Ajda'dan gelsin: Ya sonra?
Türkiye'nin hızla büyümesi lazım, hızla istihdam yaratması lazım, gelişmiş ülkeler ile arasındaki farkı daha da hızlı kapatması lazım. Neden yılda 8-10'lar seviyesinde, sürdürülebilir olarak büyüyemiyoruz ve düşük seviyede olan çalışan oranımızı artıramıyoruz? Bizim önümüzdeki soru budur
Ekonomi programı da bu hedefe hizmet etmelidir değil mi?
Bu soruyu Sn. Şimşek'e veya Sn. Babacan'a veya liberteryen bir ekonomiste sorsanız, az çok şu cevabı alırsınız: "Yahu sen deli misin? bu seviyelerde büyümek için çok fazla yatırım gerekir, büyük cari açık yaratır, büyük enflasyon yaratır, TL'nin değeri çok düşer, sürdürülemez, borçluluk oranımız çok artar, ekonomik istikrarı sağlayamayız, günün sonunda borçlarımızı ödeyemeyiz, iflas ederiz. Bu hedef belki 1 sene sürdürülebilir, ondan sonra fena gümleriz."
Dikkatinizi çekerim, hiçbiri "yapılamaz, mümkün değil" demez. Yapılmamalı çünkü maliyeti çok yüksek olur, sürdürülemez, ters teper, yanlış yoldur derler.
Aynı ekonomist veya finansçıların önüne hedef olarak "enflasyonu dizginlemek, finansal istikrarı sağlamak" koyarsanız, az çok şöyle bir yol haritası çizerler: Faizleri artıralım, TL değerlensin, iç talebi baskılayalım, ekonomiyi soğutalım, sanayiyi ticareti yavaşlatalım, TL güçleneceği için döviz bazında ekonomi büyümüş gibi gözükür (aslında ekonomik büyüme yerel para ile hesaplanır ve ekonomik büyüme (PPP bazında) yavaşlar, yurtiçinde katma değer üretimi zayıflar) sonucunda enflasyon düşer.
Bugünkü durumumuz bu ikinci senaryodur. Enflasyon dizginleniyor mu? Evet, elbette dizginleniyor ve dizginlenecek. Tefeci faizlerini gören yurtdışındaki para baronları elbette dövizi ülkeye akıtıyorlar. Onların hedefi yurtdışından 7-10% faiz ile borçlanmak, Türk piyasasında reel olarak 30%'lardan fazla getiri elde etmektir. Bugün bunu yapıyorlar. Cari fazla var mı? Elbette oluşur çünkü yurtdışından sımsıcak para giriyor.
Mevcut ekonomi politikası elbette bu şekilde devam etmeyecek, edemez. Muhtemelen Merkez Bankası rezervlerini belirli bir seviyeye getirdikten sonra faizleri kademeli olarak azaltacaklar, rezerv artışı yavaşlatılacak, bu süre boyunca da TL ve USD paritesinin stabil kalması mümkün olacak. O güne geldiğimizde geriye dönüp ne diyeceğiz? Başardık mı? enflasyonu düşürdük mü? Evet başardık. Evet enflasyon düştü... İşte bakın bilmem kaç aydır parite pek artmıyor, fiyat artışları durmuş...Bravossimo. Ya sonra? İşte o gün hep beraber Ajda Pekkan'ın şarkısını söylemeye başlayacağız.
AJDA'DAN GELSİN: YA SONRA?
Nedir derdin söyle diye bir gün bana sormadın,
Bugünün bir de yarını var,
gerçekleri gördüm yeter dedim,
Ya sonra?
mutluyduk belki bugüne kadar
Gidiyor Mister Şimşek sen hoşça kal!
Evet enflasyon bu politika ile düzelir, hiç kimsenin şüphesi yok ama varılan noktada ekonomi hangi denge seviyesinde olacak? Borçluluk ne olacak? Dış Ticaret açığı ne durumda olacak? ve en önemlisi, işsizlik ne seviyede olacak? Kaç tane işyeri iflas etmiş olacak? Türk Sanayisinin rekabetçiliği ne seviyede olacak? Düşük enflasyon sürdürülebilir olacak mı?
O GÜN GELDİĞİNDE...
Ben size söyleyeyim. O gün geldiğinde Türkiye üretim kaslarını hayli kaybetmiş olacak, işsizlik artmış olacak, rekabetçilik birçok sanayi dalında zayıflamış olacak, sanayici ya sermayesini kaybetmiş veya ithalata dönmüş veya şirketi yabancıya satıp paraları yurtdışına aktarmış olacak. Ekonomik büyüme potansiyelinin çok altında olacak. Türkiye'ye jeopolitik güç sağlayan Hariciye teşkilatı bütçesi, savunma sanayi bütçesi gibi stratejik alanlarda enflasyon ile mücadele döneminde zayıflatılmış, kaynakları kesilmiş olacaklar.
En önemli (çokomelli) kısmını yazıyorum: Gelinen enflasyon seviyesi sürdürülebilir olamayacak çünkü dış ticaret açığı veriyor olacağız, yani yeniden enflasyonist ortama doğru kayacağız. Bakın bunları o ekonomistlere okutun, mantıksal bir hata burada yok, ekonominin dinamikleri böyle çalışıyor. Onların savunması ne olacak? Şöyle diyecekler: Hayır, bu programın sonunda bizim hedefimiz dış ticaret açığını da sıfırlamaktır, bu yüzden düşük enflasyonun kalıcı olacağına inanıyoruz"
İşte buyurun... Ne diyeceksin? "Sen ona inanıyorsun, ben buna inanıyorum" noktasına geldik, olay dünyevi olmaktan çıktı. Falcılara mı sorsak?
İşte bu yüzden bu program boyunca takip etmemiz gereken hayatı göstergeler dış ticaret açığı ve işsizlik göstergeleridir. Bu göstergelerde kötüye gidişatı gördüğümüzde (ve göreceğiz, hatta görüyoruz) bilmeliyiz ki bu programın sonunda gelinecek düşük enflasyon ortamı sürdürülemez olacaktır ve ekonomimize büyük ve kalıcı zarar vermiş olacağız.
VERGİ ARTIŞLARI DOĞRUDUR
Peki mevcut ekonomi yönetimi hiç mi doğru iş yapmıyor? Elbette yapıyorlar. Sermaye piyasalarına işlem ücreti (veya vergisi, stopajı neyse adı) gelecek bu doğru iştir, gecikmiştir. Çoğu gelişmiş ülkede var, elbette bizde de olmalı. Enflasyon ile mücadeye de doğru şekilde destek verir. Emlak konularında yapılan veya yapılacak olan vergi düzenlemeleri de doğru işler. Yani emlakların gerçek piyasa değeri üzerinden vergilerin alınacak olması zaten olması gereken geç kalınmış düzenlemeler. Vergi ödemeyen firmalara, taban miktarda vergi getireceklermiş. Bu da doğru bir iş. Yurtdışı çıkış harçları artacakmış. Reel bazda zaten kuşa döndü bu vergi geliri. Enflasyona göre düzeltme yapmak lazım. Gençlere, ilk defa yurtdışı çıkışlarına istisna sağlanabilir.
Bunlar zaten ülkedeki gelir dağılımı adaletsizliğini de bir nebze düzeltecek yönde adımlardır. Doğru düzgün vergi toplayamayan ülke gelişemez, gelişmiş ülke de çöker. Enflasyon gibi daha adaletsiz olan dolaylı vergilerin düşürülebilmesi için de alan açılabilir.
EKONOMİ BAKANININ HEDEFİ NE OLMALIDIR?
Sn. Şimşek birkaç defa ekonomik program hedefini şu şekilde açıkladı? "Sürdürülebilir cari açığa ulaşmak." Allah aşkına böyle hedef mi olur? Sürdürülebilir cari açığa ulaşmak ne demek? Adam hasta, doktor geliyor diyor ki: "Bizim bu ilaç tedavisinin hedefi hastamızı yatalak yapmaktır."
Sürdürülebilir cari açık demek, Türkiye sürekli olarak ürettiği refahı, zenginliği, işçisinin emeğini yurtdışına (net hesap ile) transfer edecek demektir. Sürekli yurtdışından fon arayacak, borç arayacak, satacak, özelleştirecek varlık arayacak demektir. Borçların faizini ödemek için barajlarını, telekom şirketlerini, havayolu şirketlerini, vatandaşının verisini, hastanelerini satacak demektir. Sürdürülebilir olarak vatanı satacak, bir sefer değil, sürekli satacak demektir. Ekonomik programımızın hedefi buymuş.
Tedavilerin hedefi yatalak hasta yaratmak olamaz. Tedavilerde amaç hastayı sağlıklı hale getirmektir böylece hasta antreman yapar, koşu yarışlarına katılır, olimpiyatlara girer ve altın madalya kazanır. Yatalak hasta ile Olimpiyat kazanılmaz.
Ekonomik programımızın hedefi "sürdürülebilir dış ticaret fazlası" olur ise hep beraber altına imzayı atalım. Sayın bakan açıklasın bize bu program nasıl kalıcı dış ticaret fazlası sonucu sağlayacak? Hangi sektörlerde ne kadarlık ihracat ve üretim artışı planlanıyor? Sahada bu doğrultuda ne yatırım yapılıyor?
Enflasyon, ekonomik durumun göstergelerinden, sonuçlarından biridir. Bizim ekonomik programımızın hedefi düşük enflasyon olmamalıdır, finansal istikrar olmamalıdır. Evet, sonuç olarak buraya ulaşacağız ama hedefler hatalı. Biz hızla büyümeliyiz, tasarruf etmeli ve tasarruflarımızı doğru yatırımlara yönlendirmeliyiz, planlı kalkınma ve yatırımlar hedeflemeliyiz, işsizliği düşürmeli, ihracatı artırmalı, üretimi artırmalı, sürekli olarak dış ticaret fazlası vermeliyiz. Hedef budur: Üretimi artırmak ve sürdürülebilir dış ticaret fazlası. Bunun sonucunda zaten kalıcı düşük enflasyon ve finansal istikrar gelir. Cari açık değil fazlası oluşur.
BREZİLYA ÖRNEĞİ
İnanmadınız mı? Buyrun Brezilya ya bakalım. Hani sürekli hiperenflasyonlar ile mücadele eden, bir büyüyüp bir küçülen, istikrarı bir türlü yakalayamamış olan, bizim ile aynı kategoride, "gelişmekte olan ülke" olarak sınıflandırılan Latin Amerika'nın dev ekonomisine. Nasıl düzelttiler ekonomiyi? Üstelik BRICS üyesi ülke, öyle yabancı para baronlarının faiz kumpaslarına düşmek yok. Amerika Birliği'nin kapısına tasma ile bağlanarak, "belki bir gün üye yaparlar" ayağına fon ve borç dilenme durumları da yok. Süper(!) bir ekonomi bakanı buldular, faizleri tavana çaktılar, ülkeye paralar aktı, böylece ülke ekonomisi, enflasyonu mu düzeldi? Yurtdışından borçlanıp merkez bankalarında dolar mı istiflediler? Böyle mi düzlüğe çıktılar? HAYIR. Buyurun örnek gözümüzün önünde. Zaten başka yolu da yok. Hepsi kalkınma yolunda aynısını yaptı: Japonya, Almanya, G.Kore, Çin ve son dönemde Brezilya... 100 yıldır formül değişmedi hep aynı...hepsi aynı...
Brezilya üretimini artırdı, ihracatını artırdı, sürdürülebilir dış ticaret fazlasına geçti ve ekonomi düzeldi. Evet bu kadar. Sihirli formül yok, durum bu. Üretim artışı ve dış ticaret fazlasının sonucu olarak ekonominin tüm parametreleri iyileşiyor. İşsizlik azaldı, büyüme arttı, faizler düştü, enflasyon düştü, borçluluk azalıyor, faiz yükü azalıyor, ekonomi büyüyor. Ülkenin başkanı kapitalist değil sosyalist. Üretim ve ihracat artışını da pek çoklarının hor gördüğü ve müthiş bir katma değer jeneratörü olan tarım sektörü ile yaptılar. Sonucunda muhteşem bir gıda ihracatçısı ülke oldular. Ekonomik parametreleri de bunun sonucunda düzeldi. Brezilya realinin faizini Merkez Bankaları düşürüyor. Enflasyon 3-4 seviyelerinde.
ARJANTİN'E İYİ BAKALIM
Liberteryen ekonomistlerin Tanrısı Amerikan Milton Friedman'dır. Yani "ben liberteryenim" diye ortada gezen ekonomi uzmanlarının(!) hepsi Fridmancıdır. Bugün itibariyle dünyada canlı yayında bir liberteryen ülke ekonomisinin gidişatını izliyoruz. Nerede? Arjantin'de. Javier Milei isimli komedyen (Zelensky gibi gerçek komedyen değil) Arjantin'in başkanı seçildi. Adamın partisinin ismi: Liberteryen Parti. Adam ekonomist. Javier eline almış palayı, ülkenin kurumlarını liğme liğme doğruyor. Arjantin'e iyi bakalım, dünya için önemli bir örnek olacak. İki dev ekonomi yan yana. Brezilya'da sosyalist Lula, Arjantin'de liberteryen Javier. Arjantin'in nasıl bir felakete sürüklendiğini hep beraber önümüzdeki aylarda ve yıllarda TVlerimizden canlı yayında izleyeceğiz ve yaşlı gözlerle "Don't cry for me Argentina" şarkısını söyleyeceğiz.
2001 FAİZLERİ
Dünyada genel olarak faizler yüksek seviyede. 2000'li yılların başlarında Türkiye Ekonomisi, evet hızlı bir büyüme sağladı ama o dönemde dünyada para boldu, faizler düşüktü. 2002'de AKP iktidara geldiğinde ABD faizleri 1% idi. 2000 ve 2001 yıllarında yani AKP 'nin hemen öncesinde ise 5-6% seviyelerindeydi. Yani AKP'nin önünü açan faktörlerden biri de yüksek faiz ortamındaki borçluluk ve ekonomi sorunlarıydı. AKP döneminin başında faizler düşük idi ve ekonomik büyüme özelleştirme paralarının da yardımı ile birçok ülkedeki gibi bizde de güçlü oldu. Irak işgaline de fazla ses çıkartmadık, hatta neredeyse destek verecektik, dolayısıyla paralar "müttefik" ülkeye aktı.
HIZLA BORÇLANIYORUZ, KKM GÜNAH KEÇİSİ
Bugün yüksek faiz ortamında büyük hata yaparak hızla borçlanıyoruz. Hiç borçlanılmaması gereken dönemde dünyanın en yüksek reel faizini vererek en hızlı borçlanmayı yapıyoruz. Alınan borç paralar ile ne yapıyoruz? Faiz getirisi olmayan merkez bankası rezervini artırıyoruz.
Kur Korumalı Mevduat konusu günah keçisi yapıldı. KKM'nin (sonradan sapan) orjinal mantığı neydi? Yurtdışında, geliri ve gideri döviz olan vatandaşımıza, makul bir döviz faizi verilecek, vatandaş da parasını Türkiye'ye getirecekti. Misal Almanya'da oturan vatandaş bankasında 3% EUR faizi alabiliyorsa, Türkiye de KKM ile TL bazında parasını tutup, EUR bazında 5% alabilecekti. Türkiye'nin borçlanma faizi de o dönemde 7% idiyse, 5% seviyesine düşebilecekti. Peki bugün KKM'yi bitiriyoruz. Peki çok güzel, bitirelim. Yerine ne koyduk? Yerine EUR bazında 25-30% seviyelerinde borçlanmayı getirdik. Bugün yabancı 7%'dan kendi ülkesinde kredi çekip, Türkiye'de 50% seviyelerinden faize koyuyor. Kur da sabit tutulduğu için inanılmaz bir döviz bazlı getiri var. Belki döviz bazında 40% lara varabilecek faiz ödüyoruz. KKM'nin ruhuna rahmet okutan tefeci faizleri ödeniyor. Bu mudur başarılı ekonomi yönetimi? Türkiye'ye getirilen tüm bu paralar sıcak paradır, hepsi reel faizlerini alıp dönüp ülkelerindeki krediyi kapatacaklar. ("carry trade" dedikleri olay). Ülkemizin borçluluğu hızla artıyor, dış ticaret açığımız da artıyor.
Diyeceksiniz "Bak ne güzel ülkenin risk primi düşüyor, CDS'ler düşüyor, kredi kuruluşları not artırıyor" Fena mı? Fena değil ama neden malum finans kurumları sizce şimdi CDS'leri düşürüp not artırıyor? Ne değişti? Ülkenin ekonomi göstergeleri hızla bozulurken, ithalat, sıcak para ve borç bağımlısı bir ekonomi haline getirilirken, özelleştirme ve IMF programları adım adım yaklaşırken neden notumuz artırılıyor?
ÇIKIŞ YOLU
Peki çıkış yolu nerede? Çok isteniyorsa, ekonominin vitrininde yabancıların sevdiği profiller tutulsun ama ekonominin mutfağındaki program milli olmalıdır. Üretimi, ihracatı, istihdamı, büyümeyi hedeflemeliyiz. Faizler düşürülmelidir. Türk lirası zayıflatılmalıdır. Borçluluk azaltılmalı, tasarruflar artırılmalıdır. Vergiler seçici olarak artırılmalı ve tavana yayılmalıdır. Türkiye, yurtdışından borçlanmak zorundaysa, bunu en uygun maliyetler ile yapacağı kanalları kullanmalıdır. Bugünün şartlarında döviz bazında 10% üzeri faiz ile borçlanma (iki haneli diyelim) yasaklanmalıdır. Hem kamu hem özel sektör hem belediyeler için. Adı ister KKM olsun ister tahvil olsun ister mevduat olsun ama maliyeti mümkün olduğunca düşük tek haneli olmalıdır. Evet bu programın ilk seneleri fedakârlık gerektirecektir ancak nihayetinde varılacak seviye sürdürülebilir dış ticaret fazlası, rekabetçi endüstri, düşük işsizlik, yüksek büyüme ve sonucunda sürdürülebilir düşük enflasyon olacaktır. Ancak bu politika ile Türkiye, AB ile arasındaki ticaret anlaşmasını bir avantaja çevirebilir ve onlarca yıldır Avrupa'ya akıttığı sermayesini geri kazanacak şekilde ticaret fazlası verebilir.
Hatırlayalım, Kemal Derviş ekonomiyi kurtarmaya (!) getirildiğinde ve devamında aynı çizgiyi devam ettiren AKP döneminde, Türkiye IMF'nin kucağına oturtulup, özelleştirme programları ile ne var ne yok zaman içinde satmıştı. Hatta ilk satılanlar THY'nin uçakları olmuştu. THY çok para etmiyordu bu yüzden komple THY satmak yerine tek tek içinden uçak satmak tercih edilmişti. Mevcut programda gidersek elimizde satacak bir şey de kalmayacak... Artık satacak rafineriler, alkol tekelleri, milli piyangolar, kâğıt fabrikaları, limanlar, havalimanları, elektrik dağıtım tekelleri, petrokimya tesisleri, demir çelik fabrikaları, madenler yok... Bir havayolu iki tane telekom firmasının bir miktar hissesi kalmış. Belki bir de yeni yeni para etmeye başlayan TPAO var. Onlar da bu tefeci faizleri ile yapılan devasa borçların faizini ödemeye yetmez.
Ülkemiz ve benzer kategorideki istikrarsız ekonomisi olan ülkelerde, ekonomik kurtarıcılara fazlaca önem atfedilir. Ekonomi bakanı, ekonomiyi tek başına batırabilir ama tek başına kurtaramaz. Üretimi artırmak gerekli, yani üretim işini, yatırım işini, planlama işlerini, kaynak yönetimi işlerini bölge bölge, sektör sektör sahada uygulayabilmek gerekli. Daha fazla tersaneler, daha fazla tarım, daha kaliteli eğitim, daha çok Zonguldak taşkömürü, daha çok fabrika, daha çok bilgi toplumu, yeniden planlanmış yerleşim yerleri, daha etkili Hariciye ve merkezi planlama gerekli.
Ajda'dan gelsin: 1977 İran konseri: Ya sonra?