Yandex
16 Ocak 2025 Perşembe
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Atatürk Cumhuriyetinin bir neferi: Namık Kemal

Pak, 2003 yılında TÜBİTAK Bilim Kurulu’nca oy birliğiyle, yeniden başkanlığa seçilmesine rağmen dönemin hükümetince başkanlığı onaylanmadığı için görevine devam edemedi. Ancak yılmadı, küsmedi. ODTÜ Fizik Bölümü’nde ders vermeye devam etti.

Atatürk Cumhuriyetinin bir neferi: Namık Kemal
A+ A-
Feyziye Özberk

Prof. Dr. Namık Kemal Pak, bilim dünyamızın yüz akı bir aydındı. Onu da bir 10 Kasım günü (2015) kaybettik. Profesör Pak, Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) kuruluşunda yer almış, TÜBİTAK’ta önce başkan yardımcılığı daha sonra da 1999- 2003 arası başkanlık yapmıştı.
Pak, sahip olmakla övündüğümüz, dünya çapında bir bilim insanıydı. 1979’da TÜBİTAK Teşvik Ödülü, 1989’da TÜBİTAK Bilim Ödülü ona verilmişti. 1990’da o sıralarda kurulmuş olan Üçüncü Dünya Bilimler Akademisine (TWAS), Prof. Feza Gürsey’den sonra ikinci Türk üye olarak seçilmişti. 1993’te yeni kurulmuş olan Türkiye Bilimler Akademisi’ne hükümet tarafından atanmış 10 üyesinin seçtiği, ilk 10 seçilmiş üye arasında yer almıştı. Aynı yıl AcademiaEuropaea’ya Prof. Dr. Celal Şengör ve Prof. Dr. Erdoğan Şuhubi’den sonra üçüncü Türk üye olarak seçilmişti. O aynı zamanda Dünya Bilim Akademisinin de (The World Academy of Sciences) üyesiydi.
Pak, 2003 yılında, TÜBİTAK Bilim Kurulu’nca oy birliğiyle, yeniden başkanlığa seçilmesine rağmen dönemin hükümetince başkanlığı onaylanmadığı için görevine devam edemedi. Bu kıymet bilmez tutum onu çok kırdı, çok üzdü. Görüşmemizde duygularını kelimelere şöyle dökmüştü: "Tüm bu evrensel kazanılmış mutluluklardan sonra 2003 sonrası yaşananlar bu ülkede her şeyin ne kadar değersiz olabileceğini, daha doğrusu değersiz kılınabileceğini gösteriyor."
Ancak yılmadı, küsmedi. ODTÜ Fizik Bölümü’nde ders vermeye devam etti. Yazı kurulu üyesi bir aydın olarak Bilim ve Ütopya Dergisi’ndeki çalışmalara katıldı. Hukuk alanında hakkını aradı. (9 Ocak 2004’den 21 Temmuz 2006’ya kadar süren iki buçuk yıllık bir hukuk mücadelesi) Sonunda bir manevi tazminat da kazandı. Anımsanacağı gibi o yıllarda TÜBİTAK öncelikle hedef alınan kurumlardan biriydi. Bu da bize; bilimin, bilim kurumlarının, bir ülke için ordu kadar önemli olduğunu gösteriyor.
Namık Kemal Pak’la, 23 Haziran 2010, Çarşamba günü Bilim ve Ütopya Dergisi’nin Ankara bürosunda uzun bir söyleşi yapmıştım. O, kendisini Kemalist Cumhuriyetin bir neferi olarak nitelemişti: "Biz hep kendimizi Kemalist Cumhuriyetin neferleri olarak gördük ve ulusun çıkarlarını her zaman kendi çıkarlarımızın üstünde tuttuk."
Namık Kemal Pak orta sınıf diyebileceğimiz, ticaretle uğraşan bir aileden geliyor. Aile büyükleri çok eğitimli insanlar değildir. Pak, yaşamındaki büyük atılımı, Atatürk’le ve onun devrimleriyle açıklıyor: "Ben kendi ailemdeki yarım asır gibi bir süreye sığan büyük dönüşüme bakınca Cumhuriyet’e ne kadar çok şey borçlu olduğumuzu görüyorum. Dedelerimden, ebeveynlerime, kardeşlerime, bana ve çocuklarımın geldiği noktaya baktığım zaman bunun ne denli müthiş bir dönüşüm, tam anlamıyla bir metamorfoz olduğu görülüyor. Bu dönüşüm programının tümüne verdiğimiz adla Atatürk Devrimlerine borcumuzu herhalde ödeyemeyiz. Bu tür binlerce başarı öyküsüne karşın bu devrimlere karşı yenilerde takınılan inanılmaz düşmanca tavır insanın içini acıtıyor."

NASIL BİR BİLİM VE EĞİTİM POLİTİKASI?
Nasıl bir bilim ve eğitim politikası bu büyük değişime, atılıma kaynaklık etmiş, Pak’ın yetişmesinde etkili olmuştu? Söyleşimizde özellikle bu sorunun yanıtını aramıştım. Öncelikle, lise eğitiminde ona ve diğer gençlere evrensel düzeyde bir bilimsel anlayış kazandıran öğretmenleri olur. Bu öğretmenler devrimci Cumhuriyet’in yetiştirdiği ülkücü insanlardır. İşte bu öğretmenlerden biri, Yusuf Ziya Bey’dir: "Beni etkileyen ve hâlâ aklımda kalan birkaç öğretmenim var; en simgesel olanı anlatmalıyım. Matematik öğretmenimiz Yusuf Ziya Bey. 9, 10, 11. sınıflarda derslerimize geldi. Atatürk Devrimleri döneminde Fransa’da eğitim görmüş. Cumhuriyet’in ilk yıllarında başarılı pek çok genç, devrim önderlerince eğitim için yurtdışına yollanmışlar. Üniversitede görevlendirilmek için doktora derecesinin zorunlu olmadığı o dönemde, bazı dönem arkadaşları üniversitelere geçmişler; öğretmenimiz ortaöğretimde kalmayı tercih etmiş. Bu değerli öğretmenimiz evrensel düzeyde bir matematik eğitimi almamızda, daha da önemlisi evrensel düzeyde bir bilimsel anlayış kazanmamızda ki ben bunu çok önemsiyorum, büyük rol oynamıştı. Bize bilimsel düşünüş tarzını, taklitçilik yerine özgün düşüncenin önemini kavratan önder bir öğretmendi. Böyle rol modeli öğretmenlerin olması çok önemliydi. Son sınıfa kadar bizim lisede okuyan merhum Adnan Kahveci’nin, kardeşlerimin ve birçok okul arkadaşımızın geleceklerinin şekillenmesinde, evrensel düzeyde belli seviyelere gelmelerinde büyük rol oynamış hocalarımızdan biriydi.
"O yıllardaki öğretim kurumları gerçekten eğitim ve öğretimin yapıldığı yerlerdi. Analitik bir yaklaşımla bir problemi temelinden çözebilme yeteneği öğretirlerdi. Binlerce örnek yapıp bunları hafızaya depolayarak ‘bunlardan biri karşınıza çıkarsa yaparsınız’ yaklaşımı bizim hiç muhatap olmadığımız bir yöntemdi. Tüm profesyonel bilimsel yaşamım boyunca bu sağlam temelin büyük katkısını gördüm."
Pak, Samsun’da 19 Mayıs Lisesi’nde okumuş. 19 Mayıs Lisesi Cumhuriyet Devriminin aydınlığını Anadolu’ya yayan okullardan biri olarak Afyon, Kayseri, Konya, Sivas, Trabzon liseleriyle birlikte haklı bir şöhret kazanmıştır. O zamanlar orta ve lise eğitimi, çok ciddi bir eğitimdir. Öğretmenlerinin büyük çoğunluğu seçkin insanlardır. Ancak ülkenin ekonomik durumunun bir yansıması olarak okullarda bazı alt yapı eksiklikleri kuşkusuz vardır. Yeterli öğretmen olmadığı için bazı derslerin boş geçtiği olur.
TÜBİTAK’ın öncülü bir yapı
Pak, 1964 Haziran ayında NATO Bilim Komitesi’nin bilim adamı yetiştirme amacıyla yaptığı seçme sınavına giriyor ve kazanıyor. NATO Bilim Komitesi, daha sonra aynı amaçla özel olarak kurulan TÜBİTAK’ın öncülü bir yapıdır.Amaç, çok başarılı gençlerine burslu olarak fen eğitimi almalarıdır. Atatürk Devrimlerinin yeniden canlandığı 1960’lı yıllar, devletin bilinçli ve planlı bir biçimde bilim kurumları yaratma ve bilim insanı yetiştirme çalışmasını başlattığı bir dönemdir. Pak ve o dönem yetişen diğer bilim insanlarımız bu girişimlerin meyveleridir. Bu çalışmalarda dünya çapındaki değerimiz Profesör Cahit Arf’ın da emeği vardır.

MÜHENDİS Mİ BİLİM ADAMI MI OLMALI?
Cahit Arf’ın bir katkısı da Pak’ı o yılların gözde mesleği mühendis olmaktan vazgeçirmesidir: "NATO bilim komitesi yazılı sınavını Türkiye genelinde kazanan 20 öğrenci arasındaydım. On-on beş gün sonra mülakata çağrıldık. NATO Bilim Komitesi’nin başında merhum Prof. Cahit Arf vardı; Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük bilim adamlarından biri. En büyükler denince aklımıza ilk gelen isimler: Cahit Arf, Feza Gürsey, Asım Barut, Erdal İnönü, Cavit Erginsoy... O mülakatta Cahit Arf’ın benimle yakından ilgilendiğini hatırlıyorum; zira yazılı sınavda ilk sıralardaymışım. O sırada, aynı dönemde girdiğim kamu iktisadı teşekkülleri yurt dışı sınavını da Etibank hesabına İngiltere’de elektronik mühendisliği okumak üzere kazandığım haberi de gelmişti. Toplumda en yüksek itibarı gören meslek, o yıllarda mühendislikti. Zira mühendisler kolay iş buluyor ve iyi para kazanıyorlardı. Dolayısıyla, kalkınan ve hızla dönüşen o günkü Türkiye’de adet olmuş, en parlak gençler mühendis oluyorlar. Cahit hoca, mülakatta rahat bir havada ne olmak istediğimi sorunca mühendis olmayı düşündüğümü, korka korka söyledim. Zira sınavdan önce onun mühendis değil büyük bir bilim adamı olduğunu öğrenmiştik. ‘Mühendis olup da ne yapacaksın, biz sizi burada atom âlimi olarak yetiştireceğiz’ dedi. Hoca doğru tabiri kullanmıştı bence. Ancak böyle bir söz genç bir adamın kafasındaki toplumsal kalıpları kırabilir, mühendis olma tutkusundan vazgeçirebilirdi. Hem de yurt dışında çok prestijli bir bursla mühendislik okuma olanağını yakalamış bir genci."
Pak’ın hayranlık ve minnetle söz ettiği diğer bir hocası da Burhan Cahit Ünal’dır: "Güler yüzlü, genç, yakışıklı, enerji dolu bir bilim adamı. Ona bölüm yönetimi tarafından sınıfta ‘NATO’nun burslu grubu var’ denmiş. Burhan Bey de zamanında Fransa’ya bir kamu iktisadi teşekkülü adına elektrik-elektronik mühendisliği okuması için gönderilmiş. Mühendislik eğitimden hoşlanmamış ve sistemi (bürokrasiyi) zorlayarak teorik fizik okumuş. Öykülerimiz de çok benziyordu hocamızla. Hocamız bizi, biz de hocamızı çok sevdik. Sınıfta, 6-7 kişi bilim kulübü gibiydik. Burhan Bey, bizlerde kendi geçmişini görünce heyecanlanıp, endazeyi hoş bir şekilde biraz kaçırmıştı. Örneğin o yıl bize ikinci sınıfta verilen klasik mekanik dersini ODTÜ’de şimdilerde yüksek lisans aşamasında veriyoruz. Bu küçük grubumuzla Cumartesi, pazar dâhil sürekli ders yapıyoruz. O yaz tatilinde evlerimize de gitmedik. Hoca bize çok erken bir dönemde kuantum mekaniği öğretti. Kuantum kültürü o yıllarda henüz Türkiye’ye sistemik olarak girmemişti. Dünyayı değiştiren bilimsel devrimlerden en önemlileri olan kuantum ve rölativite teorileri, normal ders programında yoktu; ama biz bunları ve daha da fazlasını en ileri düzeyde özel olarak öğreniyorduk. Huşu içinde bilim yapıyorduk ve artık ‘doğru yerde olduğumu’ biliyordum. Bu düzeyde eğitim veren herhangi başka bir kurum var mıydı o sıralarda Türkiye’de bilmiyorum."

PAK, NEYİ VURGULAMAK İSTEMİŞTİ?
"Bu dönem ve burs programından biraz ayrıntıyla söz etmemin nedeni bu sürecin ülkemizde bilimin kurumsallaşması ve bilimin en önemli unsuru olan bilim adamı yetiştirme bağlamındaki ilk sistemik girişime karşı gelmesidir. Yapılan işin öneminin ayırdında olan bu işin mimarları, burs miktarını da o gün için çok ciddi bir miktar olarak belirleyerek; bunun da bir teşvik unsuru olmasını sağlamışlardı. Aldığımız burs, doğru hatırlıyorsam, yaklaşık bir öğretmen maaşı kadardı. Üstelik başarıyla mezun olmak ve yurt dışındaki bir kurumdan kabul almak koşuluyla bursun doktora evresinde de devam etmesi gibi çok çekici özellikleri vardı. Tüm bu özellikler bu bursu bir prestij bursu statüsüne yükseltmişti. En parlak öğrencilerin bilime yönelmesi, 60’lı yılların mini aydınlanma dönemi havasında 8 yıl kadar sürdü sonra ilgi tıp ve mühendisliklere kaydı."

BERKELEY-KALİFORNİYA ÜNİVERSİTESİ
Namık Kemal Pak, hem yetenekli hem de çok çalışkan bir gençtir. Çok iyi de bir temel eğitim almıştır. Bu özellikleri doktora için kabul edildiği Berkeley Üniversitesi’nde dikkat çeker. Berkeley, dünyanın en büyük 10 üniversitesinden biridir. "Çok sayıda Nobel ödüllü dünya çapında hocalar vardı. Onlarla aynı binada, aynı koridorlarda olmak, beni heyecanlandırıyordu, huşu duyuyordum. Daha başından derslerdeki başarılarımla hocalarımın dikkatini çektiğimi hatırlıyorum.Buna biraz hayret de ettiler. Bu, herhalde dünyanın öbür ucundan, adı sanı pek duyulmamış bir okuldan geldiğim için olmalı. (Ankara Üniversitesi) Zira Berkeley gibi okullara doktora yapmaya gelenler genellikle dünyanın en ünlü üniversitelerinin mezunları. Amerika’nın bilimde başarılı olmasının nedeni bence bu: Öncelikle dünyanın her yerinden gelen en parlak gençlerin, çok gelişkin alt yapılar üstünde, tüm yaşam gailelerinden uzak, tüm benlikleri ve zamanlarıyla bilimle uğraşmaları. Türkiye’de ise bilim hâlâ hobi gibi rahat bir tempoda, part-time, ya da some-time temposunda yapılıyor."

CESUR, ÇALIŞKAN, PAYLAŞMAYI SEVEN BİR BİLİM İNSANI
Yakınları Pak’ı, özgür düşünceli, ne pahasına olursa olsun adaletten, doğruluktan, objektiflikten ayrılmayan, görev disiplini olan, çalışkan bir kişi olarak tanıtıyorlar. Öğretim üyesi arkadaşları ve öğrencileri onu takdir ediyor ve çok seviyorlar.
"Hiçbir mesleki kıskançlık göstermeden, bilimsel olarak tüm bildiklerimi, kendime saklamadan, insanlarla cömertçe paylaşmayı çok sevdim, son yolculuğa çıkmadan tüm bildiklerimi mümkün olduğunca çok insana aktarmaya çaba sarf ediyorum. Bu nedenle de iyi bir öğretmen olduğumu söylerler.
"Ne dediğinizden çok; nasıl yaşadığınız, ne yaptığınız, nasıl örnek olduğunuzun önemli olduğunu gördüm. Bu özelliklerin, aile fertlerimin de temel özellikleri olması en büyük mutluluk kaynağım. Eşimin ve çocuklarımın da vermeyi, paylaşmayı seven; uyumlu, efendi insanlar olmasından hep gurur duydum.
Profesör Pak, öğrencileri için her zaman iyi bir örnek ve yol gösteren olmuş. Türkiye’nin eğitim, bilim ve teknoloji politikaları üzerine birçok makale ve rapor hazırlamış. Bilim konulu yazıları anlaşılır, bilgilendirici ve aydınlatıcıdır. Bu yazılarının önemli bir çoğunluğu Bilim ve Ütopya Dergisi’nde yayınlanmıştır. Pak bilimsel bilginin topluma yayılması için yoğun çaba harcamıştır. Onu saygı, minnet ve özlemle anıyoruz.

Son Dakika Haberleri