24 Ekim 2024 Perşembe
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

ANKASAM Başkanı Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol: 'İbrahim anlaşması' BOP'un türevi

Prof. Dr. Erol, ABD, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin imzaladığı 'İbrahim Anlaşması'nın temelinde Büyük Ortadoğu Projesi gibi 'böl-çatıştır-müdahale et-yönet' amacı yattığını belirtti

ANKASAM Başkanı Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol: 'İbrahim anlaşması' BOP'un türevi
A+ A-
ELİF İLHAMOĞLU

İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasında varılan "ilişkilerin normalleştirilmesine" yönelik anlaşmalar, Beyaz Saray'da ABD Başkanı Trump’ın huzurunda imzalandı.

İkili anlaşmaların yanı sıra, 3 ülke "Abraham Accords (İbrahim Anlaşması)" adı verilen metne de ortak imza attı.

İsrail’le ‘normalleşme’ sürecine karşı Filistin yönetimi başta olmak üzere bölge ülkelerinden tepkiler gelmeye devam ediyor.

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Başkanı Prof. Dr. Mehmet Seyfettin EROL ile Beyaz Saray’da imzalanan anlaşmaları, Türkiye’ye ve bölgeye etkilerini konuştuk.

‘BAŞKENTİ KUDÜS OLAN YENİ ORTADOĞU’

  • ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray’da imzalanan anlaşmalar sonrasında yaptığı açıklamada, “yeni Orta Doğu'nun şafağındayız" dedi. Anlaşmalardan birinin adı da İbrahim Anlaşması. Bu anlaşmalar ne anlama geliyor? ‘Yüzyılın Anlaşması’nı da düşününce Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bağlamında yeni bir plan mı devrede?

“İbrahim Anlaşması”, aslında tüm projeyi ve süreci ortaya koyuyor. Neo-Conlar tarafından hayata geçirilmeye çalışılan “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP)’nin yıkıcı etkisiyle birlikte “Yeni Ortadoğu” şekillenmesinin hedefi ve nasıl bir boyut alacağı netlik kazanıyor. Netlik kazanan bir diğer husus ise, gündeme getirilen bazı slogan ve kavramların (örneğin “Dinler arası Diyalog”, “İbrahimi Dinler” gibi) bu süreçte ne anlama geldiklerinin görülmesi. Açıkçası, taşlar yerine bir bir oturuyor.

Düne kadar savaş ve şiddet üzerinden tahakküm altına alınmaya çalışılan, “böl-çatıştır-müdahale et-yönet” prensibi çerçevesinde dizayn edilmeye çalışılan Arap-İslam dünyasına yönelik yeni bir stratejinin uygulandığını görüyoruz. 1979 “Camp David Antlaşması/Düzeni” kapsamında Mısır’la başlatılan “barış süreci”ne, 1994’de Ürdün ve sonrasında bu yıl Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn’in dahil edilmesiyle ivme kazandırılmış durumda. Bu ivmede Trump’ın başkanlık görevine geldikten sonra ilk yurt dışı ziyaretini niçin Suudi Arabistan’a yaptığı daha net anlaşılıyor.

Nitekim Trump “normalleşme anlaşmaları”nın imzası vesilesiyle Beyaz Saray’da yaptığı konuşmada bugünün dünyasında Orta Doğu ülkelerinin işbirliğini, çatışmaya tercih ettiğini vurguluyor ve şunu söylüyor: “Bu ülkeler, Araplar, İsrailliler, Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanların uyum ve barış içinde birlikte yaşayabileceği, ibadet edebileceği, yan yana hayal kurabileceği bir geleceği seçiyorlar.”

Bu ifade bizi yaygın olarak Vatikan/Papalık tarafından gündeme getirilen “Dinlerarası Diyalog” projesinin söylemden, kısmen de olsa uygulamaya geçtiğini gösteriyor. Semavi dinleri, “İbrahimî dinler” kavramı-çatısı altında toplamaya çalışan bu görüş, “Tek Tanrı” inancı (bir diğer ifadeyle, Allah’tan başka bir ilahın bulunmadığını ifade eden kelime-i tevhid (kelimetü’t-tevhîd) noktasında tüm inananları (Hz. İbrahim’in çocuklarını) toplamayı ve peygamberler kısmını göz ardı ederek, aralarındaki ihtilafları sona erdirmeyi hedefliyor. Trump ve ABD, bir misyon devleti olarak (ki burada ABD’nin Mesihçi bir anlayış üzerine kurulduğunu unutmamak gerekiyor) burada görevini yerine getiriyor. Trump’ın Mescid-i Aksa vurgusu bu açıdan dikkat çekici. Kutsal yerler noktasında İsrail’i “barışçıl-hoşgörülü” gösterme gayretleri de elbette göz ardı edilmemeli.

Bu anlaşma, İbrahimi dinler noktasında Yahudi ve Hristiyanlar arasında gelinen aşamayı göstermesi açısından önemli. Kendilerini İbrahimi dinlerin en gerçek temsilcisi olarak gören, savunan ve bu noktada ihtilaflara giren, katliamlar gerçekleştirenler en azından ABD boyutuyla (zira genel anlamda Avrupa ve Rusya’nın böyle bir şeyi şu an için kabul etmesi pek mümkün görünmüyor) aralarında ittifak sağlamış görünüyorlar. “Eski Ahit” üzerinden sağlanan bu ittifaka Müslümanlar da dahil edilmeye çalışılıyor.

“Yeni Ortadoğu”, eski dünyanın merkezi olarak ABD-İsrail, daha doğrusu evanjelizmin liderliğinde başkenti Kudüs olarak şekilleniyor. Dolayısıyla Kudüs tartışmaları şu an her ne kadar “Yahudi İsrail Devleti”nin başkenti bağlamında gündeme gelse de, aslında klasik ulus-devlet başkenti anlamının dışında bir yere, öneme sahip. Çok açık bir şekilde ifade etmek gerekirse Kudüs, “Yeryüzü Krallığının”, daha somut tabirle “Evanjelik İmparatorluk”un (Büyük İsrail) başkenti olarak hazırlanıyor ve Trump’ın “Yeni Ortadoğu’nun şafağındayız” vurgusu, aslında buna hizmet edecek “İbrahimi Dinler İttifakı”nın inşası ile eşdeğer.

İBRAHİMİ DİNLER-BATIL DİNLER ÇATIŞMASI VE ÇİN

ABD-İsrail ikilisinin “Yeryüzü Krallığı”nın inşasında “İbrahimi dinler” dışındakiler ise elbette birleştirici bir “öteki” olarak karşımıza çıkıyor. Bu noktada Çin, “İbrahimi dinlere” ve onların kutsal topraklarına bir tehdit (“Yeʾcûc ve Meʾcûc”) olarak önümüzdeki süreçte daha çok ön plana çıkartılacak gibi. Bu da bize, söz konusu anlaşmanın teolojik boyutunun arka planında yer alan jeopolitik-stratejik hedefleri ortaya koyuyor. Taliban’la varılan anlaşma da bu hedefin bir parçasıdır.

Dolayısıyla normalleşme süreci ve anlaşmalardan birinin adının “İbrahim” olarak imzalanması tesadüf değil. Bu adlandırma, doğrudan doğruya ABD’nin yeni İslam dünyası stratejisinin ilanıdır. ABD, İslam dünyası/Müslümanlar ile ilişkilerini “Evanjelik İslam” anlayışı çerçevesinde düzeltmeye, yeniden inşa etmeye çalışıyor. Bu bağlamda “Ilımlı İslam” projesinin aslında “Evanjelik İslam”ı hedeflediğini ya da onunla aynı anlama geldiğini söylemek çok da abartılı olmaz.

Dünya, ABD/Evanjelikler liderliğinde farklı bir dinler savaşına doğru sürüklenmeye çalışılıyor. “Semavi/İbrahim Dinler” – “Batıl Dinler” şeklindeki “cephelendirme” önümüzdeki süreçte daha çok gündeme gelecek gibi. Bu sefer, farklı bir “Haçlı Seferi” söz konusu, en azından hedef daha doğuda…

ARAP-İSRAİL NATO’SU

  • Filistinli uzmanlar daha önce Arap-İsrail NATO’su kuruluyor yorumları yapmıştı. Ne dersiniz?

“Arap-İsrail NATO’su” açıkçası mevcut konjonktürde çok da sürpriz olmaz. Trump bunun en somut sinyalini Mayıs 2017’deki Suudi Arabistan ziyaretinde vermişti. 54 Arap ve Müslüman ülkenin liderleriyle bir araya gelen Trump, birlik çağrısı yapmış ve ziyarete iki fotoğraf damgasını vurmuştu. Trump’ın Suud Kral Abdulaziz ile birlikte gerçekleştirdiği “kılıç dansı” ve bir küre etrafında ABD, Suud, Mısır, BAE, Bahreyn liderlerinin verdiği poz. Bu poz ile aslında “Küre İttifakı” tüm dünyaya ilan edilmiş ve “Barış Planı”na destek açıklanmıştı.

Başlangıçta İran’ı tehdit olarak gösteren “Küre İttifakı”’nın kurmaya çalıştığı “Ordu”nun adı bile kafa karıştırıcıydı. Yemen’deki iç savaşta İran tehdidini çok yakın bir gerekçe olarak gösteren Suudi Arabistan’ın bir “Arap Ordusu/Arap NATO’su”, “İslam Ordusu/İslam NATO’su” kurulması çağrısı önemliydi. Türkiye ve Pakistan’ın ihtiyatlı duruşları, Katar ve başka Arap devletlerin destek vermeyişi dolayısıyla bu ordu kurulamadı. (Diğer taraftan, bu “İttifak” anlaşmasının temel hedeflerinden birinin de Türkiye’nin başta Pakistan, Suudi Arabistan ve Katar ile gerçekleştirmeye çalıştığı “İslam Ordusu” projesi olduğu zaman içerisinde anlaşıldı.)

Anlaşılan o ki, Evanjelik yapı “Arap-İsrail NATO’su” hedefinden vazgeçmemiş. Nitekim 2017 sonrası İsrail ile gerçekleştirilen ittifak/işbirliği anlaşmaları, bu ordunun “Arap-İsrail NATO’su” çatısı altında kurulma iddialarını da güçlendirmekte. Trump’ın Washington’da yaptığı konuşma ve “İbrahim Anlaşması” da bunu teyit ediyor.

‘BÖLGESEL NATO’CUKLAR’

Aslına bakılırsa “Arap-İsrail NATO’su” fikri, ABD’nin Trump’la birlikte ifşa olunan Soğuk Savaş dönemi tüm kurumlarına, yapılarına, değerlerine karşı açtığı savaş ile de örtüşüyor. Trump’ın bu bağlamda NATO’ya, NATO üyesi ülkelere yönelik tavrı ortada. Anlaşılan o ki, Trump “Arap-İsrail NATO’su” ile “Bölgesel NATO’lar” ya da amiyane tabirle “Bölgesel NATO’cuklar” fikrini ilk olarak “Yeni Ortadoğu”da hayata geçirmeye çalışıyor. ABD böylece az maliyetle, daha operasyonel, hızlı ve “bölgesel liderlik” duygusu/hırsı ile kendisine bağlı “ortaklar” edinmek suretiyle Çin’e ve onun müttefiklerine karşı pozisyonunu kuvvetlendirmeye çalışıyor.

‘İRAN’I İKNA ETMELİLER’

  • Açıklamalarında Netanyahu, İran'a baskı uyguladığı, İsrail'e koşulsuz destek verdiği için liderlere teşekkür etti. Trump ise, 'seçimden sonra İran ile anlaşacağız' vurgusu yaptı. İran vurguları ne anlama geliyor?

Çok iddialı bir ifade olmakla birlikte mümkün. Zira Obama ile bir anlaşma yapılmıştı. Burada kimin daha fazla taviz vereceği çok önemli. Afganistan ve Irak’ta ABD ile işbirliği yapan ve bunu açıklamaktan çekinmeyen bir İran’dan bahsediyoruz. (Bu hususta eski cumhurbaşkanlarından Ahmedinejad’ın itirafı var.) Bu saatten sonra İran’ın taviz vereceği bir anlaşma “eksen değişikliği” ile eş değer bir “teslim anlaşması” olacaktır. O yüzden, en azından İran boyutuyla anlaşmanın içeriği çok önemli.

Peki, Trump neden böyle bir açıklama yapma gereği duydu? Bence üzerinde durulması gereken mevzu bu. Cevabı basit. İbrahim Anlaşması ile gündeme gelen “Evanjelik İslam” projesinin ve “İbrahimi Dinler İttifakı”nın hayata geçirilebilmesi için iki kilit ülkenin ikna edilmesi gerekiyor: Türkiye ve İran. Bu iki ülkeyi kazanmadıkça projenin -hayata geçmesi mümkün değil. O yüzden Trump İran’la bir şekilde anlaşmak zorunda. Trump seçim sonrası öyle ya da böyle İran’ı anlaşmaya zorlayacağı mesajını veriyor. Dolayısıyla bu anlaşmanın nasıl olacağı, hangi araçların, yöntemlerin kullanılacağı sorusu önemli.

‘SUUDİ ARABİSTAN EN SON İMZACI OLACAKTIR’

  • Donald Trump 'normalleşme' sürecinde sıradaki ülkenin Suudi Arabistan olabileceğini söyledi, ama Suudi yönetimi sessiz şu an. Sizce sıradaki ülke Suudi Arabistan olabilir mi?

Evet, ama şimdi değil. En son ülke olacaktır. Suudi Arabistan’ın sessizliğinin temelinde şu beş temel husus yatıyor. Birincisi, Suudi Arabistan’ın kutsal yerler bağlamında sahip olduğu konum ve Arap-İslam dünyasını hedef alan “liderlik” iddiası. Böylesi bir anlaşma Suudi Arabistan’ı taraf yapacağından, manevra alanını daraltacağından şu an için “ortada” durumunu devam ettirmek istiyor. İkincisi, bu gelişmeleri Riyad’da BOP’un bir parçası olarak değerlendiren bir kesim var ve bazı “Prensler” kendilerini bir hedef olarak görüyor. (Bilindiği üzere, BOP haritasına göre “Yeni Ortadoğu”da bölünen ülkelerden biri de Suudi Arabistan. Oysa Suudi Arabistan “Büyük Arabistan” liderliği düşüncesinden vazgeçmiş değil). Üçüncüsü, BAE vb. rakipleriyle yapılan anlaşmaları kendi çıkarlarına ve rakiplerini güçlendirmeye yönelik girişim olarak değerlendiriyorlar. Dördüncüsü, Suudi Arabistan içerisinde bir güç mücadelesi var. Suud Sarayı ikiye bölünmüş durumda ve şu anki görüntü ABD-İsrail ikilisinin tam olarak Suud Sarayı’nı kontrol edemediğine işaret ediyor. Son husus ise eğer Suudi Arabistan böylesi bir anlaşmaya imza atarsa, İbn-i Suud’dan bu yana geleneksel olarak üstlendiği Filistinlileri ikna ve sakinleştirme rolünü kaybedecektir. Dolayısıyla son ana kadar Suudi Arabistan beklemeye devam edecektir.

BİP’E KARŞI TÜRKİYE’NİN İŞBİRLİĞİ İMKANLARI

  • Bu anlaşmalar bölge ve özellikle Türkiye için nasıl sonuçlar doğuracaktır? Filistin konusunda yeni cepheleşmeler oluşuyor. Türkiye bu cepheleşmede işbirliği alanını nasıl genişletebilir?

Söz konusu sürecin “Yeryüzü Krallığı” üzerinden “Büyük İsrail”in – “Evanjelik İmparatorluğun” inşasına hizmet ettiği ortada. Dolayısıyla bölgedeki krizlerin daha da genişleyeceği ve derinleşeceği bir süreçten geçiyoruz. Zira BOP’tan Büyük İsrail Projesi (BİP)’ne geçiş tescillenmiştir. Bu gelişme hiç kuşkusuz Türkiye’yi de hedef almaktadır. Türkiye’nin coğrafyadaki etki ve manevra alanı daraltılmak, Arap-İslam dünyası boyutuyla da yalnızlaştırılmak istenilmektedir.

Peki, Türkiye ne yapabilir? Öncelikle, Türkiye bu projenin kendisine ve mevcut şartlar altında İran’a rağmen gerçekleştirilemeyeceğini biliyor. Dolayısıyla burada öncelikle Türkiye-İran işbirliği önemli. Türkiye ve İran, BOP kapsamında Irak’taki oyunu nasıl bozduysa ve kendileri üzerinden yürütülen “İslam İç Savaşı” kurgusunu/projesini coğrafyanın geleceği adına nasıl boşa çıkarttıysa, bundan sonraki süreçte de ortak tehditler karşısında benzer bir refleksi ortaya koyabilirler. Daha önceleri de ifade ettiğim üzere, Türk-İran tarihi sadece Çaldıran ve Kasr-ı Şirinden ibaret değil; bir de bunun “Büyük Selçuklu” deneyimi, boyutu var.

Ayrıca bu projeye Avrupa devletlerinin de büyük ölçüde destek vermediğini görüyoruz. Kudüs-Filistin noktasındaki yaklaşımlar ortada. Rusya/Ortodoks faktörünü de göz ardı etmemek lazım. Dolayısıyla söz konusu proje Hristiyanlık ve İslam noktasında yekpare bir duruşu ortaya koymuyor. Ve daha da önemlisi Çin bu gelişmeleri çok net okuyor olmalı. Tüm bunları alt alta koyduğumuzda karşımıza Türkiye açısından hiç de yalnız olmadığı bir tablo ortaya çıkıyor. Türkiye, sahip olduğu bu avantaj ve tarihsel birikimi ile başta kendisi olmak üzere gönül coğrafyasında oynanmak istenen oyunu bozacaktır. Bundan hiç kimsenin endişesi olmasın!

Son Dakika Haberleri