Arguvan’ın dışa vurmuş hali Bozkırdan fışkıran heyketler
Süleyman Kılıç, yıllar yılı İstanbul’un kaldırımlarını çiğneyip, yollarında gezindikten, USİAD’larda yöneticilik yapıp, İstanbul Üniversitesinde masterini tamamladıktan, evlenip çoluk çocuğa karıştıktan, üstelik particilik de yaptıktan sonra, birden memleketini, köylülerini hatırlamış.
Ama ne hatırlama…Taşına, toprağına, çiçeğine, böceğine, eşeğine kadar…Arguvan’ı, köylerini yazıp duruyor. Her yıl bir kitap çıkartıp, edebiyatımıza yeni bir tarz, dilimize yeni sözcükler sunuyor. Cılgalar’ı bu yıl Heyketler izledi. Heyketler neymiş diye kitabın sonundaki sözlüğe baktım, bulamadım, meğerse önsözde imiş: “Eğlence ya da yergi amaçlı konuşma” demekmiş. Süleyman Kılıç’tan hem Arguvan’ı hem de halkın dilini öğreniyoruz. Günahı boynuna…
Önsöz yazan Belediye başkanından en uzak köylüsüne kadar herkes Süleyman Kılıç’ın Heyketler’i için seferber olmuş. Kimi anlamış, kimi resim vermiş, kimi omuz…
Heyketler, “Derin Arguvan”ın dışa vurmuş hali sanki… Böyle yazı girişi mi olur? Kimse darılmasın, Heyketler’e ancak böyle bir giriş yakışır.
ARGUVAN’DAN İNSAN MANZARALARI
Gelelim sadede ve ciddiyete. Süleyman Kılıç bir çığır açıyor adeta… İstanbul’un çok çeşitli mekanlarını bırakıp köyünde, kasabasında hazine arıyor, buluyor da… Aslında aradığı hazinenin nerede olduğunu bildiği için, el atıp kolayca çıkarıveriyor. İşin sırrı burada. Yaptığı şey basit: Köylülerine mikrofon uzatıyor ya da sağda solda kalmış anıları bulup çıkarıp, derliyor.
Karşımıza bozkırın bir köşesinden insan manzaraları çıkıyor. Çoluklu-çocuklu, kadınlı erkekli bir topluluk…Görmüş geçirmiş, günü gelmiş acıyı bal eylemiş, kavruk, çilekeş Anadolu insanları… Fonda Malatya/ Arguvan, bir geçit töreni, bir resim galerisi sanki…. Hangi birini anlatmalı? Ahmet’in öyküsünü mü, Mehmed’inkini mi? En iyisi anlatmayıp okura bırakmak.
Abidin Bozkırın o güzel insanlarının resmini yapabilir miydi? Kılıç, Abidinlerin, Nazımların yarım bıraktığı işi tamamlamaya çalışıyor.
KÜFÜRÜN GÜZELLİĞİ
Kitap Can Yücel’den bildik bir fıkra ile başlıyor. Yargıcın sorusuna Can Yücel’in; “Bizde g.t’e g.t derler” yanıtıyla. Can Yücel yerel galerinin tek yabancı siması… Doğrusu yakışmış.
18 yaşından küçüklere okutmak doğru mu, emin değilim! Bizim buralarda küfür saydığımız şeylerin çoğu oralarda ekmek peynir gibi tüketiliyor anlaşılan. Hele g.t hemen her satırda karşımıza çıkıyor. Yazar buna “köylü bilgeliğinin kendini ifade tarzı” tanısını koymuş. İnanmak okura kalmış, ama ben ikna oldum sanki…
ARGUVAN, BİR BARIŞ ADASI
Arguvan deyip geçmeyelim. Bozkırın kurak-çorak bir köşesindeki insan zenginliği nerden geliyor? Çoğu ilkokulu zar zor görmüş bu insanlar, bilgeliği hangi kitaptan, hangi hocadan öğrenmişler?
Sakinlerin sorunlarını biraz şaka biraz dokundurma ile çözdükleri ilginç bir belde Arguvan. Uzun yıllar ilçede bir olay çıkmayınca Adliye merkeze taşınmış ardından sıra cezaevine gelmiş.
Bu kadar karışık, çatışmalı bir dünyada bir barış adası… Mucize mi oluyor? Arguvan neyi kanıtlamaya çalışıyor? Süleyman Kılıç öyle sakin anlatıyor ki, dünyanın düzeninin neden Arguvan’ın tam tersi olduğunu düşünmeye başlıyor insan.
Süleyman Kılıç bu ilginç dünyayı tatlı tatlı aktarıyor okura. Yeri geliyor akrabalarını, komşularını konuşturuyor. Hazırcevap köylüler yeri geliyor, kaymakama vb. lafı oturtuyor. Bol bol eşek hikayesi anlatıyor. (Eşek Arguvan köylerinin vazgeçilmeziymiş geçmişte, şimdilerde değişmiş. Olabilir, ne de olsa Alamanya’ya çok göç verdi Arguvan) Eşeklerin yerini mersedeslerin aldığını üzülerek anlıyoruz anlatılanlardan.
EDEBİYATA YENİ BOYUT
Süleyman Kılıç edebiyatımıza yeni bir boyut getiriyor sanki.
Düşünce planında ise o yoksul, alçakgönüllü insanların taşıdığı büyük potansiyeli bizlere aktarıyor. Sait Faik’in İstanbul’daki deniz kokan emekçi kahramanlarının yerini bozkırın toprak kokan emekçileri, çobanlar, rençberler, ocakta ekmek pişiren, ahırda hayvanları sağan kadınlar alıyor. Halkın içinden.
Bir zamanlar, Yaşar Kemallerin, Fakir Baykurtların, Mahmut Makalların bize tanıttığı, sonraları Neo-liberal dalgaların altında kalarak ezilen, göç dalgasının etkisiyle sağa sola savrulan, ama sağduyu pusulası ile yollarını şaşırmayan köylü insanlarımız, yani Anadolu’nun en köklü kültürünün kahramanları, hayatla Arguvan’ın rahle-i tedrisinde tanışan yazarın kaleminden yeniden karşımıza çıkıyor. Piyasaya çıkan kitap, Heyketler 1 adıyla okurla buluştu. Demek ki arkası gelecek. Bozkırın görece seyrek nüfuslu bir köşesinden yüzlerce sayfa Heyketler çıkaran, bizi hem güldüren hem de düşündüren Süleyman Kılıç bakalım daha neler anlatacak? Kaynak Yayınları’nın yan kuruluşu olan Uyum Yayınları’ndan çıkan Heyketler’in ikincisini şimdiden merakla beklemeye başladık.
Yazar kitapta Şemsi Belli’nin şiirine de yer vermiş:
BİR BÜTÜNÜN ÇİFT YARISI
Lo gardaşım ne soriysin,
Beni boşuna yoriysin.
Kürt de Türk de bir silahın yarısı,
Biri namlu,
Biri gundah,
İnanmazsan aç tarihi,
Horasan'dan bu yana geçmişe bah!
Aynı kökten su yürümüş gövdeye,
Gövdenin üst yanı çatal,
Her çatalda bir güçlü dal,
Dalın üstünde yemişler.
Dallar farklı, gövde aynı, kök aynı,
Birine Kürt, birine Türk demişler.
Kürt Ziya'ydı Ziya Gökalp,
Türkçülüğün esasını yaratan.
Fırat Dicle birbirine karışmış
Belli değil alan satan.
Aynı mezarlıkta yan yana uyur
Anan baban, deden atan.
Kürt de Türk de bir bütünün yarısı,
Birinin anası anam,
Öbürünün anası emmim garısı.
Felek bizi aynı yünden eğirmiş,
Gara, yeşil, gırmızı, mor
Boyamıza sarı girmiş, al girmiş,
Ayırmak zor
Tek kilimde bir çift nakış yanyana,
Can vermişiz, gan vermişiz aynı can'a..
Lo gardaşım, ne soriysin?
Beni
Boşuna yoriysin...