06 Kasım 2024 Çarşamba
İstanbul 10°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Aydın Köksal’a 'Arayış'ı sorduk: Bilişim Devrimi ve bilincin dönüşümü

Prof. Dr. Aydın Köksal, Uzay Çağı’nın, Bilişim Devrimi’nin terminolojisini Türkçemize kazandıran yazı ve yayınları ile bilim, düşün, kültür dünyamızda yer alan önemli bir değerimiz. Arayış başlıklı yapıtı 100 bölümden oluşan bir dizinin üçüncü kitabı. Son 4 romanı Bilişim Devrimi’nin eşiğinde yaşadı

Aydın Köksal’a 'Arayış'ı sorduk: Bilişim Devrimi ve bilincin dönüşümü
A+ A-
Gürler Akdora

Yirminci yüzyılda insanlığa büyük olanaklar sağlayan birkaç büyük atılım gerçekleştirildi : Çekirdek gücün denetim altına alınması, bilgisayarın ortaya çıkışı, uzayın insanlığa açılması…’’ (Bilişim Terimleri Sözlüğü’ne önsözden... TDK, Ankara, 1981)

Prof. Dr. Aydın Köksal eserleriyle bu sürecin önemli noktalarını ve geleceğimize yansımalarını ele alan önemli bir aydınımız. (*)

Köksal, son eseri Arayış’ta önemli tartışma başlıklarını önümüze getiriyor:

Yaşamın Gizi (1940-52) ve Toplumsal Oyun (1952-56) anı romanlarınızdan sonra Arayış (1956-60) yayınlandı. Tevfik Fikret’lerin Galatasaray’ında geçen gençlik yılları. Ulusal ve evrensel karakterde bir üslup. Yaşantının bütün içtenliği ve canlılığıyla sizin kuşağınız anlatılıyor… Böyle kapsamlı bir yapıtı nasıl tasarladınız?

Yorumunuz duyarlığınız ilginiz için sağ olun… Nasıl tasarladım? 1940’ta İkinci Dünya Savaşı başlarken İstanbul’da doğmuş bir mühendisim… Elektronik mühendisliği okudum… Yaklaşmakta olan Bilişim Devrimi’nin ayrımına erken varmakla, çalışma yaşamımın tümünü, daha işin en başında kendime-çevreme verdiğim “Bilişim Teknikbilimini Türkiye’nin kalkınması için bir araç olarak kullanacağız” sözüme uygun biçimde, bilgisayar başında geçirdim.

Endüstri Devrimi’ne ayak uyduramamış olmakla çöken koca bir imparatorluğun küllerinden ülkemin bağımsızlığını Kurtuluş Savaşı’yla kazanıp Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra, bilimin kılavuzluğunda, 20. yy’da bütün dünyaya örnek olan Türk Aydınlanma Devrimi’ni yaratan Atatürk’ün ölümünden yalnızca iki yıl sonra doğmuştum… Cumhuriyet’in çağdaş laik ulusal eğitim düzeninin çocuğu olma gibi bir ayrıcalığım var… Üstelik Türkiye’nin kurtuluşuna ve Cumhuriyet’in kuruluşuna katılmış bir aile ortamında, İstanbul gibi görkemli bir kentte yaşamıştım çocukluk gençlik yıllarımı…

Arayış başlıklı bu yapıtım, 4 kitapta 100 bölümden oluşan bir dizinin üçüncü kitabı. Bu 4 romanı Bilişim Devrimi’nin eşiğinde yaşadığımız dönüşüm sürecinde kendimizi daha bir yakından, inceden tanımamıza yardımcı olacak ve içinde yaşadığımız hızlı -hem de ileri/geri ya da yapıcı/yıkıcı- dönüşüm süreçlerine ışık tutabilecek bir “20. yy tanıklığı” olarak düşündüm.

Sorunuzda belirttiğiniz gibi, Arayış başlıklı bu üçüncü romanda, İstanbul’da Galatasaray Lisesi’nde yatılı öğrenci olarak kendini, yaşamı tanımaya çalışan bir gencin gözlemleriyle, bizim kuşağımızın insanları anlatılıyor… Türkiye’nin bütün bölgelerinden, değişik mesleklerden, değişik gelenekleri olan ailelerden gelen gençlerin, delikanlıların kişiliklerini, kimliklerini arayışları… İstanbul nasıl çok karmaşık özellikleri olan Türk toplumunun bir benzetimi ise, Galatasaray Lisesi de öyle…

KATMANLI BİR ANLATIM

Arayış kitabınızda, önceki kitaplarınızda kullandığınız özgün anlatım dilinin çekiciliğiyle birlikte, bu kitabı Fikret’e ve öğretmenlere adarken kullandığınız sözlerden, okurunuz, daha ilk sayfada içtenliğinizin, duyarlığınızın ayrımına varıyor:

“Bu yapıtı” diyorsunuz, “Galatasaray’da ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ bir kişi olarak yetiştikten sonra, okul müdürü olduğunda, özgür düşünceli genç kuşakların yetişmesine yol açan yurtsever şair Tevfik Fikret’in anısına adıyorum.

“Karanlık çağlarda, onun yaptığı gibi, dizeleriyle yeryüzüne umut-ışık saçmayı başarmış bütün yazarların, öğretmenlerin anılarına…”

Anlatım diliniz, üslubunuz gerçekten içten, özgün ve akıcı… İnsanı sarıp sarmalıyor… Arayış’ın öyküsüyle birlikte, bu özgün anlatım dilini nasıl sağladığınıza ilişkin bir ipucu verebilir misiniz okurlarımıza?

Eğitimin ancak özgürlük ortamında gerçekleşebilecek bireysel bir arayış olduğu doğrultusunda bir sonucu, okuma sırasında her bir okurun kendi yaşamlarından anımsayacakları değişik çağrışımlarla bulup çıkarabileceklerini kurguladığım bir söylem oluşturmayı denedim…

Bunu, Türkçenin kökleri ile eklerinden oluşan sözcüklerdeki matematiksel saydamlığa dayalı özgün bir anlatım diliyle yapmaya çalıştım.

Çocuk, delikanlı ya da genç, gözlemlerini anlatırken, bir yerde bir yıldız /*/ damgası ile sahne değişiyor; söz, çağın akışı içinde ileri-geri sıçramalarla yaşlı yazarın anlatımına bırakılıyor… Yer yer de, başlangıçta “Hiçbir şey saklamadan hepsi bu kitapta anlatılacak!” dendiği halde, anlattığı olayların akışından sıkılan yaşlı adam yazmayı sürdüremediğinde, “Yazarın aklından şu aykırı düşünceler geçti” diye üçüncü bir anlatıcı giriyor söze.

Böylece üç katmanlı bir anlatımla, gerçek yaşamın karmaşıklığını hızla değişen sahnelerle okuru sürükleyen bir doğallık, devingenlik ortamı sağlamayı denedim… Tıpkı gerçek yaşamda ya da gerçek yaşamı anlatan bir sinema filminde, giderek bir serüven romanında olduğu gibi…

Başka bir deyişle, bir yandan ana dilim Türkçenin anlatım olanaklarından olabildiğince yararlanırken, öte yandan bu dilin olağanüstü düzenli matematiksel yapısından doğan saydamlığını, inceliğini, güzelliğini, anlatım gücünü göstermek istedim.

Arayış, oyuna ve her şeye meraklı çocuklardaki Uyanış’ın, biraz büyüdüklerinde, ilkin bir “Toplumsal Oyuna”, sonra da bilinçlenmeye başlamalarıyla birlikte, delikanlılar için yatılı okulda bir “Özgürlük Arayışı”na, “Kimlik Arayışı”na dönüştüğüne ilişkin gözlemlerle başlıyor… “Okullu Olmak: Galatasaray” başlıklı bölümde öğrenciler için bireysel özgürlük kavramının önemi okuru kendi deneyimlerine sürüklüyor:

“Galatasaray’da yaşam “İnsanı baştan çıkaran Beyoğlu’nun ortasında bir şenlik!” Tuzaklar çok! Öğrencilerin meraklarına değer verilen okulda delikanlı, sanat denilen kavramı tiyatro meraklılarından öğreniyor… Bunun bir bedeli olduğunu da… Resim, müzik, edebiyat, geziler, müzik, spor derslerden daha ilginç. İyi öğretmenler bir şans.

“Büyüdükçe, insanları tanıdıkça Toplumsal Oyun’a dönüşen çocukluk çağı oyunları, delikanlının Akıl Çağı’nda Arayış’a dönüşüyor.”

Ağaç yaş iken kendinizi biçimlendiriyorsunuz. Öğrenme ve öğretme aşkıyla. Türkçe, yazın, resim ve beynin gıdası müzik bir yanda… Tarih, bilim, teknoloji, felsefe ve olmazsa olmaz bir matematik tutkusu öbür yanda…

Ne güzel özetlediniz “Eğitim” denilen bu gizemli yolculuğu… İşte Arayış’ın arka kapağından iki üç paragraf:

“Birkaç İngilizce sözcük, gemide işe yarıyor. Almanca kurslarında ise, kızlarla ilişkiler öne çıkıyor. Oysa 12 Fen’de, tarikata kapılan bir arkadaş, ezan sesini duyunca kapıyı çarpıp dersten çıkabiliyor.

“Değişik karakterlerin bulunduğu sınıfta siyasal tartışma başlıyor. İyi arkadaşları var: Atletizmde yarışıyor; yüzme öğreniyor; sağlık kazanıyor; Müzik Kolu’nda sahneye çıkıyorlar; Gezi Kolu ise doğa, yurt, insan sevgisi, özgüven demek…”

“Dışarıda Menderes’in Vatan Cephesi protestolarında bir öğrenci öldürülüyor; Rektör polisçe yerlerde sürükleniyor. Hukuk, ekonomi çöküyor: 27 Mayıs 1960 darbesi… Menderes’le iki bakanın ölüm cezaları ile Devrim otomobilinin acısını, delikanlı, öğrenim için gittiği Avrupa’da duyacaktır.”

TÜRKÇENİN MATEMATİKSEL DÜZENİNE VURULDUM

Galatasaray’dan sonra dünyaca sayılı üniversitelerden INSA’ya giriyorsunuz. Fransa’da Lyon’da başarıyla geçen renkli öğrenim yılları. Bilime ve mühendisliğe doğru uzun bir yürüyüş başlıyor. INSA’nın eğitiminizdeki önemi ne oldu?

Orada karşılaştığım çokuluslu ortamda Galatasaray’da öğrenmeye çalıştığım Fransızca-İngilizce-Almancanın yanı sıra 24 yaşıma değin İtalyanca-İspanyolca da öğrenip bu dilleri konuşan insanlarla arkadaşlıklar kurarak, onların şarkılarını, müziklerini, oyunlarını, atasözlerini, değer yargılarını öğrenerek, bu değişik ekinler arasındaki benzerlikleri, çelişkileri gördüm… İnsanlara sevgiyle yaklaşmaktan, onlara güvenmekten mutlu oldum. Edindiğim arkadaşlarımın hepsini sevdim. Onları tanıdıkça insan olmanın güzel yanlarıyla tanıştım. Öğrendiğim dillerin hepsini, insanların hepsini sevdim. Ama sonuç olarak anadilim Türkçenin matematiksel düzenine vuruldum.

Savaşı, sömürgeciliği yakından tanıdım. İnsan olmanın koşulları üzerinde çok düşündüm. İnsanın yeni bir tek kişiyle tanışmasının bile kendini daha iyi tanımasına yol açtığının ayrımına vardım… Barbarlık çağında bireyler, aileler, kabileler, küçük topluluklar belki birbirleriyle savaşarak yaşamak zorunda kalmış olabilirler. Ama çağlar boyu genç bireylerini eğitmeyi öğrenen insan türü diller-ekinler geliştirdi, Kendini, uygarlığını yarattı: Tarım Devrimi… Köyler kentler… İnançlar dinler… İmparatorluklar… Uluslaşma… Endüstri Devrimi, Bilişim Devrimi… İnsanoğlunun yaşam koşulları hızla değişiyordu.

Sonuç olarak uygarlık denilen bu yolda insanoğluna eşsiz güzellikte bir yaşam olanağı sunan bu küçük mavi gezegende… Her bireyin merakları özlemleriyle kendi başına -ve bir arada- mutlu yaşamak varken, yöneticilerimizin niçin “hepsi benim olsun” diye benzerlerini, savaşlarla sömürgecilikle, emperyalizmin çifte standartlarıyla köleleştirmeye kakışmalarına inanamıyorum. Ülkemin -ve yeryüzünün- sulak alanlarını rant uğruna kurutarak bütün bitkileri kesmeye, verimli toprakları, insanlığı açlıktan kurtaracak ürünler, besinler üreterek değerlendirmek varken, plansız çarpık kentleşmeyle uluslararası yağmaya açarak her yeri asfaltla betonla kapladıklarını gördükçe şaşkınlığa kapılıyorum.

Bilişim Çağı’nda insanoğlu yeryuvarın tümünü tek bir elektronik köye dönüştürse de, sonuçta bütün insanların bu küçük mavi gezegenimiz üzerinde tek tek özgür mutlu bireyler olarak yaşayabileceklerinin ayrımına varalı çok oldu… Barbarlık ile uygarlık kavramlarını birbirinden ayıran çizginin en belirgin biçimde bu ayrımda gizli olduğunu düşünüyorum.

Sizi okurken, okuyucu da kendi anılarının dünyasında bir yolculuğa çıkıyor. Yazarla birlikte koşut iki serüven, iki macera romanı, kimi zaman iç içe geçip alıp başını gidiyor. Güncel ve tarihsel olayların bizde bıraktığı o yaşam boyu sürüp gidecek izlerle. Evet… İstedim ki her okur, bu yapıtımda birey olarak kendi kişiliğini bulsun… Bütün insanlığı kucaklayıp onların sevinçlerini, acılarını paylaşarak, bütün kötülüklerden kendinin de sorumlu olduğu bilincine varsın, kendi yaşamını mutlu bir birey olarak kendi isteğine göre kurgulayıp sürdürebilsin… Bunu, tek tek bireyler olarak, biz insanoğlu, toplumsal yaşamda her düzeyde bilgi-bilinç-istençle örgütlenip uygarlığımızı kurumlaştırabildiğimizde, hiç kuşkusuz bir gün başarabiliriz.

Bunu başaramazsak?.. O zaman İnsan türü, yeryuvarda kendi kendini yok ettiğinde… Son on bin yılda palazlanıp bu gezegendeki yaş’lığı kurutan, canlıları öldüren, ormanları ağaçları çiçekleri kesip kurutan bu Bilen insan’ın -ya da Homo sapiens’in- dışında kalan bütün canlılar bitkiler ile -daha çok su’dan oluşan- yaşam yeniden mutlu bir denge içinde sürüp gidecektir.

Cervantes’in Don Kişot’unun ayrı bir yeri var sizin edebiyat dünyanızda. Gün geliyor siz de kendi yel değirmenlerinizle mücadeleye girişiyor gibisiniz… Şiir dünyasının üç ustası Mayakovski, Pablo Neruda ve Nâzım Hikmet evrensel üç büyük şair. Onlar da gönlünüzde… Onlar için neler söylersiniz?

Evet onlar da gönlümde… Okuyorum… Ama yalnızca onlar değil… Yunus, Dante, Mevlana, Firdevsi, Karacaoğlan, Shakespeare, Goethe-Schiller, Rimbaud, Unamuno, Külebi, Yaşar Kemal, Dağlarca hepsi gönlümde… Dokuz bin sayfanın üzerinde basılmış yazım yayımlandı… Bugün seksen bir yaşımdayım… Gerçek yaşamdan damıtılmış daha pek çok izler evimde-işimde-uğraşımda beni bekliyor. Umarım yeni yazılarımı da genç kuşakların o güvendiğim ellerine bırakacak zamanı bana çok görmez, bu yılki acımasız konuğumuz Korona virüs salgını.

Anılar geçmişi, yaşam bugünü, hayaller ve umutlar geleceği kurgularken son romanınızı bekliyor okur sizden. Dizinin 4. Kitabı olan Tutku şu anda basım aşamasında… Böylece Yaşamın Gizi (2018), Toplumsal Oyun (2019) ve Arayış’ın (2020) ardından, Tutku (2021) ile dört kitaplık dizi tamamlanmış olacak.

Benim için 2006’dan bugüne uzanan on beş yıllık bir yazın serüveni… Kendini, çevresini, insanlığı tanımaya çalışırken, yeryuvarın bütün kaynaklarını hoyratça tüketen uygar geçinen ikiyüzlü insanoğlu belki de kendi sonunu hazırlarken, insanın kendiyle çevreyle barışık yaşama tutkusu, hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmamamızı sağlıyor… Uygarca bir çıkış yolu bulmaya çalışan bireyin kendiyle yüzleşmesini sağlıyor, iyi bir yurttaş olma, insan olma tutkusu.

Teşekkürler Aydın Köksal… Yeni verimlerinizde buluşmak üzere, size sağlıklar, esenlikler diliyorum.

NOTLAR:

(*) Aydın Köksal ile söyleşi.’’Yaşamın Gizi : Bilgisayar sözcüğünün 50. Yılında, Bilişim’den Anı Roman’a’’ Gürler Akdora, Bilim ve Ütopya, Ocak 2020, Sayı :306

Roman Edebiyat Aydın Köksal bilişim kültür