Azerbaycan gözlemleri-1 - Biz iki devlet bir milletiz
Ulusal Kanal Gönüllülerinin yedinci gezisi 5-11 Ekim 2024 arası Azerbaycan’a idi. Gönüllüler olarak, Yahya Kemal’in Akıncılar şiirinde dediği gibi, ‘çocuklar gibi şendik’ bu kardeş ülkeyi görmeye giderken. Çok mutlu ve bir aile gibi kaynaşmış birçok anıyla döndük


Biz iki dovlet bir milletik
Azeriyik Türk ogluyuk
Atatürk Haydar nevesi
Biz bu torpaga bağlıyık
Azerbaycan kızı Günel, 2008 yılında “İki Devlet Bir Millet” sözünü şarkılaştırmış. Daha birçok kıtası var. Bu sözün Haydar Aliyev’e, Elçibey’e ait olduğu ya da Bahtiyar Vahapzade’nin (1925-2009) 1991 yılında yazdığı Azerbaycan-Türkiye adlı şiirde ilk söylendiği düşünülür. Bu şiir duygu dolu hoş bir şiirdir. Kanımca büyük olasılıkla yukarıdaki şarkı bu şiirden esinlenlenmiştir. Devlet adamları ve birçok kişi de bu güzel sözü kendilerine yol gösterici olarak alıp konuşmalarında kullanmışlardır.
Ulusal Kanal Gönüllülerinin yedinci gezisi 5-11 Ekim 2024 arası Azerbaycan’a idi. Gönüllüler olarak, Yahya Kemal’in Akıncılar şiirinde dediği gibi, “çocuklar gibi şendik” bu kardeş ülkeyi görmeye giderken. Çok mutlu ve bir aile gibi kaynaşmış birçok anıyla dolu döndük. Bir gezi arkadaşımızın dediği gibi, bu geziler güzel bir bağımlık yaratıyor. Azerbaycan Türklerinin bizlere gösterdiği ilgi ve misafirseverlik karşısında hepimiz duygulandık, kimimizin gözleri yaşlandı. Öyle etkilendik ki iki gezi arkadaşım sevgili Ali Fuat Gökçe ve Askar Yıldırım da gözlemlerini yazdılar. Okumanızı tavsiye ederim. Onların yazdıklarını tekrarlamamaya çalışarak içimde bu güzel izlenimler kalmasın diye ben de yazacağım, af oluna.
Ulusal Kanal gezileri titizlikle organize ediliyor. Bu geziler ticari, turistik, gidelim görelim, yiyelim içelim tarzında değil. Evet sonuç olarak Ulusal Kanal Gönüllüleri de turist ve kendimizi bu tarz gezenlerden tamamen ayırmıyoruz ancak gittiğimiz yerlerde bazı özel ziyaretlere ve davetlere katılıyoruz. Halkla kaynaşıp birliktelik kuruyoruz. Güneydoğu gezimizde Diyarbakır Annelerini ziyaret etmiştik. Artık birçok turist eskiye göre çevreye ve gezdikleri yerlerdeki insanlara daha saygılı davranıyor. Burada turizmin sosyoekonomik politik eleştirisini ve incelemesini pek tabiî ki yapmayacağız ama bunlar düşünülerek Ulusal Kanal gezileri düzenleniyor. İyi de oluyor. Burada düzenleyen ve katılan arkadaşlara teşekkür etmek istiyorum. Gezi arkadaşlarımızdan her birimiz pek çok bilgi ve yaşam tecrübelerini paylaşıyor fikir alışverişinde bulunuyoruz, hep beraber gülüyoruz, şakalaşıyoruz, şarkılar söylüyor, halaylar çekiyoruz ve de bir çok konuda yardımlaşıyoruz.

AYNI ARZU, AYNI NİYET
Bu gezimizde önceden ayarlanan önemli bir davete katıldık. Azerbaycan Cumhuriyeti Millî Meclisi Milletvekili, Azerbaycan Merkez Kooperatifler İttifakı (Azerittifaq) Sadri’nin Müavini; Azeri-Türk Kadınlar Birliği Sadri, Azerbaycan-Türkiye Evi’nin Başkanı Tenzilə Rüstemxanlı Hanım’ın davetlisi olduk. Azerbaycan Türkçesi bilindiği gibi Türkiye’de konuşulandan farklı ve bu bizlere hem ilginç hem hoş hem de çok öğretici oldu. Burada geçen ‘Sadri’ önde giden, şahin gibi yiğit anlamına geliyormuş. Gerçekten de konuşmasıyla bizleri büyüleyen ve duygulandıran bu yiğit hanım Ergenekon kumpaslarında 13 yaşındaki kızı ile iddianamede suçlanmış. Türkevi, Azebaycan’a gelen Türklere yardımcı olup, iki devleti olan bu milleti gerçek yaşamda bir araya getiren önemli bir kurum. Aramızda çeşitli dernekleri temsil eden arkadaşlara Azerbaycan-Türkiye dostluğunu gösteren plaketler hediye etti. Sağ olsun hepimize birer tane imzalıyarak Üç Qitada İzimiz adlı kitabını verdi. Ben Brighton, İngiltere’de başkanı olduğum Anadolu Arkadaşlık Grubu adına bir plaket aldım. Biz Brighton’da bir Türkevi kuramadık ama şehrimize gelen Türklere yardımcı olmaya çalışıyoruz.
BAKÜ
Bakü’den başlayan gezimiz bana hemen, 1-7 Eylül 1920 tarihleri arasında Komintern tarafından Bakü’de organize edilen Uluslararası Birinci Doğu Halkları Kurultayı hakkında okuduklarımı anımsattı. Gezi arkadaşım Gence kökenli Iğdır, Kars’tan bir Azerbaycan Türkü Celal Bey’le, acaba bu kurultay hangi binada yapılmıştı diye düşündük. Bilsek ziyaret etmek isterdik. Kırk yıl önce tutanaklarını okumuş, bir kitap için Mustafa Suphi’nin yazısını çevirmiştim. ‘Komintern Belgelerinde Türkiye’ adlı Dr. Doğu Perinçek’in belgelere dayalı çalışmasında, bu konuşmanın bir kısmı verilmiştir.
Bakü, Nâzım Hikmet’in meşhur Bahri Hazar şiirinde ‘Bir sudur Hazer!’ dediği Hazar sahilinde tarih dolu gez gez bitmeyen bakımlı bir başkenttir. İlk gittiğimiz yer çok anlamlı idi. Bütün şehre bir tepeden hâkim olan şehitlikti. Burada bir millet olmamızın kanıtı Nuri Paşa (Enver Paşa'nın kardeşi olan Nuri Killigil) komutasında Eylül 1918 tarihinde Bakü’yü Ruslara ve Ermenilere karşı başarı ile korurken, üç Karabağ Savaşı ve 1990 Ayaklanması’nda şehit olanlar hep beraber yatıyorlardı. Bazı Azerbaycanlı kardeşlerimizin haklı olarak dedikleri gibi onlar Türkiye hakkında birçok bilgiye sahipken biz Azerbaycan’ı az tanıyorduk. Bakü Doğu Kurultayı’nı bilen ben, maalesef bu tarihi bilmiyordum. Ayrıca yıllar önce İranlı Azerbaycan Türkü abimden öğrendiğim güftesi Aslan Aslanov bestesi Talman Hacıev tarafından yazılan ve meşhur Reşit Behbudov tarafından söylenen Laleler, benim en sevdiğim türküler arasında olmuştur ama asıl hikâyesini bilmiyormuşum. Ben bunu romantik bir halk şarkısı olarak bellemiştim ama aslında bu türkü 25 Mayıs 1918’de Gence’ye ulaşan Nuri Paşa, dağınık birlikleri toplayarak Kafkas İslam Ordusu’nu kurup Gence’ye giriş yapan binlerce Osmanlı askerinin başındaki kırmızı fesleri ve püsküllerinin uzaktan gelincik tarlasını andıran bir görüntü oluşturmasını ve şehit düştükleri bu topraklarda gelincikler açmasını anlatıyormuş.
Gelincik, Azerbaycan Türkçesinde “lale” demek.
Yazın evvelinde gence çölünde
Yazın evvelinde gence çölünde
Çıkarlar laleler gine de bize laleler
Bize laleler
O güzel yemyeşil yapraklarını
Serip de dereye güzel laleler
Güzel laleler
Laleler laleler
Laleler laleler hey
İşin ilginç tarafı 1915 yılında Kanadalı doktor Yarbay John McCrae, Belçika'nın Ypres kentindeki savaş alanlarında tanık olduğu yıkımın ardından ünlü savaş şiiri In Flanders Fields'ı yazdı. Şiir, 1914 ile 1918 yılları arasında bir milyondan fazla askerin öldüğü yerde açan narin kırmızı gelincik çiçeklerini anlatıyor. Bu yüzden İngiltere’de her yıl gelincik rosetlerle savaşlarda ölenler anılıyor. Aslında insanların akıl ve duygu yolunun bir olduğunu bunu şairlerin halkın duygularını benzer dile getirmesinde görüyoruz.
Şehitlerimize saygı duruşu ve dua ettikten sonra feniküler ile Dağ Üstü parka çıkıp bütün Bakü’yü boydan boya doya doya seyrettik. Bakü, 2006 yılında açılan Ceyhan Petrol Boru Hattı'nın çıkış noktasıdır ve Hazar Denizi'nin en önemli limanıdır. 3 milyon gibi bir nüfusu ile de neredeyse tüm Azerbaycan’ın üçte biri bu şehirde yaşıyormuş. Kale duvarları ile çevrili ve halk arasında İçerişehir dedikleri eski şehir merkezini gezmeye Koşa Kale Kapısı’ndan (Şamaxı darvazası) girerek Kız Kulesi ve Şirvanşahlar Sarayı’nı gezdik. Bakü, müzeler şehri diye son zamanlarda adlandırılan ilk gezimizde gezdiğimiz Gaziantep gibi bir çok müze dolu. Hepsini doya doya gezmek çok zor, o yüzden görkemli bir binada yer alan Edebiyat Müzesi’ni dışarıdan gördük ve bizi bağrına basan rehberimiz Aynuru Hanım bize derinlemesine bilgi verdi. Minyatür Kitap Müzesi’ni gezdik. Ülkemizden 26 nolu vitrinden önde bir kaç tane Atatürk’ün Nutku vardı. Bizi gülümseten minyatür kitap ise Artvinli Aydın Baba olarak bilinen Aydın Karasüleymanoğlu’nun ‘Taş Devri Tunç Devri Puşt Devri’ (1983) adlı taşlaması idi.
İlk gecemiz için turda bize yardımcı olan boynundaki ayyıldızlı alımlı kolyesinde Gülşah yazan 17 yaşına kadar köyde büyüdüğünü belirten şirin hanımkızımız bizi Yeni Bakü Oteli’ne yerleştirdi.

QOBUSTAN VE ATEŞGAH
Ertesi sabah güler yüzlü şoförümüz Rövsen Bey, bizi Bakü dışındaki UNESCO Dünya Koruması Listesi’nde bulunan 20 bin yıllık, yüz binlerce kaya resminin bulunduğu, bir zamanlar Hazar Denizi kıyısında bulunan ama sular kuruyunca sahilden uzak kalan Qobustan’a ve 16’ncı yüzyıldan kalma Zerdüştlerin Ateşgah Tapınağı’na günübirlik götürdü. Kimileri, bölgede tarih boyunca doğal gaz yayan yerlerin olmasının bu tapınma şekline etkisi olduğunu düşünüyor. Bu tapınaklarda kendini yakma gibi bir çile şekli varmış. Buraları anlatmak zor ancak ayak basarak kendi gözlerinizle görerek değişik çağlarda ve kültürlerde insanların nasıl yaşadıklarını biraz olsun hissedeceksiniz. Bütün karayolları boyunca Karabağ şehitlerinin resimleri var. Bu resimler güncel tarihin gerçeklerini yansıtıyor, içiniz yanıyor ve acıların ne kadar taze olduğunu anlıyorsunuz. Ayrıca resimlerin insanlık tarihi boyunca ne kadar önemli bir yeri olduğunu da anlıyorsunuz. Bir resim bin söz eder diye boşuna denmemiş.

QUBA VE KINALIK KÖYÜ
Üçüncü gün Quba’ya doğru Tengəaltı-Afurca yoluna koyuluyoruz. Bu yol Tenge deresi vadisinin sarp kayaları arasından geçiyor. Mağara denilen mevkide durduk. Burada şimdi demir merdivenlerle çıkılan çok sarp bir kayalık arasında minik bir mağara var. Burada Quba direniş liderlerinden Yüzbaşı Mayıl Ermeni saldırılarına karşı mevki almış. Buradan manzara müthiş.
Daha sonra altı Lada 4x4 arabalara doluştuk ve Kafkasların en yüksek en kadim, Kınalık köyüne gittik. Denilir ya ama gerçekten dere tepe düz gittik, gittikçe yükseldik yer yer bir yanımız uçurum oldu. Yıkılan köprü yüzünden sert akan derenin içinden geçtik. Bir buçuk saatin sonunda bu Kafkasların yüksek irtifalı UNESCO tarafından kayıt altındaki tarihi ‘Göç yolları’ üstündeki köye vardık. "Yaşayan Bir Miras" olarak anılan köy, binlerce yıllık geçmişe sahip olmasının yanı sıra köyün halkı hâlâ kendi geleneklerini, kendilerine has dillerini ve dinlerini koruyarak, yarı göçebe bir yaşam sürdürüyor. Bu köyde iki müze var. Bizim hava kararmadan dönmemiz gerektiğinden sadece birini gezebildik. Burada bulunan görevli uzun uzun neolitik çağdan başlayarak civarın tarihini anlattı, kalabilsek gece yarısına kadar bu minik müzede bulunan objeler üzerinden belki de sabaha kadar anlatırdı. Tam bir bilgi küpüydü. Burada Fahrettin adlı bir çocuktan el örgüsü ve rengi çok hoşuma giden bir bere aldım. Gezimizin sonuna kadar başımdan pek çıkmadı ve hala keyifle kullanıyorum. Geceyi, mimarisi ve bahçe düzeniyle yapılmış göl kenarında tertemiz bakımlı bir otel olan Macara Otel’de geçirdik. - DEVAM EDECEK