Ali Rıza Albayrak'a badeyi sorduk: Duygu dünyamızın derinliklerine iniyoruz
Türk halk müziği sanatçısı Albayrak, günlük hayatımızda sosyal medya gibi araçların bize engel olduğunu, derinlere inemediğimizi söyledi. Albayrak, 'İçimizde keşfedilmeyi bekleyen bir müzik var ve ben de bunun arayışındayım' dedi.
Babası Aşık Pervane ve kuzeni Hasret Gültekin gibi Ali Rıza Albayrak da Türk halk müziğine kendine vakfedenlerden, nefeslerle, deyişlerle Anadolu'nun büyük insanlık mirasını sözle ve sazla buluşturanlardan. Albayrak ile sanat yaşamınına, türkülere ve son albümüne ilişkin konuştuk.
'HAYATINI YEŞERTEN HER KİMSE O SENİN HIZIR’IN'
Ali Rıza Bey, öncelikle röportaj isteğimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Albümün adından başlayalım dilerseniz. Bade ne demek? Sizin için ne ifade ediyor?
Bâde bildiğiniz üzere Farsça bir kelime ve insanı kendinden geçiren,mest eden şey anlamında kullanılmaktadır.Tasavvufta aynı zamanda ilahî âşkı temsil eder. Gerek divan edebiyatında gerekse deyiş ve nefeslerde âşıkların sıkça yer verdiği bir kavramdır Bâde.
Hayatımızın gerçekliği içerisinde bizi derinden etkileyen kendimizden geçiren ,hisler âlemimizi yoğun bir şekilde uyaran unsurların gitgide azaldığını düşünüyorum.
Bizleri günlük hayatımızda eğlendirme iddiasıyla meşgul eden sosyal medya, içerik platformları ve benzeri araçların bu anlamda zaman zaman bizlere engel olduğunu ve bizi derinlerimize nüfuz edebilme yetimizden uzaklaştırdığına inanıyorum.
Bu derinlere nüfuz edebilme özlemi ve hayalini çağrıştırıyor bana bâde kavramı ve bunun özlemini her alanda yaşıyoruz gibi geliyor.
Söz konusu müzikal üretimler olunca bunun eksikliği daha da hissediliyor. Derinlere dokunamayan bizlerin,müziği de aynı oranda duygu dünyamızın derinliklerine inmekte aciz kalıyor.
Yüzeyde kalan müziğimiz hisler alemimizde bir yer edinemiyor.
Nihayetinde de tekrar tekrar dinleme ihtiyacı hissetmiyorsunuz.
Bu genel çağrışımların dışında albüm özelinde konuşursak Bâde aynı zamanda kızımın ismi. Albümü ona ithaf ederken şunu hayal ettim:
Şu kuru ve çorak hayatını yeşerten her kimse o senin Hızır’ın ve de Huzur’undur.
KIZIMIN DOĞUMUNDAN SONRA OLUŞAN BESTELERE YER VERDİM
Albümde enstrümantal eserlerinizin ağırlıkta olduğu görülüyor. Bu albümü kendi iç yolculuğunuz olarak değerlendirmek yanlış olmaz sanırım. Bu yolculuğu dinleyiciye hangi enstrüman birliktelikleri ile anlatmaya çalıştınız?
Bağlama çalmaya başladığım ilk dönemlerden itibaren hep yeni ezgiler peşinde olduğumu hatırlarım. Bestelerim oluşmaya başlamadan önce de var olan geleneksel eserlere ya introlar ekleyerek ve yahut ara ezgilerine yeni nağmeler ekleyerek düzenlemeyi tercih ederdim. Bu ara nağmelerin yerini zamanla besteler aldı.
Bu çalışmamda ise ağırlıklı olarak kızımın doğumundan sonra oluşan bestelere yer verdim.
Bahsettiğim gibi içimizde keşfedilmeyi bekleyen bir müzik var ve ben de bu müziğin arayışındayım. Bu yolculukta bazen yeni ezgiler bazen de yeni ifade tarzları ortaya çıkabilmekte. Bazen ise keşfetme niyetinden öteye geçemiyoruz.
Uzun yıllardır çalmaya çalıştığım ve kendimce geliştirdiğime inandığım pençe tavrı ve üslûbuyla, iki telli cura, ruzba ve dede sazıyla bugüne kadar biriktirdiklerimi ezgilere aktarmaya gayret gösterdim.
Sorunuzdaki farklı enstrümanlara dönersek, iki telli sazların yanında birçok müzisyen dostum da bu albüme ciddi katkılar sundu ve her biri kendi enstrümanıyla ezgilere can verdi. Bu noktada özellikle Merih Aşkın düzenlemeleri ve gitarıyla çok değerli katkılar sundu. Aynı şekilde diğer müzisyen dostlarım Kağan Yıldız,Ediz Hafızoğlu,Ömer Avcı,Sedat Anar,Kiya Tabassian,Cengiz Yılmaz,Derya Türkan ve Ertan Tekin albümde benimle birlikte hayal edip eserleri şu an dinlediğiniz noktaya taşıdı.
Gelenek çizgisinde bulunmak kültürle taşınan bazı katı kuralları da getiriyor. Bu albümde geleneksel tınılar duyarken batı müziğinde ve klasik Türk müziğinde bulunan enstrümanların da kucaklaştığını görüyoruz. Gelenekle yenilik dengesi sizce nasıl olmalı?
Geleneğin katı kuralları olarak adlandırdığınız şeyi ben farklı yorumluyorum. Katılık olarak adlandırılan hususu ben geleneğin binlerce yıllık birikimiyle beraberinde getirdiği saygınlık ve onu takip edenlerin ise bu anlamda geleneğe hakkettiği saygıyı göstermesi olarak nitelendiriyorum.
Düşünsenize ,Anadolu’nun geleneksel müziğine baktığımızda, geleneğe duygu âlemiyle dokunan, onunla birlikte hayal eden, sayısını tahmin edemediğimiz onca insanın dokunuşu var. Bu zaten kendiliğinden bir saygınlık ve sorumluluğu beraberinde getirmekte.
Ancak zaman zaman buluşmaların da mümkün olabileceğine inanıyorum.
Nasıl birbirinden farklı birikimleri olan,farklı kültürden insanlar bugün rahatlıkla bir araya gelip tanışabiliyorsa, aynı şekilde farklı enstrümanlar da buluşuyor ,tanış oluyor ve karşılıklı dertleşiyor.
Burada bir dengeden bahsedecek olursak bunun dengesini buluşmanın samimiyeti belirleyebilir belki.
'EZGİLER DE KENDİ SESİNİ ARIYOR'
Hasret Gültekin ve Rıza Kılıç'ın farklı çalgıları birleştirdiği enstrümantal müzik çalışmaları vardı. Alaca Karanlık parçanız da zengin bir çalgı ve ezgi yelpazesi barındırıyor. Bu alandaki çalışmalarınızı geliştirecek misiniz?
Bahsettiğiniz isimlerin her ikisi de hayatıma değen insanlardan.
Hasret Gültekin ile akrabayız. Kendisi dayımın oğludur. Dolayısıyla bağlama sevdasına bizzat şahit olmuşumdur.
Yaşadığı dönemin oldukça ilerisinde bir müzikal hayal dünyasına sahipti ve bağlamadakı tavır ve üslûbuyla birçok insanda ciddi izler bırakmıştır,bırakmaya da devam etmektdir. Hâlen onun bağlama icrasındaki lezzetine bir çoğumuz özlem duymaktayız.
Aynı şekilde merhum Rıza Kılıç ile de tanışıklığımız vardı. Ikimiz de müzik ile ilgili hayallerimizi yavaş yavaş şekillendirmeye ve hayata geçirmeye başladığımız bir dönemde tanıştık. Bağlamaya karşı duyduğu heyecanı etrafindakilere de kolaylıkla yansıtabilen ve sizi de o heyecanin içine çeken bir yetenekti.
Nasıl ki bizler içimizdeki ezgilerin arayışına giriyorsak, ezgiler de kendi sesini arıyor. Bazen aradıkları “sesi” tek bir enstrüman ile verebilirken bazen de farklı enstrümanların buluşmasıyla yaratılan sesler dünyası o ezginin derdine derman olabiliyor.
'ZOR GÜNLERDE AKLIMA TÜRKÜLERİN NASİHATLERİ GELİR'
Bazen sanat camiamızda umutsuzluk ve karamsarlık yarışı görüyoruz. Türkülerden ve bu milletten beslenen biri olarak geleceğe nasıl bakıyorsunuz?
Zor günlerde aklıma yine Türkülerin bize aktardığı nasihatler geliyor:
“Hangi günü gördün akşam olmamış…”
Sanırım umut etmek,güzeli hayal edebilmek, bizlere bahşedilen en önemli yetilerden biri.
Bizleri ayakta tutan,yaşamın tüm kaygılarına rağmen bize direnme gücü veren temel unsurların başında yine hayal edebilme yetimiz ve umutlarımız gelmekte.
Niyahetinde cümlemizin maksûdu huzura ermektir. Huzur da Hızır ile zuhura gelir.
Hızır’ı sadece bir kişi olarak düşünmeyin. Hızır kendi içinizde sarıldığınız ve size huzur veren değerler de olabilir.