabah 5’te, 6’da ‘gazete gazetee' diye satardık. Gazete kokusuna o yıllarda alıştım. 11-12 yaşlarımızdaydık. Bize eğlence oluyordu, para da kazanıyorduk. Gazete 25 kuruştu, biz 20 kuruşunu alıyorduk. Sırtımızdaki gazeteleri satıp da ağırlık azalınca çok mutlu oluyorduk. Yük taşımaktan kurtulduğumuz için… En çok kazandığımız para ile, yarım kilo kıyma alır eve getirirdik.
- O zamanlar gazeteci olmayı düşündünüz mü? Sattığınız gazeteleri okur muydunuz?
Tabi. Daha geriye gidelim. Ben 7-8 yaşındayken babam beni bir şey almaya bakkala yolladığında, artan parayla mutlaka bir gazete alırdım. Evde sonuna kadar o gazeteyi okurdum. İnanılmaz bir okuma merakım vardı, babam kızmazdı. Hatta okumam için kendisi getirir bana verirdi.
- Baba okur yazar mı?
Okur yazardı sadece, ama kendisi okuyamamış. Bizim okumamız için çok gayret gösteren bir babaydı. Sevdiğim gazete Cumhuriyet oldu.
KULELİ LİSESİ VE FATİH’İN EFSANESİ
- Tam da Menderes yılları… Muhalifsiniz herhalde?
Siyasi gelişmeleri çok rahat izliyordum. Akrabalardan subaylar vardı. Liseye giden parmakla gösterilirdi. Sonra da yedek subay olduysa, daha da ilgi çekerdi. O itibarla Kuleli Askeri Lisesi’ne girdim. Bir yandan da yabancı dil merakım vardı. Babama geldim, İngilizce öğrenmek istiyorum, dedim. Ailenin örnek kişisi, İTÜ’de okumuş Oktay abi vardı, ondan ders almaya başladım. Turistin binde bir görüldüğü günler… Bir turist gördüm, onlara anlatmaya başladım. Turist gezdiriyorum, cami isimleri, ne zaman yapıldı, anlatıyorum. İngilizce pratik yapıp dili geliştireceğiz. Fatih’te efsane oldum.
- Bir de eczacılık var serde… O nasıl sıkıştı Kuleli’yle gazetecilik arasına?
Çok saygın bir meslek, ama hiç sevmedim. Çünkü zoraki eczacı olduruldum! Doktor olmayı istiyordum ve tıp fakültelerini kazandım. Ama askeri lise, ihtiyaca göre bizi yönlendirdi. Tıp fakültesine kayıt için gittim, beni Eczacılık Fakültesi’ne kaydettiler. Çünkü o yıl eczacılık daha yüksek puan istiyordu, oraya girersem listede benim altımdaki isimlere tıp fakültesinde yer açılacaktı. Askeri öğrenci olarak benimle beraber 4 arkadaşı eczacılık fakültesine aldılar.
GAZETECİLİK OKULUNDAKİ ECZACI
- Eczacı olarak mı hayata atıldınız? Gazetecilik ne zaman gelecek?
Gülhane Tıp Akademisi’nde göreve başladım, ama eczacı olmak istemiyorum. O sıralar, İstanbul Üniversitesi (İÜ) ilk kez Gazetecilik Enstitüsü sınavları açtı, üniversite mezunu olan herkese açıktı. Her bölümden başvuru kabuldü. Başvurdum. İngilizce, kompozisyon vb sınavlarından 25 kişi geçti, Eczacılıktan gelen tek kişi bendim. Bir eczacı kanunlardan, anayasadan ne anlar, diye önce beni küçümsediler. Zamanla kimsenin cevap veremediği sorulara yanıt verir hale geldim, barıştık.
- Sonra gazetecilik… Hemen iş buldunuz mu?
Enstitü iki yılda bitti, Cumhuriyet’e başvurdum ama işe giremedim. Almanya’da Erlingen Üniversitesi’nde siyasal bilgilere kabul edildim, ama maddi olarak devam etmek olanağı bulamadım, Türkiye’ye döndüm. Bir dönem de Libya’ya gittim, orada eczacılık yaptım.
- İngilizce üstüne Almanca eklediniz…
Arapçam ve çok az da olsa Rusçam var.
KULELİ’DE RUSÇA DERS
- Aa, Rusça da eklendi! O kadar dili nerede öğrendiniz?
Arapçayı Libya’da öğrendim. Almanca’yı Almanya’da. Rusça’yı da Kuleli Askeri Lisesi’nde öğrendim. Lisede yaklaşık 200 yıldan bu yana Rusça eğitimi var. Kamuoyu çok fazla bilmez. Harp Okullarında 1800’lü yıllardan itibaren Rusça var. Yaz tatillerinde Rusça bir kitap aldım, gece yarılarına kadar çalıştım. Okul açıldı, okul idaresine dilekçeyle başvurdum, seçmeli ders ötesinde Rusça bölümünü istedim, ilerlettim.
- Almanya dönüşünden devam edelim…
Günaydın gazetesinin ekonomi bölümüne girdim. Yurtdışına bir gazeteci gönderileceği zaman dil avantajıyla hep ön plana çıktım. Daha sonra Sabah gazetesi çıkınca, Günaydın’ın ana kadrosu Sabah’a geçti, Salahattin Duman beni de davet etti. Günaydın’ın başında Haldun Simavi var, beni bırakmak istemiyor. Çok saygı duyarım, gazeteciliği ondan öğrendim.
- Haldun bey nasıl bir gazete patronuydu?
Bana gazetenin ekonomi müdürlüğünü verdi. Müthiş bir prestij! Haldun bey beni toplantılara almaya başladı ki, o masada olmak bir kademe atlamak demekti. Sonraki pek çok genel yayın yönetmeni o masadan yetişmiştir. Hasan Cemal, Mehmet Barlas… Ben de o masadayım, çok gurur duyuyorum. Bir gün o dönemde hiç olmamış bir olay yaşandı. Dönemin Genelkurmay Başkanı, Rusya’ya resmi bir ziyarette bulunacak.
RUSYA YOLLARI AÇILDI
- Yıl?
1985.
- Sovyetler Birliği dağılmadan önce, zordu herhalde gidiş gelişler?
Hiç alışılmadık bir ziyaret! O güne kadar hep Sovyetler ve komünizm karşıtlığı vardı. Haldun Bey, sen git, dedi. Devlet kuşu kondu başıma! Bana uzaya git dese gideceğim. Ama Rusya vize vermedi! Atlayıp Ankara’ya gittim, rahmetli Adnan Kahveci’ye başvurdum, başbakanlık danışmanıydı. Bir telefon açtı, seni bekliyorlar, dedi. Koşa koşa gittim, vizeyi verdiler. Ama gazetecilik yapmayacaksın, dediler. Vize cebimdeydi, yapacağım, dedim.
- Sadece resmi ziyareti mi izlediniz?
Sokakta röportajlar yaptım, günlük yaşamdan insanlarla konuştum. Rusya kapalı kutuydu, dizi halinde günlük yaşam röportajları yayımladık. Bu başarıdan sonra Haldun bey, ‘Dışarı git, nereye istersen git, ama haber getir’ dedi.
ÖZAL 45 DAKİKA KAPIDA BEKLEDİ
- 71 ve 80 Amerikancı askeri darbeleri yaşadınız. O dönemki gazetecilikle bugünü karşılaştırır mısınız?
İlkinde askeri öğrenciydim, ikincide gazeteci. 12 Eylül’de sabah gazeteye gelince bir ölüm sessizliği. ‘Nedir sorun’ diye sorunca ‘Sıkıyönetim telefon açtı, gazeteyi süresiz kapattı!’ yanıtı... Herkes, acaba benim sorumluluğum var mı, diye endişeliydi. Özal’ın seçildiği seçime kapalı girdik. Haldun Bey, ‘Bunlar da geçer’ diyordu, geçti de. Bakanlar, Haldun Bey’den randevu alabilmek için kimleri araya sokardı! Kimseyle görüşmezdi, ‘Benim ne işim var bakanla’, derdi. Ben kaç bakanı, kapısının önünde elleri bağlı göbeğinin üstünde, içeri alınmak için beklerken gördüm.
- Bildik isimler var mı?
Bizzat şahidim. Turgut Özal başbakan seçildikten sonra Babıali patronlarına teşekkür etmek üzere bir tur yaptı. Haldun Bey’e gelecek, ama Haldun Bey, ben görüşmem, dedi. İnanın 45 dakika Genel Müdürün odasında Özal’ı bekletti! Başbakan olduktan sonra yaptı bunu! Haldun Bey’in odasına geliyor gidiyorlar, rica ediyorlar…
- Sonuç? Geri mi döndü Özal?
Haldun Bey, nihayet indi, 3 dakika kahve içtiler, o kadar.
- Herkese karşı mı böyleydi?
Bir olay daha vardı konuşuluyordu…. Kenan Evren köşke yemeğe davet ediyor, Haldun Bey’in cevabı, "Benim evimde yemek pişiyor". Bu da bir efsanedir! Bir konu daha var. Selahattin Duman’ı bir bakan tehdit etmiş. Semra Özal’ın çantasını taşıdığı için bir bakana ‘çantacı bakan’ diye isim taktığını duymuş. Seni işten attıracağım, diye gürlemiş. Selahattin, bunu Haldun bey’e söyledi, hakkımda şikayet gelecekmiş, işten attıracakmış, dedi. Cevap şu oldu: Oğlum benim kimseye karşı borcum yok, bir minnetim yok! Bir alışım yok, verişim yok! Yazın bildiğiniz gibi!
BİR KİŞİYE 17 ARABA ÇIKTI
- Günaydın dönemini nasıl tanımlarsınız?
Haldun bey, gazetede sokaktaki adamın temsilcisiydi. Onun sorunlarını, geçim derdini ifade ediyordu. Okurlar da o insanlardı. Mesela Arnavutluk lideri öldüğünde geniş haber yaptırdı. Çünkü Arnavut kökenli çok nüfus var, dediğini hatırlıyorum. Komünist diye gizlemedi.
- El değiştirince ne oldu?
Asil Nadir gazeteyi aldı. O gün Kıbrıs’taydım, satıştan sonra Asil Nadir’le Kıbrıs’ta karşılaştık. Gazete nasıl gidiyor, diye bana sordu. Ne kadar hatalı! Ne kadar ilgisiz! Yağmalanıyordu gazete, haberi yoktu. Bu arada tirajı da düşüyordu.
- Promosyon dönemi o sırada başladı değil mi?
Tabi, promosyonla sıçrama yapıldı. Hatta bir keresinde bir kişiye 17 otomobil çıktı!
- Aldı mı hepsini?
Çıkıyor, ama onları alabilmek için en az 5-6 otomobil parasını nakit olarak vergi yatırması gerekiyor! Adam kavga ediyor, ben bu parayı nasıl bulacağım, diye! Sonra promosyon furyası başladı. Reis Çelik (yönetmen), sokakta gazete kulübesine geliyor, bugün hangi gazete ne veriyor, diye çekim yapıyordu. Gazete satışını artıracak bir önerim var, denmişti: Her gazete alana 5 lira hediye et! O hale gelmişti!
İŞ BAĞLAMA ARACI GAZETELER
- Maaş alabiliyor muydunuz?
Aksadı tabi. Sonra kömür sektöründen biri satın aldı ve bir gün Hürriyet manşetinde o haberi okuduk: Bizim gazeteyi alan Bekir Kutmangil öldürüldü! Gazete patronluğunun amaçlarının da değiştiği yıllardı. Protokolde yer alacak, cumhurbaşkanıyla görüşecek. İş bağlama yöntemleri ortaya çıktı. Gazeteciliğin dışındaki adamlar gelince çürüme başladı.
- Gazeteciliğe nasıl devam ettiniz?
Asil Nadir’in son zamanları, 90’lı yıllarda Moskova temsilcisi olarak gitmek için talepte bulunmuştum. Sovyetler Birliği dağılmıştı. Sık sık gidip geliyordum, bir gelişimde işten çıkartıldığımı öğrendim! Dünya gazetesine geçtim, 14 yıl Moskova temsilciliğini yaptım. Star TV, Kanal 6, TV8 temsilcisi oldum, yorumlar yapıyordum. Benden başka Türk basınından temsilci yoktu.
- TRT?
TRT’nin Moskova temsilcisi yoktu, ben de başvurmuştum. Bir gün başvuru dilekçemin üzerinden 2 yıl geçtikten sonra, Meclis Başkanı Bülent Arınç ile bir kahvaltılı toplantıda bir araya geldik. Durumu anlattım, sonucu sordum, bana ‘O dilekçe kaybolmuştur’, dedi. 2008’de geri döndüm.
- FETÖ okullarının Rusya’da cirit attığı dönemdi herhalde…
Moskova büyükelçisi Nabi Şensoy’du. Daha sonra Washington büyükelçiliğine atandı, ABD başkanıyla görüşmeye girerken Başbakan’ı içeri almadılar, o anda kapıda istifa etti! Sonra da hiç kimseyle görüşmedi! Moskova’da bizimle sık sık bir araya gelirdi. Melih Gökçek de Moskova’ya gelmişti. Bizden öğrendi geldiğini… Onların devlet içinde devletleri var, gelirler görüşmelerini yapar giderler, demişti.
PEYGAMBERE SEYAHAT DUASI
- Gezginsiniz de?
Gezginlik çok eski. İlkokul 4. Sınıftayım. Sultanahmet caminin mimarını sordu. Mehmet Ağa diye bildim ve bana bir kitap hediye etti. Kitapta Evliya Çelebi’nin hayat hikayesi var. Peygamberi rüyasında görüyor, üç defa ‘şefaat’ diyecekken heyecandan üç defa ‘seyahat’ diyor. Peygamber kabul ediyor ve ‘tamam bol bol seyahat edersin’ diyor. Hikayenin o bölümünden sonra her akşam ‘Peygamber rüyama girse de üç kez seyahat desem, dileyerek uyudum. Bir de eski kitapları okurdum.
- Gezginlik devam mı?
Türkiye Gezginler Derneği Genel Sekreteriyim. Dernek Başkanı Profesör Dr. Orhan Kural’dı, geçen yıl maalesef kaybettik. Kendisinin redaktörlüğünü yaptığı Seferi kitabı yazarları arasında Aydın Boysan, Atila Atasoy, Orhan Kural, Gülten Dayıoğlu, Coşkun Aral ve Nasuh Mahruki gibi isimler bulunuyor. Son hikaye de bana aittir.
GAZETECİ METROYA OTOBÜSE BİNECEK
- Dijital medya, yazılı basını bitirecek mi?
Internet siteleri bir çığır açtı. Dünyanın her yerinden ulaşılabiliyor. Devrim yarattı. Ama sabahtan geliyorlar, kes yapıştır gazeteciliğine dönüştü. Yazılı basın bitmeyecektir. Yazılı basın kendini bitirmek için her şeyi yapıyor. Bitirmemek için emir tekrarı yapmaması lazım. Eleştiriyi gündemine alması gerek. Her söylenen doğrudur yoluyla sonuç alamayız. Bir diğeri de insanların içinde olacaksınız! Bizim dönemimizde, diyelim gazete için bir yere gittik geldik, kahve içiyoruz. Amirlerimiz, ‘Burda oturacağınıza bir kahveye gidin, tavla oynayın. Ordaki konuşulanları dinleyin’ derdi. Gazeteci arabasıyla gezmeyecek. Metroyla, otobüsle gezecek. Insanları görecek, iki kelime edecek. Arabayla gazeteye gelip bilgisayar başına geçtiniz, sonra akşam saatinde çıkıp gideceksiniz. Gazeteci değilsiniz.
DİPLOMA REKORU
- Kaç üniversite bitirdiniz?
60 yaşımdan sonra altıncıyı bitirdim. Altı diplomam var. Eczacılık ve Gülhane Askeri Tıp Akademisi diplomaları hariç. Onlarla birlikte 8 oluyor. Gülhane’de lisansüstü eczacılık diplomam var. Şimdi coğrafya okuyorum. Bu yıl veterinerlik önlisans okuyorum. İÜ’de Bengladeş’in ekonomik kalkınması üzerine tez hazırlıyorum. İki derslik lisansüstü program daha var.
- Konular yakın mı? Hep farklı alanlar mı?
Farklı ilgi alanlarım var. Anadolu Üniversitesi’nde Tarım önlisans, Adalet Önlisans, Dış Ticaret Önlisans, Uluslararası İlişkiler, Kamu Yönetimi, Laborantlık ve Veterinerlik önlisans diplomalarım var. Ayrıca, İstanbul Üniversitesi AUZEF Coğrafya aldım. Her birinden çok yararlandım. Adalet Önlisans, Coğrafya… Herkes almalı.
- Sizinki nasıl bir öğrenme merakı?
Yazarken daha bilgili yazıyor, konuşurken daha bilgili konuşuyorum.