Amiral Cem Gürdeniz: Üçüncü cephe KKTC'dir!
Atatürk ile Lenin arasında Kafkas Seddini yıkmaya yönelik 24 Ağustos 1920 Anlaşmasından 100 yıl sonra Türkiye, Rusya ile, Akdeniz Seddini yıkacak en büyük hamleyi hayata geçirdi. Soçi Mutabakat Muhtırası, Asya Çağını resmen başlattı. Asya Çağı, bilinen tüm paradigmaları değiştirecektir.
Önce Dışişleri Bakanlığı deklare etti. 4 Ağustos 2019 tarihinde Dışişleri Bakanı "Asya’nın farklılıklarını gözeten ancak bölgeye bütüncül bakabilen yeni politikayı oluşturma zamanı gelmiştir. ‘Yeniden Asya' adını verdiğimiz açılımı bugün buradan ilan ediyoruz" dedi. Kabaca 2,5 ay sonra 22 Ekim 2019 tarihinde Türkiye ve Rusya Federasyonu arasında, devlet başkanları zirvesinde, Suriye’de devam eden iç savaşın sonlandırılmasında büyük rol oynayacak tarihi Soçi Mutabakat Muhtırası imzalandı. Atatürk ile Lenin arasında Kafkas Seddini yıkmaya yönelik 24 Ağustos 1920 Anlaşmasından 100 yıl sonra Türkiye, Rusya ile, Akdeniz Seddini yıkacak en büyük hamleyi hayata geçirdi. Bu anlaşma Asya Çağını resmen başlattı. Asya Çağı bilinen tüm paradigmaları değiştirecektir. Türkiye’deki 79 yıllık Atlantik indoktrinasyonunun etkilerini ve alışılmış kalıpları temelinden sarsacaktır. Washington Konsensüsü yerine Pekin Konsensüsü hazırlık yaparken, fay hatlarının kırılması ve şüphesiz artçıların sonuçlarına hazır olmak gerekir.
ÖNCÜ HAMLELER
Türkiye, Türk dünyasını her alanda, tarihinde hiç olmadığı kadar birbirine yakınlaştırıp destek olmaya ve yeni Asya Çağının kurulmasında öncü rol oynamaya hazır olmalıdır. Türkiye Soçi Anlaşması ve Suriye’nin kuzeyinde Barış Pınarı Harekatı üzerinden, sahadaki pratiği ile öncü hamlesini yapmıştır. Sadece Suriye’nin Kuzeyi değil aynı zamanda 2002 yılından bu yana (araya Cumhuriyet tarihimizin yüz karaları Anan Planı ve Ergenekon/Balyoz tipi kumpas davalar girse de) Doğu Akdeniz deniz yetki alanlarındaki devlet uygulamaları ile Atlantik Cephe karşısında Asya Çağındaki pozisyonunu, ulusal çıkarlarını koruyarak almıştır.
ASYA ÇEKİM ALANININ GİRİŞ KAPISI
Türkiye’nin 21’inci yüzyılda, sadece jeopolitik değil, aynı zamanda ekonomik geleceğinde en önemli ve öncelikli rolü oynayacak alan Doğu Akdeniz’dir. Zira Doğu Akdeniz, 21’inci yüzyılda Atlantik çekim alanından uzaklaşan Türkiye’nin Asya çekim alanına yöneliş sürecinin giriş kapısıdır. Nasıl ki Türkiye, Atatürk sonrası Türk Boğazları üzerinde yaratılan abartılı ve suni Sovyet tehdidi üzerinden Atlantik çekim alanına kuzey mecradan sokulmuşsa; günümüzün Asya yönelişinin kapısı da güneyden Doğu Akdeniz’den olacaktır. Bu kez tehdit abartılı ve suni değil, gerçektir. Doğu Akdeniz’deki Atlantik siyaseti artık açık Türkiye düşmanlığına dönüşmüştür.
SAVAŞTIĞIMIZ VEKİLLERİN ARDINDAKİ GÜÇLER BELLİDİR
Özellikle son beş yılın askeri ve siyasi gelişmelerine bakmak Akdeniz’deki Türkiye düşmanlığının risk boyutundan açık tehdit boyutuna dönüştüğünü gösteriyor. Doğu Akdeniz havzasında Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde açık bir savaşın içindedir. Bu silahlı mücadelenin Türkiye için temel hedefi sözde Kürt devletçiğinin denize çıkışını önlemektir. Her ne kadar Türk Silahlı Kuvvetleri, vekiller (proxies) ile savaşsa da onların ardındaki güçler bellidir. Bu savaş, Türkiye’nin toprak ve anayasal bütünlüğünün ileriden savunulması ve terör unsurlarının Anadolu’ya geçişlerinin önlenmesi içindir.
İKİNCİ SEVR BASKISI İLE KARŞI KARŞIYAYIZ
Doğu Akdeniz’deki asıl cephe Mavi Vatan’dır. Bu cephe anavatanın ta kendisidir. Zira kıta sahanlığımızı teşkil eden, anavatanın sular altındaki uzantısıdır. Atlantik cephe, bu vatanın neredeyse 150 bin kilometrekarelik bir alanını Anadolu’dan koparmayı, Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlara vermeyi hedeflemiştir. Siyasi bloklaşma bir yana, her geçen gün artan bir şekilde silahlanan ve namluların Türkiye’ye çevrildiği bir Doğu Akdeniz’den bahsediyorum. Son üç yılda Doğu Akdeniz’de Türkiye aleyhinde yapılan İsrail, Yunanistan, Mısır ve GKRY tatbikatlarının sayısı 30’u geçti. Savaş dönemleri hariç, tarihin hiç bir kesitinde böyle bir durum yaşanmadı. 20. Yüzyıl ilk çeyreğinde anavatanımıza yönelik Sevr cenderesine nasıl maruz kaldıysak, 21’inci yüzyıl ilk çeyreğinde Mavi Vatanımıza yönelik ikinci Sevr baskısı ile karşı karşıyayız. Bu cendereden siyaset üstü bir milli mutabakatla çıkmamız gerekir. Durum ortalamanın altında jeopolitik ve strateji birikimi ve ayrışma ile yönetilemez. Bu ayrışmış cepheye KKTC yönetimini de ekleyebiliriz. Bunları aşmamız gerekir.
KKTC İKİNCİ DONANMADIR
Türkiye’nin Doğu Akdeniz mücadelesindeki en önemli üçüncü cephe KKTC’dir. Bu cephe Anadolu’nun güneyden kuşatılmışlığına son veren cephedir. KKTC İkinci Donanmadır. Mavi Vatanın güney kalesidir. Deniz ulaştırma rotalarımızın kontrol alanıdır. KKTC’nin jeopolitik bütünlüğü Anadolu’nun bütünlüğüdür. O nedenle KKTC’nin ve adadaki askeri varlığımızın devamı Bağımsızlık ve geleceğimiz için hayati önemdedir. Askeri varlığımız, federal çözüm süreci, Annan Planı, Guterres Süreci ve benzeri yeni fikirler ve planlar üzerinden asla sulandırılmamalıdır.
MAVİ VATAN CEPHESİ VE İKİ KRİTİK MERKEZ
Diğer yandan Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatan Cephesi kriz zamanlarında lojistik destek ve stratejik yığınaklanma için iki kritik merkeze bağımlıdır. Marmaris (Aksaz Deniz Üssü) ve Mersin/İskenderun stratejik limanlarının içerildiği Çukurova Havzası. Aksaz Deniz Üssü donanma faaliyetleri için batı cephede ne kadar önemliyse, doğu cephede de Çukurova Havzası aynı derecede önemlidir. Kuzey Kıbrıs’ta bir deniz üssümüz henüz olmadığından bu boşluk halen Mersin/İskenderun tarafından doldurulmaktadır. Nasıl ki 45 yıl önce Kıbrıs Barış Harekatında deniz ve kara kuvvetlerimiz 16 Temmuz 1974 sabahından itibaren enerjisini Mersin’de toplayıp 96 saat içinde Kıbrıs’ın siyasi coğrafyasını etkileyecek sonucu yaratmışsa, Mersin ve İskenderun bugün de yepyeni bir cephede, Mavi Vatan cephesinde farklı görevlere hazır olmalıdır. 1974 Mersin’i anavatanda oluşan gücün adaya intikalinde kilit rol oynamış, bu harekat Türk soydaşlarımıza huzur getirirken, Türkiye’nin güneyden kuşatılmasına son vermiştir.
ÇUKUROVA HAVZASININ ‘GÖREV VE SORUMLULUKLARI’
Çukurova havzasının jeopolitik sorumluluğunu hatırlama, mavi vatana, yani denizlere her seviyede ve kapsamda dönme zamanı gelmiştir. Bu yöneliş tesadüfi olmayacaktır. Bu kaçınılmaz yöneliş jeopolitiğin ve ekonominin gereğidir. Mersin, İskenderun ve Çukurova Havzasının jeopolitik düzlemde yerini yeniden belirleme; her alanda denize yönelme; KKTC ile pek çok alanda etkileşim ve bütünleşme; Çin’in Bir Kuşak Bir Yol (BRI) projesinde Akdeniz bacağında başat rol oynama; Mavi vatanımızın diplerindeki potansiyel kaynakları arama ve çıkarma alanında denizdeki yüzer sanayi altyapısına ve üstyapısına, başta sahip olacağı tersaneler ile destek olma; Doğu Akdeniz konusunda yumuşak güç üretecek her türlü faaliyet ve oluşuma liderlik etme gibi görev ve sorumlulukları vardır.
DOĞU AKDENİZ’İN KADERİNDE BÜYÜK ROL OYNAYACAK
Çukurova Havzamız, jeopolitik bir havzadır. Hinterlandı ile birlikte değerlendirildiğinde aslında Türkiye’nin, potansiyeli tartışmasız en yüksek, denize ve KKTC’ye yöneliş havzalarından biridir. Silifke’den Samandağ’a çizilecek hattın doğusunda kalan mavi vatan ve anavatan alanı, 21’inci yüzyılın çekim alanıdır. Bu alan Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu ve Kuşak ve Yol girişimi ulaşım hatları göz önüne alındığında Çin ve aynı zamanda Orta Asya’daki Türk dünyasının en verimli yoldan Avrupa’ya hızlı erişim ve denizlere çıkış kapısıdır. Bu alan, aynı zamanda KKTC ile ekonomik bütünleşmenin gerçekleşmesini sağlayacak alandır. Doğu Akdeniz’in kaderinde büyük rol oynayacaktır. Bu bölge 21’inci yüzyılda Türkiye’nin Rotterdam’ı ya da Singapur’u olmaya aday bir bölgedir. KKTC ve Çukurova Havzası, Asya Çağının 21. Yüzyıl Jeopolitiğinde ekonomik ortaklığın büyüyeceği alandır.