Avrupa Birliği'ni yıkabilir miyiz?
Veya şöyle de sorabiliriz: Avrupa Birliği'ni istesek yıkabilecek gücümüz var mı? Avrupa Birliği'nin yıkılması mı yoksa kalması mı Türkiye'ye daha fazla fayda sağlar? AB yıkıldığında Türkiye için ne tür fırsatlar doğabilir? ve son olarak AB'nin yıkılması Türkiye'ye yeni tehditler yaratır mı?
Batı karşıtlığı ile olaya yaklaşmayalım, nesnel duruma bakarak hangi durumun Türkiye'nin menfaatine olduğunu sorgulayalım. Türk hariciyesi, AB'yi güçlendirmek için mi çalışmalı, zayıflatmak/yıkmak için mi çalışmalı?
AB projesi bazı açılardan kanımca bir başarıdır. Sınırları kaldırmak, serbest dolaşımı getirmek, vatandaşlara birlik ülkelerinde çalışma hakkı vermek, ikamet hakkı vermek, ortak para birimi ile ekonomik istikrarı sağlamak, ortak merkez bankası politikaları ile farklı gelişmişlik bölgeleri arasında dengeleme yapmak vs. sonucunda görece yüksek refaha sahip, serbest dolaşım ve çalışma hakkı sayesinde gelirden bağımsız hayat kalitesi yükselmiş olan on milyonlarca insan oluştu.
Peki madem AB'yi başarılı görüyoruz, nedir bu haset? Neden mutlu insanlar topluluğuna çomak sokmayı, bu birliği dağıtmayı hedefleyelim ki? İçine girsek, biz de zengin olsak, mutlu olsak fena mı olur?
AB'nin mevcut refahının büyük oranda çevre ülkelerinin refahı pahasına oluştuğunu görmeliyiz. AB gibi büyük ekonomik birlik, çevresindeki küçük ekonomiler ile teker teker serbest ticaret anlaşmaları yaptığında anlaşma dengesiz oluyor ve fakir ülkeden AB'ye refah transferine yol açıyor. Fakir ülkede de küçük ve zengin bir azınlık yaratılıyor. Türkiye ahlaki olarak bu durumu desteklememelidir.
AB'nin egemen bir yapı olmadığını hatırlayalım. Hem üye ülkeler egemenliklerinden fedakârlık etmişlerdir, hem de çağımızın kapitalist düzeni ve 2. dünya savaşı sonrası kurulan güvenlik mekanizmaları AB ülkelerini ve toplu olarak birliği ABD'nin bir kolonisi haline getirmiştir. Türkiye ne egemenliğinden ne de güvenliğinden taviz verebilecek bir ülkedir.
AB büyük oranda globalist ajanda ile, yeni dünya düzeninin yolunda, yani ABD'deki Demokrat Parti'nin çizgisinde yürütülmektedir. Bu düzenin içinde çeşitli global kurumlar, her ülkede teşkilatlı tarikatlar ve her ülkede zengin acenteleri olan büyük sermaye de mevcuttur. Bu düzenin karakteristiği Din karşıtlığı (Hristiyan, Müslüman fark etmez), LGBT propagandaları, ulus devlet karşıtlığı ve liberteryen bir ekonomi yaklaşımıdır. Aslında bu düzenin tepe yönetimi göçmen dostudur yani ülkelerin göçmenler ile karışmasına ve toplumların dönüşmesine sıcak bakar ancak AB ve ABD toplumlarındaki sosyal gelişmeler bu trendi frenlemektedir. Bu yapı ayrıca AB ülkelerine genç, tepeden inme kukla idareciler atamaktadır. Türkiye'nin AB içinde böyle bir yapı tarafından idare edilmesi uygun değildir. Zorla Türkiye AB içine sokulsa dahi, toplumsal doku bu yapıyı reddeder.
Son olarak vurgulamalıyız ki AB ülke ve halkları Türkiye'yi tam üye olarak almak istememektedirler ve almayacaklardır. Yani Türkiye’nin önünde AB'ye üyelik gibi bir seçenek zaten yoktur. Bu da AB açısından rasyonel bir yaklaşımdır. 85 milyonluk, çoğu Müslüman olan, tarihinde haçlılar ile din savaşları yapmış bir milletin AB'ye alınması zaten AB'nin tümden felç olması ve zaten zar zor ve yavaş yürüyen yönetişim sisteminin durması anlamına gelir. AB'nin ihtiyacı olan, sıfır gümrük vergisi ile mal satabileceği, AB'ye bağımlı bir pazardır, bu pazarı da onlara zaten çoktan verdik.
Gelelim AB'nin varlığının Türkiye'ye verdiği zararlara:
AB'nin doğuya doğru zaman içinde genişlemesi, Balkanlardaki ülkeleri yutarak Türkiye sınırlarına gelmesi Türkiye'nin aleyhine bir gelişme olmuştur. AB olmasa idi Türkiye onlarca ülke ile ikili ve dengeli ticaret anlaşmaları ve dolaşım anlaşmaları yapabilirdi. Balkan ülkelerinde vatandaşlarımız daha kolay gezebilirlerdi. Ancak artık Edirne'den öteye adım atamaz hale geldik. AB yapısı, Türklerin uluslararası dolaşımını, doğal ziyaret coğrafyaları olan Balkan ülkelerine dahi kısıtlar hale gelmiştir. Balkanlarda Türkiye'nin doğal ve tarihi iş ortağı olan ülkeler Brüksel'den yönetilmeye başlandılar. Türkiye'nin ekonomik, sosyal ve politik çıkarlarına aykırı bir durum oluştu.
Türkiye'nin bütün stratejik dış politika konuları ile ilgili AB'nin duruşu, Türkiye'nin karşı cephesinde yer almak olmuştur. Tek tek baktığımızda bazı Avrupa ülkeleri ile Türkiye aynı çizgide olmaktadır (İspanya, İtalya, Macaristan vs..) ama toplu yapı olan AB, Türkiye'nin karşı cephesindedir.
Akdeniz petrolleri konusuna bakalım. AB olmasa idi bugün Türkiye Akdeniz'de petrol veya gaz üretiyor olacak idi. Ne Rum kesimi ne de Yunanistan buna engel olamayacak idi ama AB yüzünden Türkiye bu alanda kısıtlanmış, köşeye sıkıştırılmış ve fakirliğe mahkûm edilmiştir.
KKTC'nin BM'ye üye olamaması ve tanınmaması yine büyük oranda AB yüzünden olmuştur. Tek başına Rum kesimi veya Yunanistan bunu engelleyemez idi ama Annan planında adanın birleşmesine Rumlar karşı çıktılar. BM sözünü tutmayarak ambargoları kaldırmadı üstelik Rum kesimi AB'ye ada temsilcisi olarak kabul edildi. Türklere ise tam ambargo hali uygulanıyor.
Adalar Denizi'ndeki bazı adacıkların mülkiyetine, olmayan kıta sahanlığı konusuna ve oluşan ekonomik deniz alanlarına baktığımızda yine AB'yi blok olarak Türkiye karşısında görüyoruz. Bu konuda Türkiye'nin tek muhatabının Yunanistan olması durumunda, durum TR'nin çıkarına gelişirdi. Mevcut durumda ise ilgili deniz sahaları AB ülkeleri tarafından AB deniz sahası gibi değerlendiriliyor.
Azerbaycan'ın 90'lardan beri işgal altında olan toprakları yüzünden Türkiye Kafkaslar cephesinde yıllarca önemli miktarda ekonomik kayba uğramıştır. AB olmasa idi Azerbaycan toprakları çoktan özgürleşmiş olabilirdi. Ermenistan ile ilişkiler yıllar önce düzeltilmiş olabilirdi ve bölgede belki de serbest dolaşım, ticaret ve enerji anlaşmaları çoktan devreye girmiş olurdu. Ama hala Avrupa Birliği'nin ve özellikle Fransa'nın Ermenistan'ı silahlandırma ve Türkiye karşıtı cepheye çekme peşinde olduğunu görüyoruz. AB olmasa idi, Fransa Kafkaslara kadar elini kolunu uzatmaya cesaret edemez idi.
Ekonomi konusunda Türkiye'nin AB'nin mevcudiyetinden dolayı zarar gördüğü ilave bir boyut var. AB'nin ekonomik entegrasyonu, AB içindeki en güçlü sanayi ülkesinin tüm AB ülke pazarlarında hâkim olmasına ve birçok sektörde 450 milyon kişilik yüksek alım gücüne sahip bir pazarın üretim ölçeği ekonomisine çıkmasını sağladı. Bu ülke Almanya. İlk akla gelen sektör ise Otomotiv. Bu durum Almanya'yı birçok ülkenin rekabet edemeyeceği seviyede güçlü hale getirdi. Almanya'dan Sofya'ya mal satmak, İstanbul'dan satmaktan daha kolay ve ucuz hale getirildi. AB olmasa idi, Almanya ekonomisi bölgeye bu derecede hâkim olamaz idi ve Türkiye birçok sektörde daha çok pazar payı ele geçirebilir ve rekabetçi oyuncular çıkartabilir idi. Bu durum olamadı ve sanayimiz yan sanayi taşeronluğu seviyesinde kaldı. AB ise bizim doğru dürüst ticaret yapmamızı engelledi. TIR geçişlerini kotaya bağladı, şoförlere vize sorunu çıkardı, sınır geçişlerinde kuyruklar ve ilave zorluklar yarattı. Yıl olmuş 2024, sürdürülebilirlik masalları bir yandan anlatılırken, Türkiye ile AB arasında doğru düzgün ticari mal taşıyacak yük trenleri dahi devreye alınmadı.
AB ile olan gümrük birliği anlaşmasını ekonomik açıdan felaket bazı maddeleri kabul ederek dönemin (Çiller) hükümeti imzalamıştı. Misal, kabul ettiğimiz bir maddeye göre, AB ile ilerleyen dönemde STA imzalayan ülkeler otomatik olarak Türkiye'ye de gümrüksüz mal satma hakkını tek taraflı elde ettiler ama Türkiye bu hakkı elde edemedi. İlerleyen donemde, AB ile Güney Kore, İsrail, Fas vs. birçok ülke STA imzaladı ve Türkiye bu alanda büyük zarar gördü. Türkiye'nin sanayi yapısı, sektörlerinin göreceği zarar AB'nin STA anlaşmalarında dikkate alınmadı. Muhtemelen bu maddenin yarattığı ticaret zararı bazı ülkeler ile hala devam ediyor. Zaten bu madde Türkiye'nin ilgili ülkeler ile dengeli bir anlaşma yapmasını da önledi çünkü karşı taraf zaten gümrüksüz mal satabiliyor neden yanaşsın taviz vermeye?
Sonuç olarak tahmin ediyorum AB'nin parçalanmasının Türkiye için olumlu olacağı tezini savunmak için bu argümanlar yeterlidir. AB parçalanacak ki KKTC izolasyonu sonlanabilsin, Türkiye Akdeniz'de petrol üretebilsin, Kafkaslar da kalıcı barış, refah ve ekonomik yatırımlar başlayabilsin, Türk milletinin uluslararası dolaşım imkanları artabilsin, Türkiye özellikle balkan ülkeleri ile daha fazla ekonomik, sosyal ilişkilerini geliştirebilsin ve Türkiye için daha faydalı STA'lar imzalanabilsin. Benzer yaklaşım ile Kuzey Afrika başta olmak üzere birçok ülke için AB'nin parçalanması ekonomik ve sosyal fırsatlar yaratacaktır.
Türkiye'ye tek zarar veren yapı elbette AB değil. NATO ve ABD emperyalizmi daha büyük ölçüde zarar veriyorlar ve yukarıdaki problemlerin bir kısmında onlar da Türkiye karşısında taraf durumundalar ancak konuyu dağıtmamak için bu yazıyı AB etkisi ile kısıtlayalım.
Peki AB'yi dağıtmanın Türkiye'ye bazı alanlarda zararı olur mu? İlk akla gelen risk ABD emperyalizminin güçlenmesi olabilir. Yani AB'yi ABD emperyalizmine karşı durabilecek bir yapı ve ölçek olarak düşünürsek, AB'yi çökertmek, ABD emperyalizmini güçlendirebilir mi? Büyük ölçüde fikir birliği olan konu AB'nin zaten Amerikan emperyalizminin hizmetinde olduğu, bir aleti olduğu ve bunun değişme ihtimalinin pek bulunmadığı yönündedir. AB'nin kendi içindeki halk dinamikleri AB'yi yıkabilir, ABD emperyalizmini de bir gün defedebilir, bunlar mümkün ve olası ve çeşitli ülkelerden bu alanda sinyaller geliyor ama bunlar ülke bazında olabilir. AB çatısı altında pek mümkün değil. Peki Macron'un dönem dönem "AB ordu kurmalı" veya "AB kendi egemenliğini eline almalı" açıklamalarını nasıl değerlendirmeliyiz? Bence Macron'un kastettiği durum şöyle: ABD'de Trump iktidara gelse ve globalist ajanda ABD'de zayıflarsa bile bu Globalist ajandayı ve hedeflerini AB yapısı altında devam ettirebilmeliyiz."
Açıkçası bu globalist 'yeni dünya düzeni' kavgası bizim kavgamız değildir. Elbette bu büyük kavgada biz o cephe veya bu cepheye destek olabiliriz, muhtemelen tarafsız kalamayacağımız bir olaydır ama bizim öncelikli derdimiz bu değildir.
Sonuç olarak AB'nin yıkılmasının Türkiye için çok miktarda potansiyel faydası vardır ve ciddi bir sakıncası görünmemektedir. AB'yi yıkmaya Türkiye'nin gücü yeter mi? Bu soruya cevap vermek zor. Muhtemelen AB zaten önümüzdeki on yıllar içinde kendiliğinden parçalanacaktır, bizim bu parçalanma sürecini hızlandırıcı veya tetikleyici eylemlerde bulunmamız faydalı olabilir. AB'yi tam olarak yıkamasak dahi bu eylemlerin zayıflatıcı etkisi olur ve Türkiye'nin bazı jeopolitik hedeflerine ulaşmasını kolaylaştırır.
AB'NİN PARÇALANMASI HEDEFİ DOĞRULTUSUNDA TÜRKİYE HANGİ POLİTİKALARI DEVREYE ALABİLİR?
1) Kuzey Afrika ülkeleri başta olmak üzere AB'nin başlıca ticaret ortakları ile bu yönde ortak politikaların devreye alınması ve AB dışı ülkelerin kendi aralarında yaptıkları STA'ların AB ile yapılan STA'lardan daha avantajlı olması sağlanabilir. Hammadde erişimi konularında AB'ye kota, fiyat ve diğer kısıtlamalar getirilebilir.
2) AB içindeki elçilik birimlerimizin AB'yi dağıtıcı yönde faaliyetleri desteklemesi.
3) AB içinde ulusal akımları destekleyen STK'ların desteklenmesi ve bu yönde yeni STK'ların kurulması.
4) AB içindeki Türkiye elçiliklerinde, ilgili ülke vatandaşı olan, kendi halkına mesafeli olan veya kendi çıkarını öncelikleyen, tercihen ilgili ülkenin baskın din ve etnik yapısı dışındaki azınlıktan olan, belirli konularda uzmanlıkları olan ve ileride Türkiye menfaatleri için kullanılabilecek etki ajanlarına kadro verilmesi uygun olacaktır. Bu kadrolar bakarsınız ileride ekonomi bakanı olur, başbakan olur, dışişleri bakanı olur, tarikat lideri olur, belli mi olur? Görmediğimiz işler değil.
5) AB'nin yıkılması için ekonomisinin zayıflatılması da faydalı olur. Bati toplumlarında bireycilik baskındır, aile temelli ve toplumsal dayanışma düşüktür. Ortada paylaşacak para veya kaynaklar azaldığında toplum içi husumet ve çatışmalar artar. Türkiye'nin AB pazarlarına agresif şekilde ürün satmasını sağlayacak ve dış ticaret fazlası vermesini sağlayacak ekonomi politikaları devreye alınmalıdır. Yani TL'yi değersizleştirmeli, sanayi üretimi artırılmalı ve AB pazarları ürün ve servis ihracına boğulmalıdır. Bunun için gerekli rekabet avantajı nasıl sağlanabilir? Ham madde ucuza Çin'den alınabilir, enerji de ucuza Rusya ve İran başta olmak üzere komşulardan alınabilir. Ucuz hammadde ve ucuz enerji ile AB pazarlarına rekabetçi olarak mal satılabilir. Rekabette zorlanılacak sektörlerde ise iç pazar korunmalı ve yerli üretim, daha pahalıya dahi mâl olsa yapılmalıdır.
6) Dünya dış ticaretinde en çok pay sahibi olan sektörler enerji ve otomotivdir. Türkiye özellikle bu alanlarda AB pazarlarından pay almaya çalışmalıdır. Zaten kurtlar sofrası da bu sektörlerdedir.
GÖÇMENLER
7) AB ne kadar çok birlik dışından legal ve illegal göçmen alırsa o derece zayıflar. Serbest dolaşım ve iç ticaret ve sosyal dengeleri bozulur. Türkiye'nin AB'ye en çok sayıda göçmenin girmesi ve kendilerine yeni hayat kurması için desteklemesi uygun olur. 3. ülke vatandaşlarının AB'ye göçmesi bu bağlamda Türkiye için faydalı olur. Ayrıca kanımca Türkiye'de işsizlik seviyesi daha makul seviyelere inene kadar, Türkiye'den de AB'ye çalışmak için gitmek isteyen, kısa vadede iş imkânı sağlama ihtimalimiz düşük olan özellikle düşük ve orta eğitim seviyesine sahip yurttaşlarımıza da engel olunmamalıdır.
8) AB içindeki Türkiyeli, Arnavut, Pakistanlı, Kosovalı, Somalili, Afganistanlı vs. çeşitli göçmen etnik grupların kendi içlerinde örgütlenmeleri, birbirleri ile daha çok yardımlaşmaları, ekonomik olarak gelişmeleri, politik temsil ve görünürlüklerinin artırılması konusunda tedbirler alınabilir. Bu gruplara hukuki destek verilebilir.
9) AB'nin yönetim ve regülasyon mekanizmalarındaki politikacıların daha yakın markaja alınması, uzun vadede Türkiye çıkarlarına hizmet edecek kişilerin göreve getirilmesi uygun olur. ABD'deki Yahudi örgütlerinin işleyişi bu alanda örnek alınabilir. ABD'de nasıl ki Yahudi örgütlerinden onay almayan kimse ne senatör olabiliyor ne de devlette önemli mevkiye gelebiliyor, benzer bir düzenin temelleri atılabilir.
10) Türkiye'de AB'nin parçalanma hedefi konusunda iç cephe sağlam tutulmalıdır. AB'nin resmi kuruluşunu 93 yılı alırsak, Türkiye 32 senedir kapıya bağlı köpek gibi bekletilmekte ve oyalanmaktadır. "AB'ye üye olalım, AB ile ilişkileri düzeltelim, taviz verelim, fasıl açalım kapayalım, davete icabet edelim" türü milletimizi aldatmaya yönelik laf eden politikacılar siyaset sahnesinden tasfiye edilmelidirler. Türkiye bu masallar ile çok fazla zaman kaybetmiştir daha fazla kaybetmemelidir. Türkiye'nin bir kuruş parası bu saatten sonra Avrupa Birliği'ne üyelik çabası için ziyan edilmemelidir.
11) Türkiye'nin AB ile ilgili yeni politikasının AB'nin dağıtılması olduğu ve ulus devletlerin desteklenmesi olduğunu gizli tutmaya gerek yoktur sonuçta bu işin gerekçesi ve argümanları belli, meşru ve makuldürler. Türkiye'nin menfaatleri açıkça bunu gerektirmektedir ve bu durum savunulabilir. AB ülkelerinin muhatapları da bu durumu bilerek AB ile ilişkiler yerine ikili ilişkilere yoğunlaşırlar, bu da zaman tasarrufu yaratır ve sonuç alınır.
FRANSA
12) İngiltere'nin ayrılması ile AB'nin fiilen merkezi ve hatta lideri Fransa olmuştur. Bu Türkiye için ilave bir risktir. Fransa bilfiil Türkiye karşıtı cepheleri silahlandıran bir ülkedir. Ermenistan'a silah satıyorlar sanki Ermenistan'ın bu silahların parasını ödeyecek ekonomisi mi var? Bunun adı satış değil hibedir. Yunanistan'a satılan silahlardaki yaklaşım da benzerdir. Mısır ile bir dönem Türkiye ilişkileri limoni iken yine Fransa cömertçe Mısır'a silah satmış ve hatta Mısır'ın ekonomisi satıştan bir süre sonra (başka etkilerden de dolayı) tümden çökmüştür. Libya politikaları konusunda Fransa muhtemelen Türkiye'nin Libya'daki askeri üssünün bombalanmasına destek olmuştur ve Akdeniz'de Türk ticaret gemilerini durdurup izinsiz arama yapmıştır. Fransa ayrıca Suriye ve Irak'ta Türkiye karşıtı silahlı grupları desteklemiştir ve muhtemelen destek devam etmektedir. AB ilintili politikalarımızda, AB'nin politik ve ekonomik konulardaki ağırlık merkezinin Türkiye dostu bir ülke olmasını teşvik edebiliriz. İspanya bu alanda öne çıkartılabilir. Zaten dünyada ekonomik etkisini hızla büyütmekte olan Hispanik dünya sebebiyle İspanya ve Portekiz ilişkilerine Türkiye özel önem vermelidir. Hispanik dünya üzerinden dolaylı olarak ABD politikalarını etkilemek de ileride mümkün hale gelebilir.
Fransa demişken parantez açalım. Yakın zaman önce, NATO üyesi olan Fransa Sırbistan'a, yani Rusya müttefiki olan ülkeye, 3 milyar dolarlık Rafal savaş uçağı satmıştır. Nisan 2022'deki haberleri hatırlayalım. Sırp lider Vuciç ne demişti? "Tayyip Erdoğan bize TB2 satmak için söz verdi" demişti. Ne oldu sonuç? Sıfır. Sırbistan'a dron satmadık. Sırbistan da gitti 3 milyar dolara Fransa'dan rafalleri aldı. Fransa'dan çok NATO’cu olduk maşallah üstüne ambargoyu da bize uyguluyorlar. Neresinden bakarsan hatalar ile dolu bir dış politika yürütülüyor. Sırbistan Türkiye'nin potansiyel müttefiki ve bölgenin sosyolojik olarak büyük ağabeyidir. Balkanlarda barış ancak Türk-Sırp işbirliği ile mümkündür ve zemin buna müsaittir. Sırbistan'ın Avrupa'dan yediği kazıklar, savaşlarda defalarca tost gibi ezilmesi ve yakın tarihini bilirsek bunun ne derece makul ve doğru bir politika olduğunun önemini anlarız.
AB ENERJİ GÜVENLİĞİ
13) AB'nin enerji güvenliği ve enerji tedarik yollarının çeşitlendirilmesi konusu nedense Türkiye'de bazı çevrelerce pek bir önemsenmekte ve bu konuda sürekli politikalar geliştirilmektedir. Türkiye'nin önceliği kendi enerji güvenliği olmalıdır, AB'nin enerji güvenliğini bırakalım da Avrupalılar düşünsünler ve çok lazım ise bize teklifler ile gelsinler. Doğru olan bölgesel enerji ayak izi, Avrupa'nın pahalı enerji maliyetlerinin de yardımı ile sanayisinin Türkiye'ye kaydırılmasıdır. Bu bağlamda Türkiye dahil, Avrupa'ya enerji satan veya transfer eden ülkelerin ortak politika, miktar ve fiyat belirlemesi ve özel kullanım şartları getirmesi makuldür. Ayrıca özellikle Fransa'nın nükleer santraller ile elektrik üretmesi engellenmeli veya zorlaştırılmalıdır. Nükleer enerji konusunda tüm AB ülkeleri ortak politikada anlaşana kadar nükleer enerji projeleri askıda tutulmalıdır. AB'ye nükleer yakıt tedariği de durdurulmalıdır. Nükleer karşıtı çevreci örgütler bu kapsamda AB içinde desteklenebilirler. Fransa'nın Akkuyu santralinde kullanılması planlanan bazı komponentleri muhtemelen vermiyor olduğunu ve projeyi geciktirdiğini göz önüne alırsak, biz de Kazakistan ve Nijer'deki dostlarımız ile Fransa'ya satılan uranyum konusunu görüşmeliyiz.
AB MB FAİZİ
14) AB Merkez Bankası yüksek faiz politikasına devam etmeli ve hatta faizleri artırması teşvik edilmelidir. Bu konuda yayınlar yapacak ekonomistler fonlanmalıdır, ilgili karar verici kadrolara bu konuda ayarlanmış kişiler getirilmelidir. Türkiye ekonomisini zayıflatmaya yönelik uygulanana benzer politikaları biz de AB'ye uygulayabilmeliyiz. Böylece AB'nin firmaları iflas ettirilmeli, işsizlik seviyesi artırılmalı, AB'nin borçluluk oranı artırılmalıdır. (Sonucunda AB'ye madalya takarız enflasyonu düşürdüler diye, hatta notlarını artırırız, "aferin sana A" deriz.)
E-TİCARET VERGİLERİ DÜZELTİLMELİ
15) Türkiye geçenlerde yine çok hatalı bir karar vererek E-ticaret sevkiyatları kapsamında AB'den gelecek ürünlere 30%, AB dışından gelecek ürünlere 60% gümrük vergisi getirdi. Türkiye üretim merkezi Asya ile tüketim merkezi Avrupa arasında bir ülke olarak akıllı politika izlemelidir. Üretim yapmayan zengin Avrupalı tüccardan pahalı ürün almak yerine üretim yapan Asyalıdan ucuz ürün almalıdır. Zaten Avrupa’da ‘da E-ticarette satılan her şey Çin'den geliyor biz aptal mıyız Avrupa'ya az vergi, Asya'ya çok vergi koyuyoruz? Avrupa isterse Çin malını bizden ithal etsin ama biz Çin mallarını AB'den getirtmemeliyiz. AB'nin baskın tedarik zinciri ayak izine göre mallar Çin’den kuzey Avrupa limanlarına gelir ve Türkiye dahil tüm gümrük birliği ülkelerine bazen küçük katma değerli işlemler yapılarak dağıtılır. Bu yapı bize uymaz.
DIŞ TİCARET AÇIKLARI
16) AB ile yapılan hatalı gümrük birliği anlaşması sonucunda Türkiye geçen süre zarfında on milyarlarca dolar dış ticaret açığı AB karşısında verdi ve Türkiye'den AB'ye refah transferi yapıldı. Yeni yeni ticaret dengelenmeye çalışılıyor derken AB'den demir-çelik gibi kritik endüstrilerimize haksız kısıtlama ve yaptırımlar geldi. Türkiye bu haksız ticaret uygulamaları konusunda elini korkak alıştırmamalıdır ve TOGG örneğindeki gibi bilfiil devlet desteği ve ortaklığı ile sanayi devi şirketler yaratmalı ve AB pazarlarına fiyat ayarlamalı satış yapmalıdır. Çin’in başarılı örneği önümüzde durmaktadır.
17) AB uzunca dönemdir ekonomik durgunluk ve hatta gerileme dönemindedir. Şirketlerinin değeri sermaye piyasalarında bir miktar gerilemiştir. Yakında gelmesi beklenen ilave krizler ile şirketleri daha da ucuzlayacaktır. Birçok aile şirketinin zaten kurucusu yaşlanmış ve patron şirketi satılığa çıkartmıştır. Bu dönemde stratejik satın almalar ile belirli sektörlerde AB'deki üretim sonlandırılmalı, alınan firmalar pazarlama firmasına dönüştürülmeli ve üretim TR'ye taşınmalıdır.
BÜTÇEDE KARA DELİK
18) AB ülkelerinde muhtemelen gizlenen kamu harcamaları ve açıkları mevcuttur. Ukrayna'ya yapılan limiti belli olmayan parasal ve askeri yardımlar olmayan bütçelerden karşılanmaktadır. İngiltere'de yakın zaman önce işbaşı yapan hükümet, 22 milyar sterlinlik bir bütçe kara deliği olduğunu belirtti ve hemen hemen tüm seçim vaatlerinden çark etti. AB'deki başka ülkelerde de bunu göreceğiz. AB finans sisteminde, emeklilik fonlarında, MB rezervlerinde, Altın stoklayan depolarda olması gereken, kaydı olarak görünen paralar gerçekte halen mevcut mudur? Bu sene AB'de seçimler ile yeni hükümetler devreye geldiğinde bütçelerin gerçek durumunu yavaş yavaş görmeye başlayacağız. ABD'de Trump iktidara geldiğinde de muhtemelen benzer bir bütçe kara deliği ile karşılaşacaktır.
TL İLE İTHALAT
19) Türkiye'nin AB'den yaptığı ithalatın TL cinsinden yapılmasına yönelik bazı tedbirler devreye alınabilir. Misal Almanya'dan kimyasal hammadde alınacak ise Alman firması faturayı TL olarak keser, ithalatı yapan Türk firması da Almanya'da ilgili firmanın TL hesabına transfer yapar. Bu uygulamayı kolaylaştırmak için yabancı para ile yapılan ithalatlara ilave damga vergisi vb. vergisel uygulama yapılabilir. Benzer uygulamanın AB ile olan ticarette devreye alınması için Afrika ve Arap ülkeleri ile de anlaşma yapılabilir. Türkiye'de birey ve kurum bazında EUR hesaplarının açık tutulması için de yıllık bir vergi devreye alınabilir.
VİZE
20) AB ülkelerine vize başvurusu yapacak Türk vatandaşlarının bu başvuruyu sadece özel olarak hazırlanmış E-Devlet uygulama sayfası üzerinden tek tık ile yapılmasına izin veren bir uygulama devreye alınabilir. AB'den Türkiye'ye gelen herkesin parmak izi de sınır kapısında alınıp, kimlik ve yurtdışı adres bilgileri ile eşleştirilerek milli sistemlerde depolanabilir. Bu uygulamayı AB'nin turist gönderdiği AB dışı ülkeler ile ortak yapmakta da fayda olabilir.
FASILLAR
21) AB'ye üyelik müzakereleri sırasında malum birçok fasıl açıldı, kapandı, TBMM'den dönemin hükümeti birçok yasa geçirdi. (Ali Babacan'ın bu işlerden sorumlu olduğu dönem). Bugün yapmamız gereken AB uyum yasası adı altında yapılan her faaliyeti, her yasayı tekrardan incelemek ve bandı geri sarmak, AB'ye hiçbir alanda en küçük egemenlik tavizi vermemek olmalıdır. Tüm yasalar 100% Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesini yansıtır hale getirilmelidir. AB'ye verilen tüm tavizler geri alınmalıdır.
YENİ OTURMA DÜZENİ
22) Türkiye'nin AB'deki diplomatlarının yerine kendimizi koyalım. 30 senedir AB'li mevkidaşları ile ezik şekilde iki büklüm görüşüyorlar: "Şunu yapmazsan AB ye giremezsin, bunu önce yap sonra konuşalım, bak ev ödevini hala yapmamışsın, hala Kıbrıs’ı askerin işgal ediyor, ekümenik patriğime iyi bak, gene mi Yunan hava sahasını ihlal ettin seni küçük otokrat? vs..". Bu hatalı ve toksik bir diplomasi zeminidir. Türkiye çökmekte olan AB'ye hiçbir alanda mahkûm değildir ve potansiyel olarak Avrupa'nın en büyük ekonomisi ve siyasi gücüdür. AB'ye karşı yeni duruş ile beraber oturma düzeni yeniden ayarlanmalıdır.
RACONU MİLLET KESSİN
23) AB'ye tam üyelik başvurumuz geri çekilmelidir. Bunu yapmanın en uygun şekli kanımca referandumdur. Referandum yapalım ve milletimize soralım. "Türkiye AB'ye üyelik yolunda zaman ve kaynak harcamaya devam mı etmelidir yoksa üyelik talebini geri çekerek alternatif siyasi ve ekonomik birliklere mi yönelmelidir?" Soru gayet net değil mi? Vatandaş raconu kessin. AB kapısına bizi bağlayan ipi vatandaşımız kessin, en uygunu bu olur. Hazır referandum yapma maliyetine girmişken ilave sorular da sorabiliriz: Kürecik kapatılsın mı? İncirlik kapatılsın mı? NATO’dan çıkılsın mı? Belirli tip suçlar için idam cezası getirilsin mi? Haydi bakalım, kukla liderli vassal Avrupa'ya demokrasi dersi!