Yandex
16 Ocak 2025 Perşembe
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Atatürk’ün bağımsızlık tutkusu ve samimi halkçılığı

Aradığı cevheri hep Anadolu’da buldu, o büyük özverili halkla büyük işler başardı. Kurtuluştan sonra ‘Paşam, sen mucize gerçekleştirdin’ diyenlere de ‘O mucize dediğin şeyi birlikte yapmadık mı?’ diye, anlamlı bir cevap vermişti. Bu alçakgönüllülük değil, gerçeği tespit etmekti.

Atatürk’ün bağımsızlık tutkusu ve samimi halkçılığı
A+ A-
ERCAN DOLAPÇI

Atatürk üzerine binlerce kitap ve makale yazılmıştır. Ben de 22 yıldır Atatürk ve Cumhuriyet tarihi üzerine çalışıyorum. 8 yıl da Atatürk’ün Bütün Eserleri’nde araştırmacı olarak çalıştım. Atatürk’ü en iyi iki kelimeyle anlat, deseniz ben onu “Bağımsızlık” ve “Halkçılık” olarak özetlerim. Onda, inanılmaz şekilde bağımsızlık tutkusu vardır. Çok samimi olarak halk sevgisi ve ona güven vardır. Atatürk ne yapmışsa halkla yapmış, bütün yaptıkları bağımsızlık ilkesine çıkmıştır... Çünkü kendisinin de dediği gibi, bağımsızlık olmadan bir devletin/milletin ayakta kalmasının imkânı yoktur. Zaten bu yüzden “Bağımsızlık benim karakterimdir” der. Gerçekten bütün yaptığı işlerde bunun izi vardır. Yine ne yapılacaksa halkla birlikte, halk için yapılacaktır. Ondaki halk sevgisi göstermelik değil, samimi inanç ve idraktir.

‘BAĞIMSIZLIK BENİM KARAKTERİMDİR’
Atatürk’ün siyasi ilkelerinin özetini Altı Ok’ta buluruz. Ancak bunların içinde en sembolü bağımsızlık ilkesi ve halk sevgisidir. Bu onun genel karakteri ve hayat boyu ilkesidir. Bu iki ilke en öne çıkar. Zaten bunlar olmadan diğerleri de yaşama geçemezdi. İsterseniz bunları açalım:
Bağımsızlık ilkesi, Atatürk genç yaşından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmakta olduğunu görür. Genç bir subaydır. 1905 yılında Şam’a sürüldüğünde Osmanlı’nın içindeki durumu yaşayarak görmektedir. İki yıl görev yaptığı Şam’da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurar. Bunun gelişmesi için gizlice Selanik’e gider ve burada şubesini açar. Ancak burada İttihatçılar daha etkindir. Onlara katılır. Onların da sloganı “Ya istiklâl ya ölüm”dür... Ve bir süre sonra buraya gelerek çalışmalarına devam eder. Balkanlardaki ayrılıkçı çetelerle savaşır. Avrupa ülkelerinin baskılarını da görür. Osmanlı yönetiminin çürümüşlüğünü ve çaresizliğini yaşar. Onun da tek hedefi baskıcı ve teslimiyetçi Abdülhamid yönetimini yıkarak hürriyeti getirmek ve halk yönetiminin kapısını aralamaktır.
Mali sıkıntıları da görür. İsmet Paşa bu dönem için “Aylarca maaş alamadığımız gün olurdu” der. Kapitülasyonların ve Borçlar İdaresi’nin Osmanlı yönetimindeki ayrıcalıklarını ve baskısını görür. Ayrıca genç yaşından itibaren döneminin bütün siyasi, tarihi, edebi eserlerini çok yakından takip eder. Okuma tutkusu yaşamı boyunca sürer. Çanakkale cephesinde bile topların ve tüfeklerin ölüm kustuğu günlerde yanında hep bir kitap vardır.
Okuyan ve araştıran insandır. Bu dönemde İmparatorluğun dağılacağını ve bunun içinden müstakil bir Türk devleti çıkarmak için çalışmak gerektiğini iyi bilir. Hatta bunu en yakın arkadaşlarına da açıklar. 1910 yılında Talat Paşa’ya, Araplara kendi yönetimlerini kurmaları için gerekli adımın atılmasını söyler. Böyle bir teklifi tabii ki kimse kabul etmez. Ama onun kafasında bunun da bir gün gerçekleşeceği fikri vardır. Zamanı gelince zaten o da olur.
Vatanseverdir. Görevden kaçan adam değildir. 1911 yılında başlayan İtalya işgaline karşı Trablusgarp’a giderek burada direnişe katılır. Önderlik eder. 1912-13 Balkan Harbi’nde görev alır... 1914 yılında başlayan Cihan Harbi sırasında ise Sofya’da Askeri Ataşe’dir. Görev ister ve hemen gelerek birliğinin başına geçer. Savaş içinde Alman komuta heyetinin yanlışlarını görür ve uyarır. Kendi komutanlık becerisiyle bunları düzeltir. Gerekli makamları “Bağımsız hareket etme” konusunda uyarır. Çanakkale’de 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders Paşa’nın çıkarma yerini bilmemesi ve yanlış konuşlanması konusundaki hatalarını uyarır. Düzelttirir. Ayrıca 20 Eylül 1917 tarihinde Güney Cephesi’nde de dağılmakta olan birliklerin toparlanarak vatanın savunulması için kullanılması gerektiğini, Alman komuta heyetinin kendi savaş stratejisine göre birlikleri kullandığını ve Anadolu çocuklarının helak edildiğini belirtir. Bu tarihi uyarısında “Bulgaristan kadar bağımsızlık konusunda kıskanç olmalıyız” der. Bütün buralarda bağımsızlık tutkusunu görürüz. Hem de Almanya ile müttefik olmamıza rağmen...

Atatürk’ün bağımsızlık tutkusu ve samimi halkçılığı - Resim : 1

MÜTTEFİKLE BULUŞMA
Savaş bittikten sonra da birliklerin dağıtılmamasını ve silahların teslim edilmemesini ister. Amacı, bağımsızlık savaşı vermektir. İstanbul’a geldiğinde milli bir hükümet kurmak ve işgale karşı direniş için çareler arar. Onun kafasında asla teslimiyet yoktur. İşgal kuvvetlerini gördüğünde de “Geldikleri gibi giderler!” diyerek içindeki öfkeyi ve çözümü de söylemiş olur.
Kafasında hep bağımsızlık mücadelesi vardır. Bunu İstanbul’da bulamayınca, verilen vazifeyi fırsat bilerek kendisini Anadolu’ya atmıştır. Anadolu halkına güvenmektedir. Ayrıca dünya koşulları da değişmiştir. Bağımsızlık mücadelesinin koşulları da uygundur. Halk teslim olmamış, yerel örgütlenme içindedir. Ayrıca bu mücadeleye destek verebilecek olan kuvvet kuzeyimizde Sovyetler Birliği’dir. Onu iyi görür... Bolşevikler de bizim gibi antiemperyalist ve antikapitalist mücadele içindedir.
Dünyada uzun yıllardır Marksist düşünce rüzgârları esmektedir. Sosyalizm ve komünizm fikri tartışılmakta ve birçok direniş örgütünde bu ilkeler siyasi ideoloji olmuştur. O da sosyalizmi bilmektedir. Bunun en önemli belgesi ise 1903 yılında not defterine yazdığı, “Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı!” sözüdür. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.1, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1998, s.15.)
Atatürk’ün bağımsızlık tutkusu ve samimi halkçılığı - Resim : 2

BAĞIMSIZLIK HASSASİYETİ
Atatürk’ün en büyük yol göstericisi bilim ve bilimsel düşüncedir. Bilimsel düşünce onu hep doğruya götürmüş, çağını anlamasına yardımcı olmuştur. “Çağdaş medeniyet” dediği de budur. Atatürk’ün bağımsızlık ilkesini Kurtuluş Savaşı sürecinde de görüyoruz. Ankara’da açılan Meclis’in İstanbul yönetiminden ayrı bir yol izleyerek kendine kurtuluş yolu inşâ etmesi, bunu da İstiklâl için yapması, müttefik olarak gördüğü Sovyetler’den bile aldığı yardımlarda hep bağımsız hareket etmesi, bunda hassas davranması örnektir.
Sovyet yönetimi ile iletişim için, Ruslar tarafından kurulacak telsiz cihazında bile ne kadar hassas olduğunu görüyoruz. Sovyet heyetiyle yaptığı görüşmede, telsiz cihazının Sovyet teknik heyeti tarafından kurulduktan sonra bize öğretilmesini ister. Heyetin de bize öğrettikten sonra ülkesine dönmesini söyler. Burada o zor günlerde bağımsızlığa ne kadar hassas olduğunu görüyoruz. Bu hassasiyet silah ve mali yardım alındığı günlerde de sürer. Burada adeta sarraf terazisi hassasiyeti vardır.
Komünist hareketin rüzgâr gibi estiği dünyada, dikkatli, temkinli ve özenlidir. Komşudan gelen rüzgârlara gözü kapalı kapılmaz ve Bolşevik dostların önerileri için, “Kurun, görelim; iyiyse alırız” mealinde açıklamayla cevap verir.

TÜRK SUBAYINA ÖNERİSİ
Bu titizlik, ölümüne kadar dost olduğu Sovyetler Birliği ile ilişkilerde hep kendisini gösterir. Öyle ki, 1933 yılı 10. Yıl gecesinde kendisine Stalin’in Sovyet lideri olarak kutlama mesajı göndermemesine kızacak kadar hassastır ve bu konuda rahatsızlığını da belirtecek kadar açık sözlüdür. Çünkü bilir ki, Türkler tarih boyu hep bağımsız olmuş ve büyük devletler kurmuştur. Türkler sömürge olmamış bir millettir. O bir Türk subayıdır ve subayın onurunu korumasının önemini çok iyi bilmektedir. 31 Temmuz 1920 günü Afyon’da subaylara hitaben yaptığı konuşmada bunu çok veciz şekilde belirtir:
“Arkadaşlar! İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez.
Milletlerde tabiaten ve yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvetle, mücadele ile mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vaziyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.
Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lazımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder.
Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdani imanıdır.
İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.9, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2002, s.112.)
Atatürk’ün bağımsızlık tutkusuna ilişkin o kadar örnek vardır ki, anlatmakla bitmez. Ölümüne kadar hep bağımsızlığa zarar gelmeyecek tutum içine girmiş ve devlet kadrolarının da buna titizlikle uymasını istemiştir. Lozan’da da bir karış daha fazla toprak peşinde olmamış, bağımsızlığın önündeki en önemli engel olan kapitülasyonların kaldırılması ve eskiden gelen ağır borçların uzun vadeye yayılmasına çalışmıştır. Mali bağımsızlık konusunda da devlet eliyle sanayileşme buna tipik örnektir. Bağımsız iktisat konusunda çok önemli hamleler yapmıştır. İktisadın önemini de çok iyi bilmiştir.

SAMİMİ HALKÇILIĞI
Atatürk’ün önemli bir özelliği de halkçılığıdır. Ondaki halkçılık, halka şirin gözükme, halkı güzel sözlerle kandırma şeklinde değildir. Samimidir ve hep ona inanır ve güvenir. Bu özelliği gençliğinden buyana kendisini gösterir. Atatürk, İstanbul’un “ileri gelen” bir ailesinin çocuğu değildir. Bazı akranları gibi paşa çocuğu da değildir. Orta halli Selanikli bir ailenin çocuğudur. Dağılan bir İmparatorluğun genç subayı olarak bulunduğu kıtalarda ve değişik iklimlerde halkı tanımış, onun çocuklarıyla omuz omuza savaşmıştır. Onun kuşağı kadar hayatı cephelerde geçen bir kuşak yoktur. Bu, halkını tanımada önemli bir etmen olmuştur.
Halk çocuklarını en iyi Çanakkale cephesinde tanımıştır. Küçük bir Yarımada’da yaklaşık dokuz ay süren ve boğaz boğaza geçen savaşta, Mehmetçiği yakından tanımış ve onunla omuz omuza savaşarak bir kaderi paylaşmıştır. Öyle günler yaşamıştır ki, 3-4 ay siperden dışarı çıkamamış, savaşı dar bir alanda yönetmek zorunda kalmıştır. Burada askerin dayanma gücünü, fedakârlığını ve yiğitliğini görmüştür. Halk çocuklarının içindeki cevheri tanımıştır. Bu ona çok şey kazandırmıştır. Anafartalar Kahramanı olması, ileride Anadolu’nun kurtuluşunun da büyük lideri olmasının yolunu açmıştır. Bunu sağlayan yine o halka ve halkın çocuklarına güvendir. Çanakkale cephesinden, arkadaşı Madam Corinne’e 30 Mart 1915’de gönderdiği mektupta, “Burada benim ismimin duyulmamasına şaşırmamalı, çünkü ben, mühim bir muharebenin kahramanı olarak Mehmet Çavuş’a şeref kazandırmayı tercih ettim” der. (ATABE, C.1, 4. Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2009, s.211-212.)
Anadolu çocuğunu burada çok iyi tanıdığı için onunla nelerin yapılacağını da anlamıştır. 13 Kasım 1918-16 Mayıs 1919 arasında İstanbul’da kurtuluş çareleri arayan Atatürk, burada yüksek makamlardaki insanları direnişe ikna etmeye çalışmış, ancak bunun işaretlerini göremeyince kendisini Anadolu’ya atmıştır. Burada temasta bulundukları için “Büyük sandıklarım, meğer ne kadar da küçükmüş” der. Aradığı cevheri hep Anadolu’da bulmuş, o büyük özverili halkla büyük işler başarmıştır. Kurtuluştan sonra “Paşam, sen mucize gerçekleştirdin” diyenlere de “O mucize dediğin şeyi birlikte yapmadık mı?” diye, anlamlı cevap vermiştir. Bu alçak gönüllülük değil, bir gerçeği tespit etmektir. Yaptıkları için de “Ben sizin hayallerinizi gerçekleştirdim” demiştir.
İlân ettiği Cumhuriyet de hep kimsesizlerin kimsesi olmuştur. Halk cumhuriyetidir ve halkın içinde bulunduğu 300 yıllık geriliği ortadan kaldırmak ve onu yüceltmek için çalışmıştır. Ömrü boyunca da hep bu ilkeye sadık kalarak hareket etmiştir. Kişisel olarak da halkçıdır. Merhametlidir. Büyük savaşta binlerce yetim ve kimsesiz çocuk vardı. Elinden geldiği kadarıyla onlara kişisel olarak da sahip çıktı, baktı; hayatlarını değiştirdi. Buna en güzel örnek, manevi evlat edindiği Afet İnan, Sabiha Gökçen, Abdurrahim Tunçak ve Sığırtmaç Mustafa’nın hayatlarıdır. Onlardan tarihçi, havacı, elektrik mühendisi ve tankçı subay yaratmıştır.
Büyük devrimciyi, bu güzel yönleriyle anıyoruz. Bu hususiyetinin de bugünlere örnek olmasını diliyoruz.

Son Dakika Haberleri