Bağımsızlık, çağdaşlaşma kesintisiz devrim
Batılı işgalciler ulusal bağımsızlık savaşını ‘Kemalist Harekât’ olarak küçümsemek istedi. Kemalizm kavramını olumlu anlamda ilk kez 1927’de Yakup Kadri Karaosmanoğlu kullandı.
Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a, Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak Bandırma vapuruyla yola çıktığında, arkasında İngiliz işgal kuvvetlerinin gönderdiği bir destroyerin iki görevi vardı ya Bandırma vapurunu geri çevirecek ya da batıracaktı. Mustafa Kemal Samsun’a indiğinde askerdi. Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşa’yla Anadolu’nun işgalden kurtulması için harekete geçmek için anlaşmışlardı. Emrinde Bağımsızlık Savaşını başlatabileceği yeterli askeri güç bulunuyordu; isteseydi Bağımsızlık Savaşını sırtındaki askeri üniformayla yapabilirdi. Yapmaması için herhangi bir neden yoktu. İşgal kuvvetlerinin, işbirlikçi hükümetin onu durduracak gücü yoktu. Olsa ne yazar!
Mustafa Kemal’in düşündüğü bağımsızlık savaşının askeri nitelikte bir direniş olmayacağı, halk kongreleri, şuralar, halk adına karar verebilecek meclis aracılığıyla yola çıkmaktı. Daha Samsun’a çıkmadan Anadolu Hareketi’ni nasıl gerçekleştireceğini biliyordu.
Mustafa Kemal istese Bonapartik, güçlü, merkezî devleti savunan askeri, bürokratik politikalarla başlayabilirdi.
Oysa böyle bir yönetimi asla düşünmez. Öyle olmadığının kanıtı 22 Haziran 1919 tarihli Amasya Genelgesi, 23 Temmuz / 7 Ağustos 1919 tarihili Erzurum Kongresi, 26 Temmuz / 25 Ağustos 1919 tarihli Balıkesir, Alaşehir Kongreleri, 4 Eylül / 11 Eylül 1919 tarihli Sivas Kongresi’dir. Bonapartik bir harekât değil demokratik bir harekât, milletin bağımsızlığının yine milletin azim ve kararıyla gerçekleşmesi! TBMM bu kararlığının en büyük örneğidir.
HAKİMİYET KİMİN OLACAKTI?
Mustafa Kemal için önemli olan hâkimiyetin kayıtsız şartsız milletin olmasıydı.
Kemalizm ontolojik bir kavram olarak ilkin ulusal bağımsızlık için Mustafa Kemal’in önderliğinde direnenlere karşı işbirlikçi Damat Ferit, ardından İstanbul’un işgal edildiğini bildiren Fransız temsilcisine; “Kemalistleri siz tutuklamasaydınız, ben tutuklayacaktım” diyen Vahideddin tarafından söylendi.
1920’de Robeck’in müttefikleri için hazırladığı raporda; “Fransızlar, Kemalistlere karşı iyi niyetli görünüyorlar” diyerek bu kavramı dile getirir. 6 Mart 1922’de Tevfik Paşa ile görüşen İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold da aynı kavramı kullanır. Bağımsızlık karşıtı Alemdar gazetesi Kemalistleri “Kemali Çete” olarak yaftaladı.
Batılı işgalciler için ulusal bağımsızlık savaşı “Kemalist Harekât” olarak küçümsenmek istenildi. Kemalizm kavramını olumlu anlamda ilk kez 1927’de Yakup Kadri Karaosmanoğlu kullandı. Kemalizm bağımsızlık, çağdaşlaşma, kesintisiz devrimler demekti. Kemalizm’in ilkeleri daha sonra Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Milliyetçilik, Devrimcilik, Laiklik olarak belirlenecektir.
TÜRK RÖNESANSI
Düşünbilim, etimolojik olarak arama bilgisidir. İdeolojiyle doktrin birbirine karıştırılır; ideolojinin ontolojik tanımı siyasal ve toplumsal oluşumların tutum, duruş ve yaklaşımlarını içerir. Ayrıca siyasal, hukuksal, bilimsel, felsefi, yazınsal, etik, estetik bileşenleri bulunur. Kemalizm bir bütün olarak bugün de varlığını daha yoğun biçimde duyumsatarak sürdüren yararcı bir ideoloji, XIV. yüzyılda İtalya’da görülmeye başlanan yeni bir çağı işaret eden Türk Rönesans’ı olarak kabul edilebilir.
OSMANLICILIK
Osmanlı düşünü Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük ve Batıcılık olarak çok parçalıdır. Cumhuriyet’e kadar bu dört akım birbiriyle çatışkı içindedir. Bir aile ve devşirmelerle oluşturulan klan devleti olarak Osmanlı’da, Osmanlıcılık düşünü, imparatorluğun çadır devletinden duraklama ve yıkılma sürecine kadar yoktur, Türk’ü kabullenmez.
Osmanlıcılık düşünü Tanzimat’ın eseridir. Jön Türkler’in yıkılmanın eşiğine gelmiş imparatorluğu yeniden toparlamak için savundukları Osmanlıcılık 1878 Berlin Antlaşmasıyla zayıflamaya başlar. Balkan Savaşları’ndaki büyük yengilerle ortadan kalkar. Ardından İslamcılık düşünü II. Abdülhamit döneminde devletin resmi politikası haline gelir.
I. Dünya Savaşı sonunda etkisini yitirir. Türkçülük düşünü Çarlık Rusyası’ndan kaçan Türk asıllı düşün insanlarının Anadolu’ya taşıdıkları akım olarak ortaya çıkar, II. Meşrutiyet’in ilanıyla varlığını duyumsatır. Aynı dönemde Batıcılık düşünü de gelişir. Türkçüler Turancılık/Kızıl Elma gibi hedeflere yönelirlerken, Batıcılık düşününü savunanlar bilimselliği ön planda tutarlar. Cumhuriyet’in kökeni bilimsellik üzerinedir, ulus devlet politik, jeopolitik, kültürel bir üst varlık olarak ortak bir dil, ortak kültür, ortak değerleri içerir. Ulus devletler evrensel yasalara göre varlıklarını sürdürürler, yoksa kendinden önceki soy ve klan devletleri gibi tarihin çöplüğüne süpürülürler.
KARŞIDEVRİMCİLER
Ne yazıktır ki Cumhuriyet’in yüzüncü yılında, Mustafa Kemal’in en seçkin yönetim biçimi olarak oluşturduğu Demokratik Cumhuriyet bugün savunulacak duruma düşürüldü. Cumhuriyete düşmanlarının varlığı, Cumhuriyetin yürürlüğe konulduğu tarihten bu yana kesintisiz biçimde artarak var oldu. Ellerine geçen erki Cumhuriyeti savunanların kayıtsızlığından yararlanarak Cumhuriyet değerlerine ve varlığına saldırmaktan kaçınmadılar. Karşıdevrimciler doğrudan ya da dolaylı yöntemlerle bugün çok daha ağır biçimde Cumhuriyet’i, Cumhuriyet devrimlerini, kazanılmış hakları yıpratarak yok etmeye çalışmaya devam ediyor.
Cazim Gürbüz bu saldırılara ve saldırganlara 100. Yılında Cumhuriyeti Savunmak kitabıyla yanıt veriyor. Gürbüz anolojik olarak başlangıçtan günümüze Atatürk’e, Cumhuriyet’e, devrimlere karşı çıkan karşıdevrimcileri, kitapta yer alan örnekler üzerinden yoğun biçimde eleştiriyor.
100. YIL
Karşıdevrimcilerin ileri sürdükleri savların içeriksiz, gerçekdışı, bilimsellikten yoksun totoliter teolojik ideolojilerinin geçersizliğini ortaya koyuyor. Gürbüz 100. Yılında Cumhuriyeti Savunmak’ta bugün unutturulmaya çalışılan Atatürk Cumhuriyeti’nin ve kurucu önderinin emperyalizme ve onun silahlı güçlerine karşı verilen savaşla, kurtuluş sonrası kuruluşla bağımsız, çağdaş bir devletin nasıl oluşturulduğunu örnekleriyle gösteriyor.
Cumhuriyet’in 100. yılını kutlamaktan kaçınanların içeriksiz gerekçelerle ya da Cumhuriyetin yüzüncü yılını kutlamak adına düzenlenen ve Cumhuriyet felsefesiyle ilişkisi olmayan göstermelik kutlamalarla geçiştirmek isteyenlere, Cumhuriyet değerlerini anımsatarak yanıt veriyor. Gürbüz’ün kitabı Cumhuriyetin yüzüncü yılında tarihin çöplüğüne süpürülmemenin, Cumhuriyet’i bilinçle savunmanın ve onu geliştirmenin yöntemlerini göstermesi bakımından önemle okunması gereken bir kitap.