Alman devleti İslam din dersleri veremez!
Islamkolleg’in mezuniyet töreninin ardından başlattığımız 'Alman İslamı' yazı dizimizin üçüncü ve sonuncusunu aşağıda okurlarımızın bilgisine sunuyoruz
Islamkolleg’in mezuniyet töreninde eski Cumhurbaşkanı Christian Wulff, “Almanya’da ilk kez Müslüman din görevlisi (imam ve imame, ancak ek olarak ‘manevi rehberlik’ de deniyor) Alman devleti tarafından yetiştiriliyor” demişti ya, buna iki çift sözümüz var!
Önemli, bizce de bir ilk bu. Ama başka bir açıdan. Protestanmerkezci Almanya, Hıristanlık dışı bir dine hizmet veriyor! Olağan bulmak mümkün değil. Geçmişte falan bunun hiç benzeri var mı?
ALMANYA’DA MUSEVİLER?
Evvel zaman içinde başka bir dinin mensuplarından insanlar Alman topraklarında yaşamaktaydı. Sayıları hiç de az değildi. Onlara Almanya, acaba tarihinde herhangi bir hizmet vermiş miydi? Vermiş değildi herhalde. Hiç düşünmüş olabilir mi peki? Sanmıyoruz.
Kim bilir artık, onları pek sevmiyordu da ondan mıdır acaba?
Her “fırsat” çıktığında binlercesi yok edilmeye çalışılan Musevilerden söz ediyoruz.
Fırsat neydi diye düşünüldüğünde çok şey var. Biz bir felaket bahanesini ele alalım. Örneğin, veba salgını olduğunda Almanlar Musevilerin yaşadığı Musevilerin köylerine saldırıp bütün köyü yok ederlerdi. “Nedenleri” de, veba kötülüğünü onların çıkarmış olmasıydı. Nerden mi biliyorlardı? Almanlar vebadan kırılırken, Musevi köylerinde kimseler hastalanmaz ve ölmezdi. Demek ki, veba onlara gelmiyor, (daha önemlisi) veba onlardan çıkıyordu, onlar da vebayı Almanlara gönderiyorlar, örneğin, kuyularına vebayı atıyorlardı! Tarihler böyle yazmış!
Niye mi yapıyorlardı? Museviler kötüydü, şeytandı, ahlaksızdı, caniydi... Aslında bu, Almanların onlara yakıştırdığı için düşündüğü ve yaptığı nefret söylemiydi (ceza hukuku açısından “nefret suçu”).
Gerçek ise anlaşılmayabilir durumda değildi, mikroplar ve tek hücreli canlılar o zamanlarda henüz keşfedilmemişlerdi ve bilinmezlerdi ama veba gibi hastalıkların bulaşıcı olduğu belliydi. Salgınlar olduğunda din adamları halka yardım edeceklerine kaçıp hastalıkları başka yerlere yaymaktalardı. Musevi köyleri, Almanya’da çok vardı ve bütün Musevi köyleri kapalı köydü, dış dünyadan tecrit edilmişti. Hem ekonomik, hem toplumsal, hem de yersel olarak. Bu yüzden Hıristiyanların salgınları onlara uğramazdı, ya da çok ender uğrardı. Siz olsanız sinirlenmez misiniz?
Diyeceksiniz ki bu biraz karışık bir mesele! Orası bizce de öyle, çünkü, Hıristiyan Almanya’da yaşayan Museviler “sorunu” din alanında değil, ırk alanında konu olmuş, o bakımdan önem taşımış. Yani bu durum Almanların başka bir dine karşı düşmanlığı olmuyor, ırkçılıktan dolayı.
İşin gerçeği: Almanya’da Museviler, Musevi değildir, Yahudidir. Ya da; Musevi olmanın fazla bir önemi yoktur, Yahudi olmanın ise önemi çoktur!
Kamplara götürülen Yahudiler
ALMANYA’DA YAHUDİLİKTEN KURTULMAK MÜMKÜN MÜ?
Almanya geleneği, Yahudilerin Hıristiyanlaşmasını, Yahudilerin kendi geleneklerinden kopmasını ve Yahudiliği reddetmesini de istemezdi. Hatta Yahudilerin din değiştirmesinden ve Almanlaşmasından korkulurdu. Çünkü o zaman karışma olur, Almanların saflıkları bozulurdu! Yahudiler, Yahudi olarak kalmalı, Yahudi olarak bilinmeliydiler. Bu, kendini esas olarak yöneticiler düzeyinde gösteriyordu. Ünlü Prusya Kralı II. Friedrich, Yahudilerin toplu halde din değiştirmelerinin söz konusu olduğunu, aralarında bunu tartıştıklarını duyduğunda kaygıyla, “böyle bir şeytanlık yapmayacaklarını umarım” demişti.[1] Bir başka kral IV. Friedrich Wilhelmde Yahudilerin “kendilerini Yahudi olarak hissetmeye devam etmelerini”, yani “Alman” olmaya istekli olmamalarını ve buna yeltenmemelerini dilemekteydi![2]
Avrupa’da birçok yerde (belki her yerde) Yahudilerden, hem din değiştirmeleri, hem geleneklerini bırakmaları, hem de Yahudilikten vazgeçmeleri istenir, onlara bunun için baskılar ve zorlamalar yapılırken, ve bunlar her zaman her dönemde amaçlanmış, istenmiş, dayatılmış ve yapılmışken, Almanya’da hep tersi olurdu ve oluyordu. Yahudiler Yahudi kalıyor, Hıristiyanlığı kolay kolay kabul edilmiyorlardı. Alman olmamaları için Hıristiyan da olmamalıydılar. Sonuçta Almanya’da Yahudiler, Alman da olmamalıydı, Hıristiyan da.
Almanya’da her nasılsa Hıristiyanlığa geçmiş Musevilerin Yahudi kökenli olmaları bir yana bırakılmıyor, Yahudi asıllı olmaları ortadan kalkmıyor, kökenleri bir türlü yok olmuyordu! Vaftiz de olmuşlardı ama “gerçek Hıristiyan” değillerdi ve hiç bir zaman gerçek Hıristiyan sayılmayacaklardı. Yani Yahudilikleri ne kayboluyor, ne unutuluyordu! Musevi olmaktan çıkanlar Yahudi kalmaya devam ediyordu.
Konuyu uzatmamak için burada kesiyoruz, ama Almanya’da Yahudiler dinlerini bırakıp Hıristiyan olsalar bile lanetli olmaktan “kurtulamıyorlardı”.
ALMANYA’DA DİNSEL HOŞGÖRÜ VE ÇOK-DİNLİLİK
Din bakımından bugünlere Almanya’nın başka bir dine, bırakalım hizmet vermeyi, yaşama hakkı tanımadığı çağlardan gelindi. Avrupa’nın tekçiliği, Hıristiyanlık Avrupa’ya ithal edilerek getirildiği zaman en keskin olarak Cermen dünyasında yaşanmıştı. “Tek din” tekçiliği uğruna Cermenler, hem kendi soydaş kabilelerine ve hem de Kuzey ve Doğu Avrupa’daki kavimlere olmadık kıyımlar yaptılar. “Vandalizm” ve “Gotik” sözcüklerinin nereden geldiği bilinmiyor olabilir, çağlar boyunda şiddet, vahşet, dehşet, saldırganlık, hoyratlık, korkunçluk ve ürkünçlüğün bu sözcüklerle ifade edildiği ortada. Vandallar ve Gotlar, Cermen kabilelerinin (klanlarının) adları. Avrupa’nın Pagan kavimleri Cermenlerden az çekmedi. Ve tarihler hepsini kaydetmiş. Sonuçta Avrupa’da Hıristiyan olmayan da kalmadı. “Ya ol, ya öl” durumu!
Buradaki sonuç, başka bir dine, başka bir inanca, bırakalım hizmeti, yardımı, hoşgörüyü, en ufak tahammülün kırıntısı yok!
Çok-dinlilik de Almanya’ya göre değil!
KITA DIŞINDA BAŞKA BİR DİN SEVERLİK!
Burada şimdiye kadar “Hıristiyanlık dışında bir dine hizmet verilmiş mi?” şeklindeki sorumuzu Almanya içi olarak yanıtlamaya çalıştık; olmadı. Belki o zaman durumun açıklanması Almanya dışı söz konusu olduğundadır.
Cermenler tarihte komşularıyla aralarında yapmadıkları ve mümkün olmayan bir şeyi Kıta dışında belki de yaşayabiliyorlardır. Yani Avrupa içinde yapamadıkları şeyi Avrupa dışında yapıyorlardır. Evet, olabiliyor, örneği var. “Örnek”, 19. yüzyılda.
Almanya büyük devlet olmuş, “Düveli Muazzama” arasına girmiş, ama ne sömürgesi var, ne Doğu’ya gitme yolu. Geçen haftaki yazımızda sözünü ettik, İmparator, İslamı temsil eden ülkeye, İslamın merkezi olan imparatorluğa, Osmanlı devletine üç kez ziyarette bulunuyor.
Ama yetmiyor, hediyeler götürüyor,[3] toprakları paylaşılacak olan ve kendisi horgörülen Hasta Adam’a “saygılı davranıyor”, onunla “en iyi” devletler arası ilişkileri kuruyor. Bunlar da kesmiyor, Avrupa’daki tek “İmparatorluk”, Avrupa’nın Hıristiyan ve Protestan İmparatorluğu, İslamın “en iyi” dostu olmaya da çalışıyor. Bununla kalsa gene iyi, bir de onun koruyucusu olmuyor mu?
Dahası, Hıristiyanlığın karşıtı en büyük ve ciddi inanç sistemi olan İslamı birleştirmeye kalkıyor, Panislamist olmaya soyunuyor!
Elbette inanılmaz gibi olan bu gelişmelerin tarihsel ve coğrafi bir açıklaması var; İslamın merkezi Osmanlı devletinin arazisinin jeopolitik konumu.
Birincisi, Doğu’ya giden karayolu onun toprakları üzerinden geçiyor. O topraklara ilgisi açık olan imparatorluğun ise karacı olduğunu (yani denizci olmadığını ve karayoluna mahkum olduğunu) hatırlamamız lazım.
İkincisi, petrolün yakıt olarak keşfedilmesi yanı sıra, dünyada en kaliteli olan, en kolay çıkarılan petrolün Osmanlı topraklarında olması. Üstelik belirlenen en büyük rezervler de orada.
Bunlara Almanya’ya özel olan tarihsel etkeni ekleyelim: Avrupa dünyasının geç kalmışı Almanya son treni yakalamaya çalışıyor.
Drang nach Osten uygulanmada! Geç kalmış ama son anda yakalamış. İyi ki yakalamış, çünkü başka yol kalmamış.
Gelsin Berlin-Bağdat demiryolu hattı! Almanya böylece Doğu’ya gidecek.
ŞİDDETTEN, ZORDAN VAZGEÇMEK YOK! İNSAN ÖLDÜRMEKTEN HİÇ BIKILMAMIŞ!
Ancak verdiğimiz bu örneğe kadar, başka bir dine ve inanca hoşgörü örneği hiç bir zaman gene yok. Nereden mi biliyoruz, böyle bir örnek arandığında bulunamıyor çünkü. Üstelik bunun tersi olan kötü, olumsuz ve utanç verici örnekler sürüyle.
Hemen hatırlansın, Avrupa’nın ve Almanya’nın Engizisyonu var. İşkenceli ve baştan verilmiş hükümleri olan mahkemeleri var. Avrupa içi Hıristiyanlığı yayma zulümleri ve katliamları var. Kadınların cadı oldukları için avları, avlanmaları ve yakılmaları var. Köylü kırımları var.[4] Var oğlu var. Ve hepsi milyon milyon.
Hıristiyan olmayan, Pagan (putperest), değişik inançlı, hak arayan, sorgulayan, sapkın, kadın, çocuk, büyücü, halk hekimi (geleneksel tıpçı), bilimci, düşünür, yoksul, dilenci vb. olarak kaç kişi öldürülmüş kimse bilmiyor. Ama bu öldürülenlerle Avrupa nüfusunun azaldığı, azaltıldığı çok yerde yazılı.
Bunlar tarih. 20. yüzyılda yaşananlar tarih olacak kadar eski sayılmaz. Ama hatırı sayılır ölçüde, 11 milyon insan, dile kolay. Yahudi soykırımı.
Almanya'da cadı yakılması
İSLAM DÜŞMANLIĞI VE HAÇLI SEFERLERİ
Başka bir din söz konusu olduğunda nefret, şiddet, vahşet, kıyım bakımından Haçlı Seferlerinin rakibi yok. Seferlerin gövdesini oluşturan Cermen devletlerinin kitleleri Müslümanlara karşı inanılmaz katliamlar, hatta açlıkla ilgisi olmayan ve duygusal düşmanlık ile gemlenemez öfke gibi nedenlerle yamyamlıklar bile yaptılar (ilk kez yamyamlık 1098’de, sonra hep devam etti). Başında, İslam dünyasının Haçlı Seferlerinin ne olduğunu anlayamaması, kötüye yormaması, barışçı sanması yüzünden haçlıların biraz da kolaylıkla ele geçirdikleri Müslüman Kudüs, tarihte benzeri görülmemiş bir kıyımın sahnesi oldu (1099).
Avrupalılar İslam düşmanlığıyla yaptıkları ve yüzyıllarca sürdürdükleri Haçlı Seferlerinde püskürtüldüler. Haçlılar, Doğu Akdeniz’den sürüldükten sonra da İslam düşmanlığı devam etti, sonraki yüzyıllarda da defalarca İslama karşı Haçlı Seferleri yapıldı.
Alman devlet siyaseti olarak 19. yüzyıldaki İslamseverliğe bakmayın, İslam dünyası Cermenler için yok edilmesi gereken bir dünyaydı, ancak güçleri ona elverir durumda değildi. Mümkün olsa yaparlardı.
Hem Hıristiyanlığın, hem Avrupa’nın, hem de Almanya’nın benmerkezcilikleri ve tekçilikleri İslam konusunda da işledi. İslamı “normal” bir başka din, normal bir “rakip” yapamadılar. İslam, öteki ve hatta düşman oldu. Hıristiyanmerkezcilik ve tekçilik düşman görmemeye ve bir arada yaşamaya engellerdi.
Almanya nasıl olduğunu biliyor, Haçlı Seferleri Alman tarihinin en önemli, en kitlesel, en büyük olaylarından biri, buna rağmen Almanlardan gizleniyor. Çoğu Alman bilmez. Dinsel yayınlar yapan yayıncılık Haçlı Seferlerini yazmaz. Okul kitaplarında Haçlı Seferleri bir iki paragraftır. Popüler tarihte sözü edilmez. Oysa akademik dünya bu konuda inanılmaz zengindir.
BİR HIRİSTİYAN DEVLETİN İSLAMSEVERLİK OLMAYAN ‘İSLAMCI’ BİR SİYASETİ
‘Alman İslamı’, çok sayıda nedene bağlı olarak beklentileri karşılayamadı, zorlukları aşamadı ve esas olarak da uygulanamadı.
Bu konuda birincil etkenin projenin kendisinde olduğunu görmek gerekmektedir.
Bir devletin, nüfusun ezici çoğunluğunca bağlı olunan, gelenekli, hakim, gelişmiş kurumsallaşmışlığıyla yerleşmiş bir dini varken, toplumunda belirli bir dönemde ortaya çıkmış bir yabancı dinin mensuplarına “dinsel hizmet vermesi” ancak siyasal amaçlı olabilir. Ve bu siyasal amaç, dinsel yaşamın ve inanç dünyasının içine girmektedir. Modern ve çağcıl devlette, inançlar, onların dinsel kurumlaşmaları ve dinsel eğitimleri o dinin ve inancın kendisine bırakılmalıdır.
Bu temel konuyu belirttikten sonra ilk söylenecek şeyin, okulun yetiştirdiği öğretmenlerin inanç durumlarıyla görev alanlarının ilişkisine bakılması olduğu ortaya çıkıyor. Daha burada önemli bir sorun var. Ne gibi bir inancı olduğu bilinmeyen öğretmenlerle inanç öğrenimi yapılabilir mi? Kendinizden olmayan birinin inanç dünyasında öğretmenliği benimsenir ve kabul edilebilir mi?
Almanya “Almanca İslam Din Dersleri” verme sevdasından vazgeçmelidir. Buna hakkı yoktur. Ayrıca bunu yapabilmesi de mümkün değildir.
Dinsel ve inançsal farklılıkların olduğu ülkelerde “bir arada yaşama kültürü”, devletin laikliği, toplumun sekülarizmi ile sağlanabilir. Almanya bu bakımdan başarı şansı olmayan olumsuz bir örnek ülke durumundadır.
Henüz “bir arada yaşama kültürü” yerleşmeyen bir toplumun ülkesindeki bir yabancı dine devletin karışması, zorluklarla tehlikeler taşımasından başka bir şey değildir. Ve hatta onları davet etmesi bir yana, başarıya ulaşması da mümkün olmayan bir müdahaledir.
Bir yabancı ülkenin insanları bir başka ülkede tekil olarak değil, toplum olarak yaşıyorsa, o ülkenin devleti de belirli hizmetleri vermek durumundadır. DİTİB’i devre dışı bırakmak yönünde girişimler yapmak, Türkiye’nin önüne engel olmak amacıyla mekanizmalar ve kurumlar çıkarmak, yalnız yanlış değil, aynı zamanda siyasal bir ayıptır. Böyle uygulamalarda ısrar edilirse yeni sorunlar yaşanır.
Devletlerin toplumlarının dillerine karışması, Almanya gibi çok-dilli toplumların hassas bir konusudur. Eğitim dili dışında devletler toplumlarının dillerine karışmamalıdırlar. Bunun yanında Almanya görev alanı içinde bulunan Türkçe dersleri konusundaki olumsuz uygulamasından vazgeçmelidir.
Projenin aynı zamanda, Alman devletinin İslam dinine de bir müdahalesi şeklinde olması ve böyle algılanması, muhatap kitlelerce en önemli sorundur. Projenin Müslüman kitlelerin ağırlıklı çoğunluğunca benimsenmemesi olası bir sonuçtur ve öyle olduğu ve olacağı görünmektedir. Projenin Türk toplumu tarafından benimsenmemesi bakımından da yapılabilmesi mümkün değildir.
Almanya’ya Türkiye’den getirilmiş Müslüman işçiler Türk'tür!
‘İSLAMSEVER’ ALMANYA’NIN NESİ YOKTU?
“Avrupa’nın her şeyi vardı, Hıristiyanlığı, liberalizmi, kapitalizmi, emperyalizmi, ve hatta ‘komünizmi’ de” demiştik, bunu şimdi Almanya’ya için söylemeye çevirelim:
Almanya’nın da hiç bir şeyi eksik değildi. Avrupa’ya malzeme olmuş kavimsel varlığı ve geçmişi (Cermenlik), Hıristiyanlığa fedailiği, Hıristiyanlığı Almanlaştırması (Lutherizm), “Aydınlanması”, kapitalizmi (“Prusya Yolu”), emperyalizmi (geç ortaya çıkığı için “yeniden paylaşma” hastası), Büyük Savaşları, bölünmesi ve Birleşmesi vb.
Ama İslamı yoktu!
Sözü uzattık ama Almanya’yı ve Almanları bilmeden Almanya’nın ve Almanların ne yaptığı pek anlaşılmıyor da.
DİPNOTLAR
[1] Kleines Jahrbuch des Nützlichen und Angenehmen für Israel, 1847; akt. Hannah Arendt, Totalitarizmin Kaynakları - 1 / Antisemitizm, İletişim Yayınları, İstanbul 1996, s. 67.
[2] Tagebücher, II, 113, Leipzig 1861; akt. Arendt, Antisemitizm, s. 70.
[3] Bilinen iki önemli hediye var; biri Tophane’deki muhteşem “Alman Çeşmesi”, diğeri –şu anda Kadıköy-Altıyol’da bulunan– bronz “Boğa” heykeli.
[4] Friedrich Engels, Köylüler Savaşı, Payel Yayınevi, İstanbul 1978.Der deutsche Bauernkrieg, 1870 (Verlag Marxistische Blätter, Frankfurt am Main 1975).