19 Ekim 2024 Cumartesi
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Almanya’da yabancı düşmanlığı ve hukuk

“... halkların ulusal örgütlerinin üzerine kurulacağı büyük ilkeyi, bütün halklar arasında insanlık ideasının garanti ettiği eşitlik ve dayanışma ilkesini tutarlılıkla red ve inkar eden sadece ırkçılar olmuştur.” H. ARENDT

Almanya’da yabancı düşmanlığı ve hukuk
A+ A-
ALP HAMUROĞLU

Hukuk, Almanya’da önemli ve dikkate değer bir alan olmakla birlikte, Batı dünyasının her yerde olumlu ve örnek olarak gösterilen özelliklerine koşut (paralel) durumlar ve her bakımdan benzeyen nitelikler taşımamaktadır.  Bu konuda özellikle yabancıları ilgilendiren mevzuat ve uygulamalar çarpıcı sorunlar barındırıyor.

ANAYASALARDAKİ ÖZELLİKLER

Almanya, anayasal mevzuata dinsel ve ırkçı söylemlerden arınmadan girmiş, İkinci Dünya Savaşı sonrası yürürlüğe giren ve devlet-yurttaş ilişkisinde ilk kez bir denge kurmuş olan 1946-49 Anayasasına kadar bütün ırkçı maddelerAnayasalarda muhafaza edilmiştir (Bunun, anayasanın Müttefikler tarafından Londra’da yapılmış olmasının bir sonucu olabileceğini de ekleyelim). 1793 Fransız Anayasasında yer alan ekonomik ve toplumsal haklar, Almanya’da ilk kez (11 Ağustos 1919’da yürürlüğe giren) Weimar Anayasasında yer alabilmiştir. Alman Anayasaları, Anayasa hukukunun özü olan devlete karşı birey-vatandaşın haklarının belgeleri olmaktan çok, devletin görev, yetki ve haklarının belgeleri görünümündedir.

Hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı gibi ilkeler, mutlakiyetçiliğin önce Bismarck dönemine, sonra da Nazi dönemine armağan ettiği olumsuz mirasların sonucu olarak Alman hukuk sisteminde ve uygulamasında fazla önem taşımadılar. Meşruiyet ve yasallık, hem Bismarck’ın, hem de Hitler’in ancak mecbur kalınca hatırladıkları “yol engelleri”ydi. Montesquieu’nun “kuvvetler ayrılığı” ise, devletçi-merkezci-atılımcı-saldırgan yapının ve atmosferin içinde erimiş “ayakbağı”ydı.  Almanya’nın Fransız Devriminden hoşuna giden ve işine yarayacağını düşündüğü tek şey, 93 Anayasının özü olan Rousseau’nun “kuvvetler birliği“ ilkesiydi. Bismarck’la Hitler’in pratikte uyguladığı da bu olacaktı.

Nazi yönetimi döneminde hakim kılınan “kamu yararı” (öffentliche Belange) anlayışı, haksızlıkların ve hukuksuz uygulamaların temeli oldu.  Sonraları “kamu yararı”, bir dönüşüm geçirecek, “Almanya’nın çıkarları” şeklinde anlaşılacak ve hep bu amaçla kullanıldığı görülecektir.

Almanya’da yabancı düşmanlığı ve hukuk - Resim : 1

YABANCILARLA İLGİLİ HUKUKİ VE İDARİ UYGULAMALAR

Kozmopolit olmak istemeyen eğilimleriyle Almanya “yabancı”yı dışlaştırır.  Yabancı işçi nüfusu barındıran bütün Avrupa ülkelerinde yabancı üşmanlığı olmakla birlikte, Almanya’nın yabancı düşmanlığının belirgin farklılıkları vardır. Yabancılar aleyhine olan bu farklar, Almanya’nın bu konudaki özellikleri ve bunların temelleri sıralandığında kolayca anlaşılır.

Birincisi, Almanya, 20. yüzyıla, Avrupa’da gelişmiş büyük ülkeler arasında, “yabancıya en yabancı” ülke ve toplum olarak girmiştir. Uluslaşma sürecinin kendine özgü niteliği, sömürgelerinin olmayışı ve sanayi devrimini geç yaşaması, bunun nedenleri ve sonuçlarıdır.

İkincisi, Almanya 1950 sonrası yirmi yıl boyunca Avrupa’da (aynı zamanda dünyada) tarihin en fazla yabancı işçi alan ülkesi olmuştur. Bu yüzden, Avrupa’da 1950 sonrası gelen/getirilen yabancılar itibarıyla en yüksek yabancı nüfusu, Almanya’da bulunmaktadır. “Akdeniz Göçü”nün zaman itibarıyla kısa bir sürede gerçekleşmiş olması, Almanya için çarpıcı, sarsıcı ve travmatik bir demografik sorun yaratmıştır. 50’li yıllarda Akdeniz’in Hıristiyan ülkelerinden, 60’lı yıllarda, en çok Türkiye’den olmak üzere birçok Akdeniz ülkesinden yoğun göç yaşanmıştır. 

Üçüncüsü, ırksal farklılıkları gerekçesiyle “Alman” Kabul edilmedikleri için tarih boyunca dışlamaya ve baskıya uğrayan ve bunun yanı sıra “asimile olmaları istenmeyen” Yahudilere, geçmişte olduğu gibi, Nazi iktidarı döneminde toplumla devletin ortaklaşa yürüttüğü sistemli, ağır, aleni ve aynı zamanda resmi olarak yapılan baskı, başka hiçbir ülkede görülmeyen ve görülemeyecek olan köklü bir yabancı düşmanlığına katkıda bulunmuştur. 20. yüzyılın bu iz bırakan uygulaması, Almanya tarihindeki Yahudilere karşı yürütülmüş ayrımcılık ve saldırganlık anılarıyla birleşince, bir yabancı düşmanlığı geleneğine dönüşmüştür. Zaten Latin ülkelerden olanlar, Polonyalılar, Slavlar, en sonunda Türkler, Müslümanlar, Asya ve Afrikalılar, Almanya’da hep yabancı olmuşlardır. 

Dördüncüsü, Federal Alman devletinin 1960 sonrası “Yabancılar Politikası”ındaki sorumsuzluğu ve bu sorumsuzluğun ortaya çıkardığı tarihi hatalar, her yerde yaşanabilecek ve yaşanılan sorunları Almanya’da derinleştirmiş, başka boyutlara taşımış ve çeşitli alanlara yaymıştır. 

Beşincisi, yukarıda sayılan özelliklerin aynı zamanda sonucu da olan hoşgörüsüz, dışlayıcı, tavizsiz ve acımasız anlayışlar, yabancılar sorununun çözümü ve hafiflemesinin önünde engeller oluşturmuştur.

Bütün bunlara Avrupa’ya tamamen hakim olmuş olan tekçi anlayış ve uygulamaları da eklemek, daha doğrusu bu anlayış ve uygulamaların nasıl bir temel oluşturduğunu vurgulamakgerekiyor. Bir arada yaşama kültürü “eksikliği” ve “karşıtlığı”, Avrupa’nın tek-dinlilik ve tek-kültürlülük anlayış ve uygulamalarının en yoğun, en katı ve en belirgin yaşandığı Almanya’da kendine en uygun olan ortamı ve iklimi bulmuştu. Bundan birinci derecede etkilenecek olan, elbette yabancılar olacaktı.

Alman yönetiminin dördüncü etken olarak yukarıda sözünü ettiğimiz sorumsuz ve hatalı davranışları, gelen işçileri “misafir” ve “geçici” görmekten başlayarak hiç bir altyapı hazırlığı yapılmamasına kadar geniş bir alanı kapsamaktadır. İki-üç yıl sonra geri dönmesi beklenen misafirlerin ihtiyaçları hiç düşünülmediği ve planlanmadığı gibi, entegration (tam karşılığı olmasa bile genellikle Türkçeye “uyum” olarak çevriliyor) için hiçbir program olmadığı gibi, yatırım da yapılmamıştır. Sonuçta, yüz binlerce insan için bir hazırlık yoktu ki on yıl içinde yüz binler milyon olacaktı.

 “YABANCILAR” KAVRAMI VE YABANCILAR YASASI

Almanya, göç alan bir ülke olmakla birlikte çok uzun yıllar göç ülkesi olmadığını tekrarlamış durmuş (Wirsindkein Einwanderungsland), bu kavramlarda ve söylemlerde gereksiz, anlamsız, gülünç ve sonuçları bütün taraflar için zararlı olan direnişlerin ve katılıkların sahibi olmuştur.

“Yabancı” kavramı Almanya’da her yerden biraz farklı olarak “yabancı saldırısı ve istilası” ile ilişkilendirilmiştir. “Yabancı boyunduruğundan kurtulmak”, Almanya için tarihsel bir dönem ve olgu olduğu kadar, aynı zamanda yabancı sözcüğünün ortaya çıktığı her an için bir çağrışım nedenidir.  Almanlar, “yabancı”yı, adeta her durumda karşı çıkılması gereken bir düşman gibi algılamaktadır.

Alman Yabancılar Yasası, ki son on yıllardaki değişiklikler yapılmadan önceki yasanın yüz yıldan fazla bir geçmişi vardı, yabancılara hak vermekten kaçınan, ayrımcı ve ırkçı anlayışlarla hazırlanmıştır.  Hatta “anayasalara aykırı” maddeler bile barındırmış ve barındırmaktadır. Hukukun nesnel eşitlik ilkesi birçok maddede çiğnenmiştir. Anayasanın “bedene zarar verme yasağı”nın, Yabancılar Yasası’nda “yabancı uyruklular için geçerli olmadığı” ifadesi, yalnız genel hukuk ve Anayasa hukuku açısından sorunlu değil, sahip olduğu anlayış açısından da gayri insanidir ve oldukça dikkate değerdir.

Yabancılar Yasası’nın bir özelliği de, görevlilerin takdir hakkını geniş tutarak ve yasa maddelerinde belirsiz ifadeler bulundurup tartışmalı durumlar yaratarak, yasanın uygulanmasında yabancılar için zorluklar yaratılmasına ve hatta yasayı kötüye kullanmaya (istismara) kapıyı açık tutmasıdır. Yabancılar Yasası’ndaki görevlilerin hareket alanlarını genişleterek keyfiliğe yol açan ve yönetsel baskıları kolaylaştıran belirsizlikler, ayrımcılığın ve olumsuz uygulamaların maddi temelidir.

Alman Yabancılar Yasası’nda 20. yüzyılda birçok kez değişiklik yapılmıştır. Ancak her değişiklik yabancılar aleyhindeki şartları ağırlaştırma yönünde olmuştur. Son Yabancılar Yasası, yabancıların statüsüne açıklık getirmek için değil, Almanya’yı “yabancılara karşı korumak” için, Almanya’ya göçü sınırlamak ve kontrol altında tutmak için hazırlanmıştır. Yabancılar Yasası Almanya’ya göçü sınırlama yasasıdır. 2007 yılında yapılması tasarlanmış değişikliklerle ilgili olarak ise, “gerçek Alman”, “gerçek olmayan Alman” ayrımının öngörüldüğü, aile birleşimini zorlaştıran maddelerin ırkçı yaklaşımları ifade ettiği yönünde değerlendirme ve eleştiriler yapılmıştı.

Almanya benzeri göç alan birçok Avrupa ülkesinde yabancıların siyasal katılımı belirli ölçülerde gerçekleşmiş, birçok ülke yabancılara yerel seçimlerde oy hakkı tanımıştır. Oysa Almanya’da yerel seçimlerde yabancıların oy hakkının tartışması bile yapılamamıştı. Yabancılara yerel seçimlerde olsun oy hakkı, mevzuata ve hakim anlayışlara göre kolay kolay gerçekleşmeyecek gibidir.

Yabancıların en doğal haklarını kullanabilmesi konusunda Almanya, Avrupa’daki belki de en olumsuz örnektir.

“VATANDAŞLIK” KAVRAMI VE VATANDAŞLIK YASASI

Almanya’da uyrukluk (tabiyet, Staatsangehörigkeit) anlamındaki “vatandaşlık ilkesi”, soyun temel alınmasına (Jussanguinis) dayanır.[8] 1871’de Alman İmparatorluğu kurulurken belirlenmiştir. Buna göre etnik anlamda Alman kökenli olmak Alman vatandaşı olmak için yeterlidir (belirli dönemlerde gerekli de görülmüştü).  Bu yüzden, Sovyetler Birliği dağıldıktan ve Doğu Bloku parçalandıktan sonra Rusya ve Doğu Avrupa’dan elinde Alman kökenli olduğu yolunda herhangi bir belgeyle gelen, hatta böyle bir belgesi olmayıp Alman kökenli olduğunu yalnızca beyan eden herkes hemen Alman vatandaşlığına kabul edilmiştir.  Ki bu insanlar tek sözcük Almanca bilmedikleri gibi, bunların önemli bir kısmı, belki de çoğunluğu, gerçekte Alman kökenli de değildi. 

Almanya’da geçerli olmayan doğum ve yaşama yeri ilkesini (Jussoli), İngiltere, Fransa gibi birçok Avrupa ülkesi esas almaktadır.

22 Haziran 1913’te Almanya’nın ilk “Vatandaşlık Yasası” (Staatsbürgerschaftsgesetz) kabul edildiğinde soy ilkesi yasal geçerlilik kazanmıştı.

1 Ocak 2000 tarihinde yürürlüğe giren yeni bir yasayla doğum ve yaşama yerine göre vatandaşlık, şartlı olarak uygulanmaya başlandı.

Alman vatandaşlığına geçme konusu sorunlu ve karmaşık olduğu gibi Almanya, çifte vatandaşlığı uygulamaya da istekli değildir. Koşullar getirilmesi ve bürokratik engeller yaratılması yoluyla çifte vatandaşlığı edinme zorlaştırılmaktadır. Almanya’nın çifte vatandaşlığa karşıtlığı, bir yönüyle Alman vatandaşlığına geçmeyi zorlaştırmanın mekanizması durumundadır. Neyse ki bu konunun son yıllarda ve aylarda eskiye göre daha çok gündeme taşındığını görmekteyiz.

Çifte vatandaşlık konusunda içinde bulunduğumuz yılın (2023) gazete haberlerinde bazı yerlerde isteklerin tartışıldığı ve konunun bir mücadele alanı haline getirildiği görülmektedir. Ancak yapı, kimi sorumlu mevkilerde bulunan yetkililerin olumlu yaklaşımlarını bizce geçerli kılacak gibi değildir.  Ayrıca bu konudaki olumlu söylemlerin, Alman vatandaşlığını alan Türklerin sayısının bugün oldukça yüksek bir düzeye çıkmış olması yüzünden seçimlere bir yatırım olduğunu düşünmemek için bir neden yoktur.

Yeni yüzyılda, Alman yasalarının çifte vatandaşlığı öngörmediği gerekçesiyle 1990 yılından sonra çifte vatandaşlığı edinenler Alman vatandaşlığını kaybettiler. On binlerce yabancının konusu olduğu uygulamalarda mağdur Türkler ön sıradadır.

Sonuç olarak, Almanya’da yabancıların yabancı olarak karşılaştıkları sorunların çözüm sürecine girmesi için sabırlı mücadeleler yürütülmesi gerekmektedir. Ve elbette ki ilk olarak bunların başında, şimdilik, yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı gelmektedir. 

Son Dakika Haberleri