Bağımsızlığını kazanan Türk savunma sanayi
Türkiye’nin silah dış alımında ABD’nin payı 2020’de %16’ya, 2021’de ise %9 gibi bir seviyeye inmiştir. Bir benzetme yapmak gerekirse; 'Kuş kafesten kaçmış ve bir kartal olarak geri dönmüştür.' Bu kuş bir kartal olarak yükseklerde uçmaya başlamıştır.
Bir devletin silahlanma denkleminde kendi sınırlarını zorlamak yerine, emperyalistlerin öngördüğü sınırlamalara rıza göstermesi, o devletin jeopolitik gücünden feragat etmesi anlamını taşır. Kendini NATO’ya bağlayan Türkiye tam olarak bunu yaşamış ve jeopolitik gerçekliğinden kopmuştur. Türkiye, NATO’dan kopmaya çalıştığı yakın döneminde ise kendi sınırlarını zorlayarak yerli ve millî silahlarını ürettikçe bağımsızlaşmış, gerçek jeopolitik gücünü fark etmeye başlamıştır. Konuyu bilimsel açıdan masaya yatırırsak; Türkiye’nin 1950-2021 arasında gerçekleştirdiği silah dış alım ve satımlarının fotoğrafını çeken Tablo-1, aslında Türkiye’nin emperyalizm ile ilişkisini anlamamızı kolaylaştıracak bilgilere ayna tutar.
1950-2000 yılları arasındaki 51 yıllık dönemde, millî gelirinin yıllık olarak ortalama 850 milyon dolarını yurt dışından silah satın almak için harcayan Türkiye, aynı dönemde yıllık olarak sadece 173 bin dolarlık silah satışı yapabilmiştir. Satacak silahı olmayan Türkiye, emperyalistlerden silah satın almak için tomarla para saymıştır. 1950-2000 yılları arasındaki dönemde, Türkiye’nin silah satın almasını gerektirecek konjonktürü en kısa hâliyle özetlemek için; Kuzey Atlantik İttifakı (NATO) üzerinden düşmanlaştırılan ve kışkırtılan Sovyet Rusya’yı; Adalar (Ege) Denizi, Karaman Denizi (Doğu Akdeniz) ve Kıbrıs üzerinden emperyalistlerce kontrol edilen gerginlikleri sürdürmek üzere silahlandırılıp yeniden yayılmacı politika gütmeye teşvik edilen Yunanistan’ı; akla hayale gelmeyecek çapta gizli veya doğrudan yapılan küresel desteklerle ayakta tutulan ve Türkiye’yi yıpratmak için kullanılan PKK ve FETÖ terör örgütlerini; soykırım masalları ile bir hayal dünyasına itilip teröre teşvik edilen Ermenistan’ı; klasik Orta Doğu huzursuzluklarını ifade etmek sanıyorum yeterli.
Açıkçası, ABD’nin öncülüğündeki Batı, silah satışı için bereketli bir ortam kurgulamış, 2000’li yıllara kadar Türkiye’ye emperyalistlerin eski nesil silahlarını yüksek bedeller ödeyerek satın almaktan başka çare bırakmamıştır.
MİLLİ KIPIRDANMA
Tablo-2’yi incelediğimizde bu 51 yıllık dönemin ilk 21 yılında Türkiye %80-85 oranlarında ABD’ye bağımlı durumdayken; sonraki 30 yılında silah alımında bağımlı olduğu devletleri çeşitlendirme gayretine rağmen, ABD’ye bağımlılığını ancak %42-70 bandına çekebilmiştir.
Atatürk’ün emperyalizmle mücadele felsefesinden uzaklaşan ve NATO’yla Batılılaştığına inandırılan Türkiye’nin, 1950-2000 arasındaki yarım yüzyıllık dönemde, silah satışı yapamadan dünyanın en önde gelen silah alıcılarından birine dönüştürüldüğüne dikkat çekmek istiyorum. Konuyu bilimsel olarak biraz daha derinleştirebilmek için Kardak Krizi ve PKK’yla mücadele gereksinimlerinin en üst düzeye ulaştığı 1991-2000 arası dönemde, Türkiye’nin rekor kırarak yıllık ortalama 1,756 milyon dolar gibi yüksek bir dış alım seviyesine ulaştığına ve bu dış alımın da %66’sının ABD’den, kalan %34’ünün de Almanya başta olmak üzere diğer Batı devletlerinden yapıldığına dikkat çekmek istiyorum. Emperyalizm için bu durum, memnuniyet vericiydi. Türkiye, 50 yılın alışkanlığıyla Batı silahlarına bağımlı kılınmış; bu yüzden -kendi inisiyatifiyle- jeopolitik körlüğe düşümüş; gerçek jeopolitik gücünün farkına varamadığından emperyalist istekleri, dış politikasının gerekleri olarak algılamaya başlamıştır.
Hâl böyleyken, 2001-2010 yılları arası dönemde, Türkiye’de, silah dış alım-satımlarını etkileyen ve ABD’nin canının oldukça sıkılmasına yol açacak cinsten millî bir kıpırdanma yaşanmıştır. ABD emperyalizminin silah pazarı üzerinden Türkiye’den darbe alacağını ilk hissettiği dönem olan 2001-2010 arasındaki 10 yıllık dönemde, Türkiye’nin silah dış alımı, yıllık 1.756 milyon dolardan keskin bir düşüşle yıllık 617 milyon dolara gerilemişti. Esasında aradaki fark, yurt dışından silah satın almak yerine millî savunma sanayi üzerinden karşılanmıştı; hatta bunun da ötesinde Türkiye, yurt dışına yıllık 52,2 milyon dolarlık silah satışı yaparak -mazlum devletlere- teknolojisi yüksek silahlar satmaya başlayan bir devlet kimliği de kazanmıştır. ABD, gecikmeden bu duruma müdahale etmek istemiştir. Nitekim, 2007-2008 Ergenekon, 2008-2009 Poyrazköy/Amirallere Suikast/Kafes Eylem Planı, 2010-2011 Balyoz, 2012-2013 Casusluk ve Fuhuş kumpas davaları süreci ile TSK’da emperyalizmle mücadele azminde olan ve Türkiye’nin Batı’ya olan silah bağımlılık zincirini kırmak üzere emek harcayan ne kadar yüksek rütbeli subay varsa tutuklanmıştır.
FETÖ BAĞIMLILIĞI TEKRAR ARTIRDI
2011-2016 yılları arasındaki 5 yıllık süreçte pek çok devlet kurumuyla birlikte TSK’nın da kontrolünü ele geçiren Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ), yıllık 617 milyon dolara düşmüş olan yurt dışından silah alımlarını tekrar yıllık 1.073 milyon dolara tırmandırmış ve yüksek savunma harcamasının %61’inin ABD’li silah şirketlerine transferine öncülük etmişlerdir. Bu dönemde, FETÖ tarafından yavaşlatılan millî savunma sanayi, önüne çıkarılan ABD güdümlü güçlü engellemelere rağmen, önceki dönemin satış anlaşmaları sayesinde, yıllık 210,6 milyon dolarlık dış satım yaparak ilk verimli meyvelerini vermeye başlamıştı. Türk millî savunma sanayi, FETÖ militanlarınca geriletilmeye çalışılırken 15 Temmuz 2016’da FETÖ’nün başarısız darbe girişimi yaşanmış ve başta TSK olmak üzere tüm devlet kurumları, hızlı bir şekilde FETÖ’den arındırılmıştır.
FETÖ’nün tasfiyesi sonrası ilk 3 yıl olan 2017-2019 döneminde, Türkiye’nin yıllık ortalama savunma harcaması, FETÖ’nün kontrol ettiği 2011-2016 dönemine göre çok hızlı bir düşüş kaydederek 1.073 milyon dolardan 143 milyon dolara gerilemiştir. Diğer taraftan, önceki dönemi kontrol eden FETÖ’nün silah satış anlaşmalarımızı baltalamış olması nedeniyle 2017-2019 döneminde yurt dışına silah satışımız da yıllık ortalama 210,6 milyon dolardan yıllık ortalama 56,3 milyon dolara gerilemiştir. Yine de, FETÖ travmasının atlatılma dönemi olan 2017-2019 sürecinde, savunma harcamalarımızın yurt dışı kaynaklar yerine açık ara ile yurt içi kaynaklar kullanılarak yapıldığını söylemeliyiz. 2017-2019 döneminde, miktarı çok düşmüş olan savunma dış alımımızda ABD’nin payı; 2017’de %35’e, 2018’de %25’e ve 2019’da da %17’ye kadar geriletilmiştir.
FETÖ TEMİZLENDİ DIŞ SATIM DIŞ ALIMI GERİDE BIRAKTI
FETÖ travmasının tam olarak atlatıldığı 2020-2021 arasını kapsayan dönemde ise, Türkiye tarihinde bir ilk yaşanmıştır. Bu 2 yıllık dönemde, yıllık savunma dış alımımız ortalama 183 milyon dolar olurken, yıllık savunma dış satımımız yıllık ortalama 306,5 milyon dolara tırmanmıştır. Özetlersek, ilk defa dış satım, dış alımı aşmış; üstelik aşım oranı %68 gibi dev bir sıçrama şeklinde gerçekleşmiştir. 2020 ve 2021 yıllarında TSK’nın savunma gereksinimlerinin çok büyük bir bölümü millî savunma sanayi ile karşılanmış, karşılayamadığı küçük bir bölümün finansmanı ise rahatlıkla dış satım üzerinden yapılabilmişti. 2022 yılı performans ön değerlendirmeleri ise, Türk savunma sanayinin 2020-2021 dönemine göre çok daha parlak bir yılda olduğunu göstermektedir.
Tablo-1 ve Tablo-2’den de görüleceği üzere, son 2 yılda yıllık ortalama 183 milyon dolar gibi çok düşük bir seviyeye gerileyen Türkiye’nin silah dış alımında ABD’nin payı 2020’de %16’ye, 2021’de ise %9 gibi -ABD için inanılması güç- bir seviyeye inmiştir. Bir benzetme yapmak gerekirse; “Kuş kafesten kaçmış ve bir kartal olarak geri dönmüştür.” veya daha doğru bir benzetme yapalım: “ABD, kafesindeki kuşun kaçmasını engelleyememiş ve bu kuş bir kartal olarak yükseklerde uçmaya başlamıştır.” Geri döndürülemez olarak görünen bu olgu, Türkiye’nin Batı ile geçmişte kurduğu teslimiyetçi bağlarını kopartma niyetinde olduğunun ve jeopolitik özgürlüğünden ödün vermeden entegre olmak üzere Asya’ya yaklaşmak istediğinin önemli işaretlerinden biridir.
TSK’nın diğer alanlara göre göreceli olarak ilerlemesinin yavaş kaldığı “savaş uçağı” alanı üzerinden Türkiye’ye yapabileceği son silah satışları olan F-16 Block 70 ve modernizasyon kitleri, ABD’nin savunma sanayi üzerinden Türkiye’yi kontrol etmekte kullanabileceği son kozdur. ABD, bu kozu optimum şekilde kullandıktan sonra, Türkiye’nin savaş gücünün Adalar (Ege) Denizi ve Karaman Denizi (Doğu Akdeniz) üzerindeki gerginliklerden kaynaklanabilecek bir savaş ile yok edilmesinin ve böylece tekrar eski günlerdeki gibi kendine bağımlı kılınmasının hesaplarını yapmaktadır.
ABD silahlarına bağımlılıktan kurtulduğu için jeopolitik gücüyle kucaklaşmaya başlayan Türkiye’nin büyük ilerleme kaydettiği ve 2030’dan itibaren seri üretimini planladığı “Milli Muharip Uçak (MMU)” kritik bir öneme sahiptir. Millî savaş uçağımızın prototiplerinde kullanılacak motorların ABD ve İngiltere tarafından -yangından mal kaçırırcasına- Türk savunma sanayine servis edilmesi, sıçrama kaydeden savunma sanayimizi sabote etmeye dönük bir girişim olarak algılanmalıdır. Millî savaş uçağı seri üretiminde %100 yerlilik için millî yeteneklerimiz zorlanmalı; 2030’lu yıllara kadar gelişmiş savaş uçağı gereksinimlerimiz için Rusya ve Çin seçenekleri öncelikli olarak değerlendirmelidir. Hatta, şahlanmış Türk millî savunma sanayimizin önünü daha çok açmak için, CAATSA yaptırımları ile Türkiye’yi düşman ilan eden ABD’ye bırakın F-16/F-35 veya uçak motoru satın almayı, “ABD’den silah satın alınmasını yasaklayan” ticari bir misillemeye gereksinim olduğu inancındayım.