Atlantik notunun oltasına
İşte günün öne çıkan köşe yazıları...
Faiz lobisinin bilindik derecelendirme kurumlarından olan Fitch, Türkiye'nin kredi notunu "B"den "B+"ya yükseltirken, not görünümünü "durağan"dan "pozitif"e çıkardı. Bu gelişme, gözü Atlantik’te olan basını heyecanlandırdı. Sabah, Türkiye, Akşam konuyu birinci sayfalasından yer verdi. Hürriyet de manşet attı. Hürriyet, “12 yıl sonra artışın nedeni” başlığını tercih etmiş. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in sözleriyle birlikte iş dünyasına da yer vermiş. “Mevcut ekonomi politikalarının sürdürülmesiyle yeni not artışlarının geleceği” belirtiliyor.
Peki ekonomik tetikçiler bizi niye öptü?
Önce şunu sormak lazım: Türkiye’nin kredi notları neden düşmüştü? Risk primleri neden artmıştı?
Eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, 12 Eylül’de kurulan sistemin bittiğine işaret ediyordu. AK Parti hükûmeti de, Batı’nın sopası olan FETÖ ve PKK’nın üzerine gidilmesi, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından Gladyo’nun ezilmesinin sonuçları da oldu. Türkiye, neoliberal politikalarla artık işlerin yürümeyeceğini anladı. Bu nedenle de kredi notlarında düşüş görüldü. Risk primleri de artırıldı. Bunların kredi derecelendirme kurumları değil, çete oldukları ayan beyan ortaya çıktı.
Bu artışın tek sebebi var:
Millî ekonomi politikalarını zayıflatmak, neoliberal ekonomi politikalarına destek vermek.
Fakat bu not artışları neoliberal programın başarısızlığını tersine çevirmeye yetmeyecek.
Çünkü Türkiye artık bir Üretim Devriminin eşiğinde. Medyamız bunu fark edemiyorsa emekçiyi, çiftçiyi, sanayiciyi, turizmciyi daha çok dinlesin.
Türkiye’nin dünyada kredisi nasıl mı yükselir?
Türkiye üretime dayalı bir ekonomi modelini planlı bir şekilde hayata geçirdiğinde dünya ekonomisindeki ağırlığını artıracak ve refaha ulaşacaktır.
YENİ ŞAFAK SAVAŞI ÇOKTAN KAYBETMİŞ!
HAMAS 7 Ekim 2023’ten bu yana tüm dünyaya örnek bir direniş gösteriyor. ABD ve İsrail, kazanamadı. Ama maalesef bazen iyi niyetli yapılan haberler, ters sonuçlar doğurabiliyor. İnsan manzaraları sunacağız, yüreklere dokunacağız diye moral bozan başlıklar görebiliyoruz.
Bunun bir örneğini Yeni Şafak dünkü manşetinde sergiledi: “Belki de son ramazanımız.”
Peki bu haber içimizi mi karartıyor, umutlarımızı mı yeşertiyor?
Bu haber kazanmaya mı hizmet ediyor, yenilgi duygusunu mu geliştiriyor?
Bu başlık Filistinlinin yüreğinde güller mi açtırıyor, yoksa Netenyahu hükûmetinin yüzünde gülücükler mi?
Yeni Şafak o bombalarda yıkıntılar, acılar görüyor olabilir. Yeni Şafak, son ramazan görüyor olabilir.
Ama Aydınlık olarak biz Filistin halkının vatanseverliğini, cesaretini, namusunu, emeğini, fedakârlığını, direnme azmini, insanlık onurunu, dayanışmayı görüyoruz.
Tüm zorluklara rağmen yenilmeyen bir halkı görüyoruz.
Acılardan umut doğuranları görüyoruz.
Biz bitmeyecek bir ramazan görüyoruz.
Özgür Filistin’de zeytin ağaçlarının altında el ele, kucaklaşarak kutlayacağımız nice ramazanlar görüyoruz.
Elbette kayıplar hepimizi üzüyor. Ama savaşlar, cepheyi güçlendirerek, moral vererek kazanılır. Dünyanın dikkatini ve desteğini çekecek haberler yapar. Savaşan gazeteler böyle yapar.
Sadece yıkıntıları ve acıları görenlerse, maalesef bozguncu tarafa düşebilirler.
Yeni Şafak’ı yıkıntılar içinden cepheye çağırıyoruz.
11 MART MEDYANIN HALLERİ
HİLAFETİN KALDIRILMASI
İLBER ORTAYLI - HÜRRİYET
Halife Abdülmecid Efendi’nin iki makamın ruhunu anlamak gayretinde olmadığı anlaşılıyor. Muhteşem bir sanat bilgisine; ressamlığına ve müzisyenliğine, tarih bilgisine rağmen alçak profil denen, “sudan sessiz, ottan basık” bir makamı yürütmeyi beceremedi. İktidar bölünemez. Osmanlı hilafeti hiçbir zaman ikili şartlarda yaşamamıştı. 1922 yılı Kasım ayında altı asırlık saltanat kurumu Vahdeddin’in çekilmesi, aynı zamanda da makamın ve idarenin TBMM tarafından lağvıyla sadece halife olarak meclis tarafından seçilmiş gibi bu göreve geldi. Dolmabahçe Sarayı’nda oturdu ve ardından bir buçuk yıl sonra hilafetin lağvıyla ve hükümetin kararıyla; hanedanın bütün erkek ve kadın üyelerinin sürgünüyle Halife bu toprakları terk etti. (…)
Bugün için hilafet avdeti mümkün olmayacak lüzumsuz bir kâbustur ama bu demek değildir ki cumhuriyet ve demokrasinin kendini o kadar rahatta hissetmesi mümkündür. Kamuoyumuzun Türkiye’nin bağımsızlığını ve demokratik idaresini candan sahiplenmesi gerekir. II. Meşrutiyet’te halife müstebit; yani tek sözlü olma vasfını tabii ki yitirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihteki en önemli rolü hilafet makamındaki hükümdarın iktidarının Tanzimat döneminde kısmen, Meşrutiyet döneminde tamamen sivil iktidar tarafından ele alınmasıdır. Maalesef son safhada bu demokratik karakterini çok uzun muhafaza edemedi.