ANKASAM Başkanı Mehmet Seyfettin Erol: Libya anlaşmazlığına çözüm Suriye Modeli
Erol, 'Türkiye ve Rusya; Libya’da ciddi bir çıkar çatışması içerisine girerse, bekalarını derinden etkileyecek bir sürecin önünü açmış olurlar' diyor.
Uluslararası güç çekişmesine sahne olan Libya'da Türkiye'nin devreye girmesi ile kartlar yeniden karıldı. Düşmek üzere olan Trablus'taki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) kısa süre içerisinde toparlanarak ülkenin doğusundaki gayri resmi güçlere karşı art arda başarılar elde etti. Türkiye'nin denkleme güçlü bir şekilde dahil olması ABD cephesinde strateji değişikliğine yol açtı. Libya'daki gelişmelerin uluslararası güç dengelerine nasıl yansıdığını, Türkiye ile Rusya arasındaki ihtilafların çözümü için yapılması gerekenleri ve ABD'nin Libya'daki pozisyonunu, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi (AHBVÜ) Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Başkanı Mehmet Seyfettin Erol ile konuştuk.
‘HER DAİM TÜRK MİLLETİNİN DEVLETİNİN YANINDA YER ALDI’
- Son zamanlarda Libya konusunda Türkiye lehine açıklamalar yapan ancak diğer yandan Hafter'le de görüşen ABD'nin Libya'daki hedefi nedir?
Libya, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin önde gelen hedeflerinden biri. Arap dünyasının ve özellikle de Kuzey Afrika ağırlıklı olarak bölgenin yeniden dizaynı açısından Libya’nın BOP’un ruhuna uygun inşası önemli. Şu an için bu ülkeye biçilen rol, bölgenin Afganistanı olmak. Arap Baharı’nın en yıkıcı sonuçlarından biri nitekim bu ülkede yaşanmaya devam ediyor. Cebeli Tarık’tan Malaka Boğazı’na kadar uzanan ‘ABD Büyük Ortadoğusu’nda Libya, Akdeniz merkezli suyolları ve enerji güvenliği açısından olduğu kadar; Afrika’ya giriş, Kuzey Afrika’yı ve bu bağlamda Mısır başta olmak üzere bölge ülkelerine güç projeksiyonu uygulama ve dolayısıyla kontrol açısından da oldukça kilit bir öneme sahip. Bunun yanında Libya’nın başlı başına sahip olduğu petrol ve doğalgaz zenginliği, son yıllarda keşfedilen yeraltı suları da bu ülkeyi jeopolitik-stratejik açıdan vazgeçilmez bir konuma taşımış durumda. Çin’in Afrika’da artan nüfuzuna paralel olarak, ‘Kuşak-Yol Projesi’ ile ‘Akdeniz Havzası’nın bir kez daha önem kazanmaya başlaması, Afrika’ya giriş kapısı olan Libya’yı hedef ülke konumuna taşıyan nedenlerin başında geliyor. ‘Komşuluk Politikası’ çerçevesinde bölgede etkinlik arayan AB/Almanya ve diğer eski sömürgeci güçlerin (örneğin Fransa) etkisinin kırılması ve Rusya’nın ‘sıcak denizler politikası’nın akamete uğratılması da elbette önemli. Ama bunların dışında daha önemli bir sebep daha var: Bu ülke halkının anti-emperyalist duruşu ve savaşçı ruhu. Sömürgeciliğe karşı uzun yıllar savaş veren, bağımsızlığı sonrası da başta Afrika olmak üzere, bölge-İslam dünyasının daha bağımsız bir politika izlemesi noktasında kaynaklarını seferber eden ve her daim Türk milletinin, devletinin yanında yer alan Libya’ya bugün bunun bedeli ödetilmeye çalışılıyor. Bölgede statükoyu bozan, oyun bozucu olarak addedilen Libya, bundan sonra böyle bir teşebbüste bulunamaması için birkaç parçaya bölünmek isteniyor. ABD böylece Afrika-Akdeniz’deki çıkarlarını, Mısır’daki statükonun devamını ve İsrail’in bölgedeki varlığını-büyük projesini güvence altına almak istiyor. Bunun için de Libya’da istikrarsızlığın devam etmesi önemli. Bundan ötürü de tüm taraflara oynuyor ve onları çatıştırmaya çalışıyor. Buradaki en büyük beklentilerinden biri ise, hiç kuşkusuz Türkiye-Rusya arasındaki ihtilafların Libya bazında daha da derinleşmesi-genişlemesi ve bunun bir çatışmaya dönüşmesidir. ABD’nın Libya’da bir yandan UMH üzerinden Türkiye’ye yakın dururken, diğer taraftan Hafter ile diyalog kapısını açık tutması dikkatlerden kaçmamaktadır.
‘ASTANA/SOÇİ GİBİ BİR SÜREÇLE OYUN KURUCU OLABİLİRLER’
- Libya'da Rusya-Türkiye arasındaki anlaşmazlık nasıl çözülebilir?
Öncelikle şu tespiti yapmakta fayda var: Türkiye ve Rusya Libya’da ciddi bir çıkar çatışması içerisine girerse, bu sadece Kuzey Afrika/Libya ile sınırlı kalmaz ve etkisini başta Suriye olmak üzere, diğer bölgelerde ve işbirliği alanlarında da gösterir. Bu ise, Kuzey Afrika-Akdeniz-Ortadoğu’daki güç-denge yapılanmalarını büyük ölçüde etkiler ve bundan da her iki ülke ciddi anlamda etkilenir. Türkiye ve Rusya sadece bu bölgelerdeki çıkarlarını kaybetmekle kalmaz, yakın çevrelerinde oluşan zafiyet nedeniyle güvenliklerini, dolayısıyla da bekalarını derinden etkileyecek bir sürecin önünü istemeyerek de olsa açmış olurlar. Özellikle de Rusya, Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanından bu yana, Akdeniz-Ortadoğu’da kendi çıkarları-güvenliği açısından Türkiye’nin nasıl önemli bir jeopolitik-stratejik öneme sahip olduğunu görmüştür. Türkiye ve Rusya’yı 1833 Hünkâr İskelesi Antlaşmasına götüren hadise, sonuç itibarıyla her iki devletin ortak tehdit algısının bir sonucudur. Moskova şunun çok net bir şekilde farkındadır: Türkiye kaybettiği takdirde, mevcut şartlar altında Rusya da kaybedecektir. Türkiye’nin kaybı, Akdeniz-Karadeniz’in dışında etkisini Balkanlar-Kafkaslar-Hazar boyutunda da gösterecektir. Dolayısıyla Türkiye ve Rusya’nın çıkarları 16 Kasım 2001’de Avrasya İşbirliği Eylem Planı çerçevesinde belirlendiği gibi ortak tehdide karşı stratejik işbirliği alanlarını daha da genişletmek ve derinleştirmekten geçmektedir. Bu bağlamda her iki ülke her ne kadar Libya noktasında bir çıkar çatışması/ayrışması içinde görünse de, diğer taraftan önlerinde bir ‘Suriye Modeli’ durmaktadır. Türkiye ve Rusya, Suriye’de rekabetten işbirliğine yönelik bir politika geliştirmek suretiyle bölgedeki oyunu bozmuş ve oyun kurucu iki ülke olarak ön plana çıkmışlardır. Astana/Soçi benzeri bir süreç burada da işletildiği takdirde her iki ülke burada da oyun kurucu olabilirler. Bunun için Rusya’nın Suriye’de olduğu gibi Libya’nın toprak bütünlüğünü, birliğini, egemenliğini esas alan bir politikaya yönelmesi ve meşru yönetime destek vermesi büyük bir önem arz ediyor.
‘KÜÇÜK-ZAYIF AKTÖRLERİN GÖNLÜNDEN GEÇEN OLASILIK’
- Doğu Akdeniz'de ortak çıkarı bulunan Mısır ile Türkiye'nin, Libya'da karşı karşıya gelmeleri mümkün mü? Bu durum kimin işine yarar?
Bu, göz ardı edilmemesi gereken ve birçok ‘küçük-zayıf’ aktörün gönlünden geçen bir olasılık. Ne de olsa önlerinde bir Kavalalı Mehmet Ali Paşa örneği var. Ama her iki ülke de biliyor ki böylesi bir savaşın gerçek kazananı kendileri olmayacak. Özellikle Mısır’a bir bakmak lazım. İstanbul-Kahire arasına nifak girdikten sonra bu coğrafya kaybetti ve emperyal güçler kazandı. Sisi, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın rolünü oynamak istiyor olabilir ama bu sefer şartlar farklı. Sisi böyle bir şeye kalkışırsa en başta Mısır halkını karşısında bulur. Bölgedeki dip dalgası hareketlerini ve Türkiye’nin saha hakimiyetini hafife almamak gerekir. Türkiye ile Mısır’ın karşı karşıya gelmesini şu an için en fazla arzu eden aktörün Fransa olduğunu biliyoruz. Fransa dışında başka aktörler de var elbette, örneğin BAE ve Yunanistan gibi. Rusya ve Çin gibi aktörlerin ise böylesi bir savaşı hiç arzu etmediğini söyleyebiliriz. Hatta buna ABD’yi de dahil edebiliriz…
'FRANSA, TÜRKİYE'Yİ TEHDİT GÖRÜYOR'
- Fransa'nın Libya'da NATO'yu Türkiye'ye karşı kışkırtma girişimlerinin nedeni nedir?
Öncelikle şunu ifade etmek gerekiyor, bu girişim ilk değil. Daha önce Suriye’de de Türkiye ile NATO’yu karşı karşıya getirmeye çalışmıştı. Dolayısıyla Suriye’deki hedefi ne ise Libya’da da üç aşağı beş yukarı aynı. Mevzuyu biraz daha açmak gerekirse: öncelikle Türkiye Ortadoğu, Akdeniz ve Kuzey Afrika başta olmak üzere, Afrika kıtasında etkisini artırmakta. Bu husus eski sömürgelerine dönmeye çalışan Fransa’nın çıkarlarına bir tehdit olarak görülmekte. Türkiye’nin dengeye dayalı çok boyutlu dış politikası ve bu bağlamda NATO, ABD ve AB ile devam eden ilişkileri de Fransa’ya arzu ettiği Türkiye politikasını uygulama imkânı vermiyor. Zira söz konusu aktörler, Fransa’nın hırslı, agresif politikalarını kendi çıkarları açısından da bir tehdit olarak görüyorlar. Dolayısıyla Türkiye burada her şeye rağmen Fransa vb. güçleri frenleyici ve dengeleyici bir aktör olarak ön plana çıkıyor. Ayrıca Türkiye NATO üyesi olduğu sürece Fransa’nın saldırgan bir tavır ortaya koyabilmesi de pek mümkün değil.
Daha da ötesi Fransa’nın söz konusu bölgelerde Türkiye’ye karşı tek başına bir mücadele yürütebilmesi de pek olası görünmüyor. ‘AB’nin Jandarması’ rolüne soyunan Fransa, NATO’nun da lejyoner gücü olmak peşinde (çünkü Batı nezdinde ne iktisadi ne de siyasi boyutuyla dikkate alınan bir ülke). Libya’yı ilk bombalayan güç olması bunun bir göstergesi. Batı ittifakı içerisindeki konumunu kuvvetlendirmek, itibarını tekrar kazanmak, stratejik yalnızlığından kurtulmak, Afrika-Akdeniz-Ortadoğu’da etki alanlarını bu aktörlerin desteğiyle arttırmak istiyor. Bundan ötürü Türkiye’yi NATO’da sorunlu ve daha da ötesi bir ‘öteki’ olarak göstererek hedef haline getirmek, kendisini askeri gücüyle vazgeçilmez, tekel bir aktör konumuna taşımak istiyor. Bu noktada Türkiye-NATO arasındaki kriz, Fransa’ya istediği meşruiyet zeminini fazlasıyla kazandıracaktır. Diğer taraftan her ne kadar Fransa NATO’yu dış politikasına alet etmek istese de Kuzey Atlantik İttifakı burada oldukça temkinli, dikkatli adım atmak suretiyle oyuna gelmiyor, en azından şimdilik!
'FRANSA NATO'YU TERCİHE ZORLUYOR'
- NATO üyeleri arasındaki bu görüş ayrılıkları, eleştirilerin odağındaki İttifak'ın geleceğini nasıl etkileyecektir?
Kuşkusuz bu gelişme NATO’nun hiç de arzu etmediği bir durum. Diğer taraftan NATO’daki liderlik zafiyetini ve güç mücadelesini ortaya koyması açısından önemli. Fransa’nın bu tutumu, Almanya merkezli AB ile ABD arasındaki son dönem güç mücadelesinin bir tezahürü olarak değerlendirilebilir. Fransa’nın ‘Avrupa Ordusu’nu gündeme getirmesi ve ‘NATO’nun beyin ölümünü’ ilan etmesi bunun birer göstergesi olarak kabul edilebilir. Fransa, bu tutumuyla ABD ve Almanya’yı bir tercihe zorlamakta ve ikisi arasındaki rekabeti körüklemek suretiyle, ikisi arasından sıyrılmak suretiyle ‘Büyük Fransa’yı yeniden inşa etmek istemektedir. NATO’yu hedef alarak onu bir tercihe zorlamaya çalışan Fransa, sadece bu örgütü değil, Batı ittifakının kendisini de bölmekte, dağılma sürecini hızlandırmaktadır. Ankara elbette bunun farkındadır.