Atatürk'ün araştırdığı kıta bulundu mu? Türklerin kökeni oradan geliyor!
1930 yılından itibaren dil ve tarih çalışmalarıyla yakından ilgilenen Mustafa Kemal Atatürk'ün en çok üzerine eğildiği konuların başında ise MU kıtası geliyor. Gazi'nin Meksika'ya sırf bu yüzden elçi tayin ettiği biliniyor. Peki Mu kıtası bulundu mu? Atatürk neden bu konuyla yakından ilgilendi?
O yalnız bir savaş dehası değil, çağdaş bir ulus yaratmayı amaçlayan ve bilimi tek yol gösterici olarak kabul eden tarihin gördüğü en büyük devrimcilerden biriydi.
Mustafa Kemal Atatürk'ün en büyük hayallerinden biri, asırlardır saltanat sultasında milli bağları gevşetilmiş bir ulusu tarihiyle yeniden buluşturacak bir bilimsel çalışmayı sonuca ulaştırmaktı.
Peki Atatürk'ün en büyük hayalindeki o araştırma neydi? Meksika'ya neden büyükelçi gönderdi? Heyecanla okuduğu ve üzerine notlar aldığı kitapta neler yazılıydı?
Gelin hep birlikte, bir ulusun en büyük insanının gerçekleştirmek için büyük çaba sarf ettiği o konuya değinelim. Kayıp MU kıtasına...
BİR ULUSUN KÖKENİNİ ARAMAK
Gazi'nin emriyle Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarından cumhuriyetin ilk yıllarına kadar Türklük akımları üzerine yapılan araştırmalar derlendi.
Birçok bilim adamı ve araştırmacı bu alanda yeni çalışmalara başladı. Yabancı bilim adamları davet edildi. 1930 yılında Türk tarih kurumu kuruldu. Çalışmalar sonucu çok zengin kaynaklara ve bilgilere ulaşıldı. Ancak Türklerin nereden geldiği sorusu yanıt bulamadı.
Konu yavaş yavaş gündemden düşerken eldeki kaynaklar ışığında Atatürk bizzat kısa tezler hazırlıyor ve bunları yemeğe davet ettiği akademisyenlerle uzun uzadıya tartışıyordu.
ATA'NIN GÖZLERİ PARLADI...
Derken 1932 Yılında emekli general Tahsin Mayatepek, Atatürk’ü ziyaret etti. Tahsin Bey Maya dili ile Türk dili arasındaki benzerlikleri anlatmaya başladı ve Bir 'Mu' kıtası araştırmacısı olarak tanınan İngiliz Albay James Chruchward‘ın kendisine bahsettiği Hindistan da bulduğu tabletleri anlattı Atatürk’ün gözleri parladı.
Chruchward ertesi gün apar topar Ankara'ya davet edildi.
İki hafta sonra Chruchward, Ankara'ya gelerek Çankaya'da, Atatürk ve Tahsin Bey ile akşam yemeği yedi. Chruchward, bu tabletleri nereden bulduğunu , 50 yılını bu araştırmaya adadığını, tabletlerdeki dilin Antik Mayalara dayandığını, M.Ö. 200.000 ila 70.000 yılları arasında Pasifik'te yer alan Avustralya'dan biraz daha büyük 'Mu' isminde bir kıtadan bahsedildiğini ve kıtada yaşayanların yüksek bir medeniyete ulaştıktan sonra sel ya da tufanla battığının düşünüldüğünü Atatürk'e iletti. Bu görüşmeden sonra Gazi, 60 kişilik bir heyet kurdurarak Mu kıtası hakkındaki kitapların tercümesi emrini verdi.
Bundan sonrasını Salih Bozok, hatıralarında şöyle anlatıyor:
'Gazi, kitapların tercümesi yapılırken çok heyecanlıydı, günaşırı 'Tercümeler bitmedi mi? Heyet neden bu kadar yavaş çalışıyor?' diye hayıflanıyordu. Nihayet sonunda tercümeler bitti. Kitap basılmadı daktilo edilerek Atatürk'e sunuldu. Gazi metinleri tekrar tekrar büyük bir dikkatle okudu, yaratılışı anlatan bölümle özel olarak ilgilenmişti. Mu kıtasının insanlığın ana vatanı olduğunu, nüfusun 64 milyona çıktığını yazan kısmın altını çizmişti. Mu'da geçen tanrı kavramıyla da yakından ilgilenmiş, yaratıcının insan aklıyla anlaşılamayacağının üzerinde durmuştu. Mu dili kökenli özel isim ve sıfatları öz Türkçe ile karşılaştırarak notlar alıyordu.''
Salih Bozok'un anlattıkları burada sınırlı kalıyor.
Daha sonra Atatürk, Tahsin Bey'i Meksika'ya elçi olarak atamış, ayrıca TBMM bütçe kayıtlarından da anlaşıldığı üzere kendisine yüklü bir miktarda araştırma bütçesi tahsis etmişti.
Tahsin Bey'in elçilik vazifesindeki esas görevi Maya dilinin öz Türkçe'yle olan benzerliğini ve maya tabletlerini araştırmaktı. Meksika'ya gitmesinden bir süre sonra Etnografya Müzesi'nden bazı görevlileri yanına gönderdiler. Ekibin araştırma sonucu, 3 ciltlik bir kitap haline getirilerek Atatürk'e sunuldu. Kitaplarda; Maya , Aztek ve İnka uygarlıklarının kullandığı eşyaların, Türklerin kullandığı eşyalara ne kadar çok benzediği, hatta davul ve kalkanlarında kullandıkları ay ve yıldızın Türk bayrağındaki ay ve yıldızdan hiçbir farkı olmadığı açıkça kanıtlanıyordu.
Ayrıca yüksek ücretler karşılığında William Niven tarafından bulunan tabletlerden bir tanesi satın alınarak Atatürk'e gönderildi.
Bu tablet günümüzde hala Atatürk'ün saklı mektuplarıyla birlikte muhafaza edilmektedir. Atatürk'e ulaştırılan cilt halindeki araştırma sonuçları ise 70'lere kadar Türk Dil Kurumu'nda bulunuyordu. Şu anda ise Anıtkabir kütüphanesinde iki cilt olarak 1301 ve 1302 numarasıyla halen ziyarete açıktır. 3.cilt ise kaybolmuştur. Ayrıca Chruchward'ın kitaplarından yapılan çeviriler de 4 cilt olarak aynı yerde saklanmaktadır. Tahsin Bey'in, Atatürk'e gönderdiği 700'ü aşkın fotoğraf da Anıtkabir fotoğraf arşivinde yer almaktadır.
FOTOĞRAFLARDA BOZKURT FİGÜRÜ
Fotoğraflarda, tapınak ayinlerini yöneten kişilerin kürsülerinde, istisnasız şekilde dünyada sadece Türk mitolojisinde görülen ''Bozkurt'' figürünün bire bir aynısının kullanılması, Atatürk'ün üstünde durduğu bir diğer konu olmuştu.
Sonuç olarak Atatürk, akademik ve bilimsel delillerle desteklenen bir Türk tarih tezi sunmuş ancak bunu kitaplaştırmaya ömrü yetmemiştir. Teze göre şu sorulara net cevaplar veriliyordu: 'Türkler, Orta Asya'dan gelmişlerdi ancak Orta Asya'ya nereden ve nasıl gelmişlerdi?', 'Türklerin, Amerika kıtasının yerlileri olan Maya, Aztek ve İnka uygarlıkları ile olan tartışmasız benzerlikleri nasıl açıklanabilirdi?', 'Dünya tarihi nerede başlamıştı?', 'Orhun Yazıtları ve Maya tabletlerindeki benzerlikler nereden geliyordu?'
Tahsin Bey'in soyadı ''Mayatepek''dir.
Bunun sebebi ise Maya dilindeki 'tepe' sözcüğünün 'tepek' olmasından gelir. Tahsin Bey, 1932-1938 yılları arasında tuttuğu yüzlerce notu Türk Tarih Kurumu'na 14 farklı rapor halinde yollamıştır. Raporların bazı kayıp parçaları zaman zaman sahaflardan, zaman zaman da bazı kişilerden parça parça ortaya çıkmaktadır.
ATATÜRK'ÜN ARAŞTIRDIĞI KITA BULUNDU MU?
Bilim insanları uzun zamandır, Yeni Zelanda'nın en yüksek ucu Mount Cook dağının önündeki Zelandiya'nın kıta olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.
Zelandiya ismi ilk kez jeofizikçi Bruce Luyendyk tarafından 1995'te koyulmuştu.
Araştırmacılar, Amerika Jeoloji Topluluğu dergisinde yayımlanan son çalışmada, Zelandiya'nın yüzölçümünün 5 milyon kilometrekare olduğunu belirtiyor.
Araştırmacılar bir kara parçasının kıta sayılabilmesi için şu kriterleri inceliyor:
Normal okyanus tabanından daha kalın bir kabuk olması, kendine özgü bir jeolojiye sahip olması, iyi tanımlanmış bir bölge olması, okyanus tavanından ne kadar yüksek olduğu.